İ'tikâfın Amacı
İtikâfın amacını şu iki noktada toplayabiliriz:
1- Müminin/dâvetçinin, dünya meşgalelerinden kendini soyutlayarak Rabbi ile yalnız kalması ve nefsini muhâsebe etmesi sâyesinde, hayatını ve amellerini Onun rızâsı doğrultusunda tanzim etme, takvâ sahibi bir insan olma hal ve şuuruna erebilmesidir.
2- Ramazan ayının son on gününde girilen itikâf sâyesinde -ki bu en fazîletli itikâftır- Kadir gecesine rastlanarak, onun idrâk ve ihyâ edilebilmesidir.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdul-Meâd adlı eserinde Rasûlullahın Ramazanda İtikâf Yapışları başlığı altında şunları ifâde etmektedir: Kalbin düzeltilmesi ve Allaha giden yol üzerinde istikamet bulabilmesi, Allaha muvâfakat edip, Allaha bütünüyle yönelerek dağınıklığını toplamasına bağlıdır. Çünkü gönül perişanlığını Allaha yönelmekten başka bir şey derleyip toplayamaz. Fuzûlî yemek-içmek, lüzumsuz sokakçılık, boş sözler, aşırı uyku gönül perişanlığını artırıp onun her bir parçasını bir vâdiye atar, onun Allaha gidişine engel olur, onu zayıflatır, yolunu geciktirir ve yolculuğunu durdurur. Azîz olan Allahın merhametiyse kullarına lüzumsuz yeme ve içmeyi kaldırıp kalbi Allah yolundan alıkoyan çeşitli şehevî duyguların gönülden sökülüp atılmasını meşrû kılmıştır. Hem onu maslahat (yarar) miktarınca meşrû ederek kulun bu meşrû şeyden dünya ve âhiretinde faydalanarak ona zarar vermemesini, onun dünya ve âhiret; şimdi ve gelecekte yararlarına mâni olmamasını temin etmiştir.
Kullarına, maksadı ve rûhu kalbin Allaha tam bağlılığı, ona muvâfakati, Onunla baş başa kalması, insanlardan kopması, sadece Allahla ilgilenmesi demek olan itikâfı meşrû yapmıştır. Şöyle ki, itikâf ile Onu anmak, Ona muhabbet etmek ve ve O'na yönelmek gönül endişelerinin ve kalbî duygularının yerine geçer. Onlara karşı kalbi istilâ eder de artık kalp bütün düşüncesini (O'na yoğunlaştırır), gönle gelen bütün fikirler Onu zikretmeye, Onun rızâsını kazanıp Ona yakın olmaya çalışır. Halk ile ünsiyet yerine Allaha ünsiyet meydana gelir. Böylece kulu, hiçbir dost sîmânın olmadığı, Allahtan başka kimsenin sevindirmesinin mümkün olmadığı kabirdeki korkunç yalnızlık günlerinde Allahla dostluğu hazırlamış olur. İşte itikâfın en büyük maksadı budur.
Bu gâye, ancak oruç ile tamamlanınca, Allah itikâfı oruç günlerinin en fazîletlileri olan Ramazanın son on gününde meşrû kılmıştır. Efendimiz (s.a.s.)in oruçsuz olarak itikâf yaptığı asla rivâyet edilmemiştir. Aksine Oruç olmadıkça itikâf yoktur. (Dârimî, Mukaddime 20; Muvattâ, İtikâf 4) buyurulmuştur. Yüce Allah kitabında itikâfı oruçsuz zikretmemiştir. Rasûlullah da oruçsuz hiç itikâf yapmamıştır. Selef-i sâlihînden olan âlimlerin ileri gelenlerince en üstün kabul edilen görüşe göre, itikâfta oruç şarttır. Bu görüş Şeyhül-İslâm İbn Teymiyenin de tercih ettiği görüştür.
Konuşmaya gelince; Muhammed ümmetine âhirette faydası olmayan her sözden dili alıkoymak şeriat gereği olmuştur. Lüzumsuz ve çok uyku ise insanı gaflete götürür, sâlih amellerden ve nâfile ibâdetlerden alıkor. Bu ümmete meşrû kılınıp tavsiye edilen uykusuz kalmanın en üstünü, sonucu en güzel olan gece namazı için olmuştur. Bu uykusuzluk, orta dereceli -aşırı olmayan- kalbe ve vücuda faydalı, kulu yararlı işlerden alıkoymayan bir uykusuzluktur. (...) Bütün bunlar, itikâfın maksadına ve rûhuna ulaşmayı elde edebilmek için olup, câhillerin itikâf yerlerini sohbet meclisleri ve ziyâretçi çekme yeri -tuzakları- haline getirip aralarında bıktırıcı laflarla sohbet etmelerinin aksinedir. Bu ayrı bir renk, Efendimizin itikâfı ayrı bir renktir.[505]
Ahmet Önkal ise, konu ile ilgili olarak şunları ifâde etmektedir: Çağdaş İslâm dâvetçilerinden Hasan el-Hudaybî der ki: İslâmı önce göğüslerinizde, gönüllerinizde hâkim kılın; yeryüzünde, beldenizde de İslâm hâkim olacaktır. Evet, İslâm dâveti önce dâvetçinin kendi nefsinden başlar. Bu sahada yapılacak ilk iş, İslâmî bir şahsiyete ve irâdeye sahip olmak, nefsi tezkiye etmek, mâsiyetlerden, günahlardan, ayıp ve ahlâksızlıklardan arınmaktır. Nefsine ihtimam göstermeyen bir dâvetçinin Cenâb-ı Haktan hidâyet ve nusret beklemeye hakkı yoktur. Zira, bir toplum, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. (Rad: 13/11). Bu sebeple her şeyden önce dâvetçi, selîm bir akîde sahibi olmaya çalışacak, dâvâsına azim ve irâdeyle sarılacak, bozuk inanç, fikir ve düşüncelere kalbinde, rûhunda, gönlünde yer vermeyecektir. Onun kalbi, zuhûru muhtemel fitneler için hazırlıklı olmalıdır. Fitnenin olmadığı sükûnet ve saâdet devresinde belki bu hazırlığın lüzumu hissedilmez; fakat ortalık karışmaya, fitne dalgaları kabarmaya başladığı zaman ortaya çıkıverir. (...) Bir havuz düşünelim: Suları durgundur, içinde gömük vardı, çamur vardır; fakat dibe çökmüş, su berraklaşmıştır. Bu havuza küçük bir taş attığınız zaman, bu taş gömüğü harekete geçirir ve bir de bakarsınız havuzun içi karışıvermiş, bulanmıştır. Küçük bir taş, böylece karışıklığı ortaya çıkarır. Fakat bu havuzdaki suyun tertemiz olduğunu düşünün; bibinde çamur, gömük, kir-pas yok, sâfi, berrak bir su... Böyle bir havuza atılan taş, onun güzelliğini artırır. Taşın atıldığı merkezden başlayarak hâleler, daireler meydana gelir. Suya akseden ağaçlar, eşya ve tabiat hareketlenir ve bir canlılık sergilenir; taşın yaptığı iş, ancak onun güzelliğini artırmak olur. İşte hazırlıklı, tertemiz, ihlâslı bir kalbe de fitnelerin, sapık cereyan ve fikirlerin yapacağı da budur. Fakat kendini kontrol altında tutmayan, hazırlığı olmayan kalpler, er geç bu toplumun çirkefliklerine bulaşacak, sapıklık ve ahlâksızlıklarından müteessir olacaktır.
Sonra dâvetçilerin mazbut bir yaşayışı, ibâdetlere son derece bağlı bir anlayışı ve her çeşidi ile nefsinde tatbik ettiği güzel ahlâkı olmalıdır. Şüphesiz onlar, dâvette bulunurken insanlar onların sözlerinden çok; yaşayışlarına, ibâdetlerine ve ahlâklarına bakacaklar, kendileri için onların örnek olmasını bekleyeceklerdir. İşte bu durumda dâvetçiler yapmadıklarını söyleyenler, insanlara iyiliği emredip kendi nefislerini unutanlar ve kendileri sakınmadıkları halde insanları kötülükten nehyedenler durumlarına düşmemelidirler. (...)
Hz. Peygamberin dâvete rûhen hazırlanmasında (Hiradaki) uzletin ise, şüphesiz ayrı bir yeri vardır. (...) Uzlet, kulun Rabbi ile baş başa olduğu anlardır; Allah ile irtibat ve sılayı sağlayan yegâne unsur, kişiyi rûhen olgunlaştırıp geliştiren en önemli vesiledir. Ve Hz. Peygamberin uzletinde umûmen bütün müslümanlar, husûsuyla İslâm dâvetçileri için önemli bir delâlet, güzel bir tevcih vardır: Bir müslüman ve dâvetçinin İslâmı, her ne kadar fazîletlerle donanmış, ibâdetlerin her türlüsüyle bezenmiş de olsa, bütün bunlara ilâveten nefis murâkabesi yaptığı, Allahın murâkabesini üzerinde hissettiği, kâinatın eşsizliği ve bu eşsizlikteki Allahın azametini düşündüğü uzlet ve halvet saatlerini eklemedikçe kemâle ermiş olamaz. Zevcini, çocuklarını, dünya meclislerini, ticaret meşgale ve telâşelerini terk ederek, her gün birkaç saat uzlet... Modern tâğutların kurbanı haktan inhirâf etmişleri hidâyete erdirmede yardımcı olmasını niyaz ederek Allaha yönelmek üzere... Kendini muhâsebeye çekmek, dâvetteki eksikliklerini telâfi etmek ve dâvete hazırlanmak üzere uzlet... Katiyyen cihaddan ve birtakım sıkıntılardan, fedâkârlıklardan kaçmak üzere değil... Veya yaygın bir yanlış anlayışta olduğu gibi insanlardan tamamen uzaklaşarak, dağları ve mağaraları veya loş hücre ve odaları mesken tutarak sadece kendi nefsiyle uğraşmak üzere değil... Evet, her müslüman ve dâvetçi için rûhî hazırlıkta uzlet gereklidir ve Rasûlullah (s.a.s.) bunun örneğini vermiştir.
Bu şekilde devam edegelen hazırlık, dâvet yüküne tahammül edecek bir merhaleye geldiği anda hareket başlayacak ve dâvetçi tebliğe yönelecektir. Peki, bu noktada artık rûhî hazırlık bitmiş, sona ermiş midir? Hayır, asla! Zâten hazırlık safhasıyla hareket merhalesini kesin hat ve çizgilerle birbirinden ayırmak kesinlikle mümkün ve doğru değildir. Dâvet boyunca hazırlık yine devam edecektir. Zira dâvetçi, her an Rabbi ile irtibat halinde olma mecbûriyetindedir; her vakit Onun lutfedeceği destek ve inâyete muhtaçtır. İşte bu sebeple dâvetinin hemen başlangıcında Cenâb-ı Hak, Rasûlüne hazırlığa devamı emrediyordu:
Ey (elbisesine) bürünen (Rasûlüm)! Gece(nin) birazından hâriç (saatlerinde) kalk (namaz kıl). Gecenin yarısı miktarınca, yahut ondan birazını eksilt; veya (o yarının) üzerine (ilâve edip) artır. Kuranı açık açık, tane tane oku. (Müzzemmil: 73/1-4).
Hazırlık gerekliydi; çünkü:
Hakikat Biz sana ağır bir söz vahyediyoruz. (Müzzemmil: 73/5).
Telâkkisi ağır, mükellefiyeti ağır, dâveti ağır bir söz[505]
Ve bu ağır mükellefiyet için gece namazı emrediliyordu. Zira
Gerçek, gece (yatağından ibâdete) kalkan nefis (yok mu), hem (istenen hudû ve ihlâsa) uygunluk itibarıyla daha kuvvetlidir, hem kıraatçe daha sağlamdır. (Müzzemmil: 73/6).
Hiçbir azık ve hazırlık, gece namazının yerini tutamazdı; o, dâvetçiyi Allaha bağlı, ruhu aydın, kalp gözü açık, zihni parlak, düşüncesi ateşli, Rabbânî bir kul olmaya hazırlayan, gelecek ağır emirlerin icrâsına kabiliyet ve yatkınlık kazandırmak üzere nefislerin terbiyesi ve mücâhede kuvvetlerinin ilerlemesi ve meydana çıkması için ihzârî bir riyâzet olan bir vesile, Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsânı idi. Şüphesiz ki bu kalbi yaratan Allah, onun girdisini çıktısını, gizlilik ve sırlarını, tesir altında kalacağı an ve durumları en iyi bilendi ve O, gece namazını emrediyor, Rasûlüne teheccüdü farz kılıyordu:
Gecenin bir kısmında da uyanıp sırf sana mahsus nâfile/fazla (bir ibâdet) olmak üzere onunla (Kuran ile) gece namazı kıl. (İsrâ: 17/79).
Allahın en sevdiği kul olduğu, geçmiş ve gelecek günahları mağfûr olduğu halde Peygamberimiz teheccüdle emredilirken -tâkat getiremeyecekleri için diğer müslümanlara farz kılınmayan- teheccüde, gece namazına, ilk dâvetçi Hz. Peygamberin yolundan gitmek isteyenlerin ne kadar da çok ihtiyacı vardır! Dâvet yolunun ve âhiret yolculuğunun azığı işte budur. Yolculuğa azıksız ve hazırlıksız çıkılmayacağını bilenler, İslâmî faâliyetlerde gayret gösterenler, bu azığı elde etmeye önem vermelidirler. Nitekim Rasûlullah Efendimiz de bize gece namazını tavsiye eder:
Size gece namazını tavsiye ediyorum. Şüphesiz o, sizden önceki sâlih kulların âdetidir. Sizin için de Rabbinize yakınlık, günahlarınıza keffâret, hatalardan selâmet ve bünyeyi hastalıklardan koruma vesilesidir.[505]
Yukarıda verdiğimiz, Rasûlullaha gece namazını emreden her iki âyette de bir husus dikkatimizi çekiyor. Birincisinde gece kalkılması Ondan istenildikten sonra deniliyor ki: Kuranı da açık açık, tane tane oku. İkincisinde ise Kuran ile gece namazı kılması emrediliyor. Şu halde rûhen dâvete hazırlanmada Kuranın gerçekten büyük fonksiyonu vardır. Askerî bir harekette ikmâl ve bakımı sağlayan lojistik ne derece önemliyse, İslâmî faâliyette de kişiyi dâvete hazırlayan, onun mânevî gıdasını temin eden ve ikmâlini yapan Kurân-ı Kerimin o derece ehemmiyeti vardır.
Dâvet boyunca devam edecek rûhî hazırlığın başka nüveleri olarak Hz. Peygamberin titizlik ve itinâ ile tatbik ettiği, ümmetine bir sünnet ve örnek olarak sunduğu diğer nâfile ibâdetlere dikkat, bolca duâ ve istiğfâr, zikir ve tesbihi de kaydedelim. Şüphesiz bütün bu hususlarda Onu Cenâb-ı Hak, irşâd ve tevcih ediyor, tâlimatını veriyordu:
(Ey Habîbim) Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ile (tenzih ve) tesbih et. (Mümin: 40/55).
(Habîbim) Ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabbini güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce hamd ile tesbih (ve tenzih) et. (Kaf: 50/39).
Hz. Peygamber de, bu tevcih doğrultusunda bütün bir hayatının ortaya koyduğu gibi, dâveti için her an Rabbine ilticâ ediyor, hazırlığını ikmâlde bulunuyordu.
Rûhî hazırlığı sağlayan unsurlar olarak belirttiğimiz bu hususların yanında, hiç şüphe ve tartışma götürmez bir gerçektir ki, farz olan ibâdetlerin dosdoğru, yerli yerince, zamanında, eksiksiz ve ihlâsla îfâsı en başta gelen şarttır. Henüz ibâdetlerin rûhuna erememiş, cemaat şuuruna varamamış, üzerine farz olan hususları bile tam bilmeyen ve vecîbelerini îfâda gevşeklik ve ihmalkârlık gösterenlerin -günümüzde olduğu gibi- İslâmî dâvet yükünü taşıma, cihad bayrağını çekme gibi büyük iddiâlarla ortaya çıkmaları, ne hazindir! Elbette bu sahayı onlara, sorumsuzca ve idrâksizce dolduruvermek üzere boş bırakan müslümanlar vebâl altındadırlar ve dâvet vazifesini samimiyet ve ihlâsla yürütecek, ehl-i takvâ, ehl-i hâl, ilim ve ahlâk sahibi, dâvete her yönüyle hazır dâvetçi elemanlar yetiştirmekle mükelleftirler.[505]
İnsanın en yakın çevresi, işi ve meşgaleleri dolayısıyla ilgilerinin de en yoğun olduğu yerdir. Böyle bir yerde bulunan kişinin dikkati de o nisbette dağınık demektir. Çevre ve kişisel ilişkilerden kaynaklanan bu bağımlılıktan fizik olarak kurtulan ve mânen sıyrılan kimse ancak kendisini yapacağı işe bütünüyle verebilir. Kendini bir şeye vermek, o konudaki dağıtıcı düşünce, ferdî irâde ve zihnî yönelişleri bütünüyle silmek ve yalnız ona vermekle olur. Her konuda olduğu gibi, kişinin kendini Allaha vermesi de insanın maddî ve mânevî gücünü teksif etmesi ve aynı hedefe yoğunlaştırması ile mümkün olur. Yarışmalardan önce sporcuların özel hayatlarından koparılarak kampa alınmaları, belli bir süre enerji depolamak için olduğu kadar, onları gerideki ilgilerin etkisinden sıyırmayı da hedef alır. Gözlerinden biri hastalanan kimse için eşyanın yarısı nasıl bulutların arkasında gölge bir varlık gibi silik ve bulanık gözükürse, dikkati vâkıalara takılıp kalan, kendine bakmasını ve kendisini Hakka vermesini bilmeyenler için de hakikatin yarısı kaybolmuş demektir.
Özellikle itikâfla elde edilen, başka şeyleri bırakıp sadece Allahla beraber olmanın faydası meydandadır: Meşgaleyi azaltır, insanın gözünü ve kulağını korur. Zira göz ve kulak kalbin yoludur. Kalp bir havuz gibidir. Beş duyu ırmaklarından oraya pis ve bulanık, mikroplu sular dökülür. İtikâftan maksat, kalbi o pis sulardan ve bunlardan meydana gelen çamurdan temizlemektir ki, bu sâyede havuzun ana kaynağı temiz su ile dolsun. Pis suyu akıtan derelerin havuza akan yolları açık iken havuzu temizlemek nasıl mümkün olur? Her an yeni bir pis su havuzu doldurur. O halde ilk önce o pis derelerin yolunu kesmek lâzımdır, yani kalbe yönelen duyuların akıntısını kesmek gerekir, ancak zarûret miktarı açık kalır. Bu da itikâf ve benzeri uygulamalarla mümkün olur. Ayrıca itikâfla gözü hâriçten çekmekle bu dereleri kapamak, kalbin derinliklerine dalıp onu temizlemek, perde tabakalarını kaldırıp atmak sûretiyle içinden hikmet gözlerini akıtıp kalbi doldurmak da mümkündür.
1- Müminin/dâvetçinin, dünya meşgalelerinden kendini soyutlayarak Rabbi ile yalnız kalması ve nefsini muhâsebe etmesi sâyesinde, hayatını ve amellerini Onun rızâsı doğrultusunda tanzim etme, takvâ sahibi bir insan olma hal ve şuuruna erebilmesidir.
2- Ramazan ayının son on gününde girilen itikâf sâyesinde -ki bu en fazîletli itikâftır- Kadir gecesine rastlanarak, onun idrâk ve ihyâ edilebilmesidir.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdul-Meâd adlı eserinde Rasûlullahın Ramazanda İtikâf Yapışları başlığı altında şunları ifâde etmektedir: Kalbin düzeltilmesi ve Allaha giden yol üzerinde istikamet bulabilmesi, Allaha muvâfakat edip, Allaha bütünüyle yönelerek dağınıklığını toplamasına bağlıdır. Çünkü gönül perişanlığını Allaha yönelmekten başka bir şey derleyip toplayamaz. Fuzûlî yemek-içmek, lüzumsuz sokakçılık, boş sözler, aşırı uyku gönül perişanlığını artırıp onun her bir parçasını bir vâdiye atar, onun Allaha gidişine engel olur, onu zayıflatır, yolunu geciktirir ve yolculuğunu durdurur. Azîz olan Allahın merhametiyse kullarına lüzumsuz yeme ve içmeyi kaldırıp kalbi Allah yolundan alıkoyan çeşitli şehevî duyguların gönülden sökülüp atılmasını meşrû kılmıştır. Hem onu maslahat (yarar) miktarınca meşrû ederek kulun bu meşrû şeyden dünya ve âhiretinde faydalanarak ona zarar vermemesini, onun dünya ve âhiret; şimdi ve gelecekte yararlarına mâni olmamasını temin etmiştir.
Kullarına, maksadı ve rûhu kalbin Allaha tam bağlılığı, ona muvâfakati, Onunla baş başa kalması, insanlardan kopması, sadece Allahla ilgilenmesi demek olan itikâfı meşrû yapmıştır. Şöyle ki, itikâf ile Onu anmak, Ona muhabbet etmek ve ve O'na yönelmek gönül endişelerinin ve kalbî duygularının yerine geçer. Onlara karşı kalbi istilâ eder de artık kalp bütün düşüncesini (O'na yoğunlaştırır), gönle gelen bütün fikirler Onu zikretmeye, Onun rızâsını kazanıp Ona yakın olmaya çalışır. Halk ile ünsiyet yerine Allaha ünsiyet meydana gelir. Böylece kulu, hiçbir dost sîmânın olmadığı, Allahtan başka kimsenin sevindirmesinin mümkün olmadığı kabirdeki korkunç yalnızlık günlerinde Allahla dostluğu hazırlamış olur. İşte itikâfın en büyük maksadı budur.
Bu gâye, ancak oruç ile tamamlanınca, Allah itikâfı oruç günlerinin en fazîletlileri olan Ramazanın son on gününde meşrû kılmıştır. Efendimiz (s.a.s.)in oruçsuz olarak itikâf yaptığı asla rivâyet edilmemiştir. Aksine Oruç olmadıkça itikâf yoktur. (Dârimî, Mukaddime 20; Muvattâ, İtikâf 4) buyurulmuştur. Yüce Allah kitabında itikâfı oruçsuz zikretmemiştir. Rasûlullah da oruçsuz hiç itikâf yapmamıştır. Selef-i sâlihînden olan âlimlerin ileri gelenlerince en üstün kabul edilen görüşe göre, itikâfta oruç şarttır. Bu görüş Şeyhül-İslâm İbn Teymiyenin de tercih ettiği görüştür.
Konuşmaya gelince; Muhammed ümmetine âhirette faydası olmayan her sözden dili alıkoymak şeriat gereği olmuştur. Lüzumsuz ve çok uyku ise insanı gaflete götürür, sâlih amellerden ve nâfile ibâdetlerden alıkor. Bu ümmete meşrû kılınıp tavsiye edilen uykusuz kalmanın en üstünü, sonucu en güzel olan gece namazı için olmuştur. Bu uykusuzluk, orta dereceli -aşırı olmayan- kalbe ve vücuda faydalı, kulu yararlı işlerden alıkoymayan bir uykusuzluktur. (...) Bütün bunlar, itikâfın maksadına ve rûhuna ulaşmayı elde edebilmek için olup, câhillerin itikâf yerlerini sohbet meclisleri ve ziyâretçi çekme yeri -tuzakları- haline getirip aralarında bıktırıcı laflarla sohbet etmelerinin aksinedir. Bu ayrı bir renk, Efendimizin itikâfı ayrı bir renktir.[505]
Ahmet Önkal ise, konu ile ilgili olarak şunları ifâde etmektedir: Çağdaş İslâm dâvetçilerinden Hasan el-Hudaybî der ki: İslâmı önce göğüslerinizde, gönüllerinizde hâkim kılın; yeryüzünde, beldenizde de İslâm hâkim olacaktır. Evet, İslâm dâveti önce dâvetçinin kendi nefsinden başlar. Bu sahada yapılacak ilk iş, İslâmî bir şahsiyete ve irâdeye sahip olmak, nefsi tezkiye etmek, mâsiyetlerden, günahlardan, ayıp ve ahlâksızlıklardan arınmaktır. Nefsine ihtimam göstermeyen bir dâvetçinin Cenâb-ı Haktan hidâyet ve nusret beklemeye hakkı yoktur. Zira, bir toplum, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. (Rad: 13/11). Bu sebeple her şeyden önce dâvetçi, selîm bir akîde sahibi olmaya çalışacak, dâvâsına azim ve irâdeyle sarılacak, bozuk inanç, fikir ve düşüncelere kalbinde, rûhunda, gönlünde yer vermeyecektir. Onun kalbi, zuhûru muhtemel fitneler için hazırlıklı olmalıdır. Fitnenin olmadığı sükûnet ve saâdet devresinde belki bu hazırlığın lüzumu hissedilmez; fakat ortalık karışmaya, fitne dalgaları kabarmaya başladığı zaman ortaya çıkıverir. (...) Bir havuz düşünelim: Suları durgundur, içinde gömük vardı, çamur vardır; fakat dibe çökmüş, su berraklaşmıştır. Bu havuza küçük bir taş attığınız zaman, bu taş gömüğü harekete geçirir ve bir de bakarsınız havuzun içi karışıvermiş, bulanmıştır. Küçük bir taş, böylece karışıklığı ortaya çıkarır. Fakat bu havuzdaki suyun tertemiz olduğunu düşünün; bibinde çamur, gömük, kir-pas yok, sâfi, berrak bir su... Böyle bir havuza atılan taş, onun güzelliğini artırır. Taşın atıldığı merkezden başlayarak hâleler, daireler meydana gelir. Suya akseden ağaçlar, eşya ve tabiat hareketlenir ve bir canlılık sergilenir; taşın yaptığı iş, ancak onun güzelliğini artırmak olur. İşte hazırlıklı, tertemiz, ihlâslı bir kalbe de fitnelerin, sapık cereyan ve fikirlerin yapacağı da budur. Fakat kendini kontrol altında tutmayan, hazırlığı olmayan kalpler, er geç bu toplumun çirkefliklerine bulaşacak, sapıklık ve ahlâksızlıklarından müteessir olacaktır.
Sonra dâvetçilerin mazbut bir yaşayışı, ibâdetlere son derece bağlı bir anlayışı ve her çeşidi ile nefsinde tatbik ettiği güzel ahlâkı olmalıdır. Şüphesiz onlar, dâvette bulunurken insanlar onların sözlerinden çok; yaşayışlarına, ibâdetlerine ve ahlâklarına bakacaklar, kendileri için onların örnek olmasını bekleyeceklerdir. İşte bu durumda dâvetçiler yapmadıklarını söyleyenler, insanlara iyiliği emredip kendi nefislerini unutanlar ve kendileri sakınmadıkları halde insanları kötülükten nehyedenler durumlarına düşmemelidirler. (...)
Hz. Peygamberin dâvete rûhen hazırlanmasında (Hiradaki) uzletin ise, şüphesiz ayrı bir yeri vardır. (...) Uzlet, kulun Rabbi ile baş başa olduğu anlardır; Allah ile irtibat ve sılayı sağlayan yegâne unsur, kişiyi rûhen olgunlaştırıp geliştiren en önemli vesiledir. Ve Hz. Peygamberin uzletinde umûmen bütün müslümanlar, husûsuyla İslâm dâvetçileri için önemli bir delâlet, güzel bir tevcih vardır: Bir müslüman ve dâvetçinin İslâmı, her ne kadar fazîletlerle donanmış, ibâdetlerin her türlüsüyle bezenmiş de olsa, bütün bunlara ilâveten nefis murâkabesi yaptığı, Allahın murâkabesini üzerinde hissettiği, kâinatın eşsizliği ve bu eşsizlikteki Allahın azametini düşündüğü uzlet ve halvet saatlerini eklemedikçe kemâle ermiş olamaz. Zevcini, çocuklarını, dünya meclislerini, ticaret meşgale ve telâşelerini terk ederek, her gün birkaç saat uzlet... Modern tâğutların kurbanı haktan inhirâf etmişleri hidâyete erdirmede yardımcı olmasını niyaz ederek Allaha yönelmek üzere... Kendini muhâsebeye çekmek, dâvetteki eksikliklerini telâfi etmek ve dâvete hazırlanmak üzere uzlet... Katiyyen cihaddan ve birtakım sıkıntılardan, fedâkârlıklardan kaçmak üzere değil... Veya yaygın bir yanlış anlayışta olduğu gibi insanlardan tamamen uzaklaşarak, dağları ve mağaraları veya loş hücre ve odaları mesken tutarak sadece kendi nefsiyle uğraşmak üzere değil... Evet, her müslüman ve dâvetçi için rûhî hazırlıkta uzlet gereklidir ve Rasûlullah (s.a.s.) bunun örneğini vermiştir.
Bu şekilde devam edegelen hazırlık, dâvet yüküne tahammül edecek bir merhaleye geldiği anda hareket başlayacak ve dâvetçi tebliğe yönelecektir. Peki, bu noktada artık rûhî hazırlık bitmiş, sona ermiş midir? Hayır, asla! Zâten hazırlık safhasıyla hareket merhalesini kesin hat ve çizgilerle birbirinden ayırmak kesinlikle mümkün ve doğru değildir. Dâvet boyunca hazırlık yine devam edecektir. Zira dâvetçi, her an Rabbi ile irtibat halinde olma mecbûriyetindedir; her vakit Onun lutfedeceği destek ve inâyete muhtaçtır. İşte bu sebeple dâvetinin hemen başlangıcında Cenâb-ı Hak, Rasûlüne hazırlığa devamı emrediyordu:
Ey (elbisesine) bürünen (Rasûlüm)! Gece(nin) birazından hâriç (saatlerinde) kalk (namaz kıl). Gecenin yarısı miktarınca, yahut ondan birazını eksilt; veya (o yarının) üzerine (ilâve edip) artır. Kuranı açık açık, tane tane oku. (Müzzemmil: 73/1-4).
Hazırlık gerekliydi; çünkü:
Hakikat Biz sana ağır bir söz vahyediyoruz. (Müzzemmil: 73/5).
Telâkkisi ağır, mükellefiyeti ağır, dâveti ağır bir söz[505]
Ve bu ağır mükellefiyet için gece namazı emrediliyordu. Zira
Gerçek, gece (yatağından ibâdete) kalkan nefis (yok mu), hem (istenen hudû ve ihlâsa) uygunluk itibarıyla daha kuvvetlidir, hem kıraatçe daha sağlamdır. (Müzzemmil: 73/6).
Hiçbir azık ve hazırlık, gece namazının yerini tutamazdı; o, dâvetçiyi Allaha bağlı, ruhu aydın, kalp gözü açık, zihni parlak, düşüncesi ateşli, Rabbânî bir kul olmaya hazırlayan, gelecek ağır emirlerin icrâsına kabiliyet ve yatkınlık kazandırmak üzere nefislerin terbiyesi ve mücâhede kuvvetlerinin ilerlemesi ve meydana çıkması için ihzârî bir riyâzet olan bir vesile, Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsânı idi. Şüphesiz ki bu kalbi yaratan Allah, onun girdisini çıktısını, gizlilik ve sırlarını, tesir altında kalacağı an ve durumları en iyi bilendi ve O, gece namazını emrediyor, Rasûlüne teheccüdü farz kılıyordu:
Gecenin bir kısmında da uyanıp sırf sana mahsus nâfile/fazla (bir ibâdet) olmak üzere onunla (Kuran ile) gece namazı kıl. (İsrâ: 17/79).
Allahın en sevdiği kul olduğu, geçmiş ve gelecek günahları mağfûr olduğu halde Peygamberimiz teheccüdle emredilirken -tâkat getiremeyecekleri için diğer müslümanlara farz kılınmayan- teheccüde, gece namazına, ilk dâvetçi Hz. Peygamberin yolundan gitmek isteyenlerin ne kadar da çok ihtiyacı vardır! Dâvet yolunun ve âhiret yolculuğunun azığı işte budur. Yolculuğa azıksız ve hazırlıksız çıkılmayacağını bilenler, İslâmî faâliyetlerde gayret gösterenler, bu azığı elde etmeye önem vermelidirler. Nitekim Rasûlullah Efendimiz de bize gece namazını tavsiye eder:
Size gece namazını tavsiye ediyorum. Şüphesiz o, sizden önceki sâlih kulların âdetidir. Sizin için de Rabbinize yakınlık, günahlarınıza keffâret, hatalardan selâmet ve bünyeyi hastalıklardan koruma vesilesidir.[505]
Yukarıda verdiğimiz, Rasûlullaha gece namazını emreden her iki âyette de bir husus dikkatimizi çekiyor. Birincisinde gece kalkılması Ondan istenildikten sonra deniliyor ki: Kuranı da açık açık, tane tane oku. İkincisinde ise Kuran ile gece namazı kılması emrediliyor. Şu halde rûhen dâvete hazırlanmada Kuranın gerçekten büyük fonksiyonu vardır. Askerî bir harekette ikmâl ve bakımı sağlayan lojistik ne derece önemliyse, İslâmî faâliyette de kişiyi dâvete hazırlayan, onun mânevî gıdasını temin eden ve ikmâlini yapan Kurân-ı Kerimin o derece ehemmiyeti vardır.
Dâvet boyunca devam edecek rûhî hazırlığın başka nüveleri olarak Hz. Peygamberin titizlik ve itinâ ile tatbik ettiği, ümmetine bir sünnet ve örnek olarak sunduğu diğer nâfile ibâdetlere dikkat, bolca duâ ve istiğfâr, zikir ve tesbihi de kaydedelim. Şüphesiz bütün bu hususlarda Onu Cenâb-ı Hak, irşâd ve tevcih ediyor, tâlimatını veriyordu:
(Ey Habîbim) Günahının bağışlanmasını iste. Akşam sabah Rabbini hamd ile (tenzih ve) tesbih et. (Mümin: 40/55).
(Habîbim) Ne derlerse sen (şimdilik) sabret. Rabbini güneşin doğuşundan evvel ve batışından önce hamd ile tesbih (ve tenzih) et. (Kaf: 50/39).
Hz. Peygamber de, bu tevcih doğrultusunda bütün bir hayatının ortaya koyduğu gibi, dâveti için her an Rabbine ilticâ ediyor, hazırlığını ikmâlde bulunuyordu.
Rûhî hazırlığı sağlayan unsurlar olarak belirttiğimiz bu hususların yanında, hiç şüphe ve tartışma götürmez bir gerçektir ki, farz olan ibâdetlerin dosdoğru, yerli yerince, zamanında, eksiksiz ve ihlâsla îfâsı en başta gelen şarttır. Henüz ibâdetlerin rûhuna erememiş, cemaat şuuruna varamamış, üzerine farz olan hususları bile tam bilmeyen ve vecîbelerini îfâda gevşeklik ve ihmalkârlık gösterenlerin -günümüzde olduğu gibi- İslâmî dâvet yükünü taşıma, cihad bayrağını çekme gibi büyük iddiâlarla ortaya çıkmaları, ne hazindir! Elbette bu sahayı onlara, sorumsuzca ve idrâksizce dolduruvermek üzere boş bırakan müslümanlar vebâl altındadırlar ve dâvet vazifesini samimiyet ve ihlâsla yürütecek, ehl-i takvâ, ehl-i hâl, ilim ve ahlâk sahibi, dâvete her yönüyle hazır dâvetçi elemanlar yetiştirmekle mükelleftirler.[505]
İnsanın en yakın çevresi, işi ve meşgaleleri dolayısıyla ilgilerinin de en yoğun olduğu yerdir. Böyle bir yerde bulunan kişinin dikkati de o nisbette dağınık demektir. Çevre ve kişisel ilişkilerden kaynaklanan bu bağımlılıktan fizik olarak kurtulan ve mânen sıyrılan kimse ancak kendisini yapacağı işe bütünüyle verebilir. Kendini bir şeye vermek, o konudaki dağıtıcı düşünce, ferdî irâde ve zihnî yönelişleri bütünüyle silmek ve yalnız ona vermekle olur. Her konuda olduğu gibi, kişinin kendini Allaha vermesi de insanın maddî ve mânevî gücünü teksif etmesi ve aynı hedefe yoğunlaştırması ile mümkün olur. Yarışmalardan önce sporcuların özel hayatlarından koparılarak kampa alınmaları, belli bir süre enerji depolamak için olduğu kadar, onları gerideki ilgilerin etkisinden sıyırmayı da hedef alır. Gözlerinden biri hastalanan kimse için eşyanın yarısı nasıl bulutların arkasında gölge bir varlık gibi silik ve bulanık gözükürse, dikkati vâkıalara takılıp kalan, kendine bakmasını ve kendisini Hakka vermesini bilmeyenler için de hakikatin yarısı kaybolmuş demektir.
Özellikle itikâfla elde edilen, başka şeyleri bırakıp sadece Allahla beraber olmanın faydası meydandadır: Meşgaleyi azaltır, insanın gözünü ve kulağını korur. Zira göz ve kulak kalbin yoludur. Kalp bir havuz gibidir. Beş duyu ırmaklarından oraya pis ve bulanık, mikroplu sular dökülür. İtikâftan maksat, kalbi o pis sulardan ve bunlardan meydana gelen çamurdan temizlemektir ki, bu sâyede havuzun ana kaynağı temiz su ile dolsun. Pis suyu akıtan derelerin havuza akan yolları açık iken havuzu temizlemek nasıl mümkün olur? Her an yeni bir pis su havuzu doldurur. O halde ilk önce o pis derelerin yolunu kesmek lâzımdır, yani kalbe yönelen duyuların akıntısını kesmek gerekir, ancak zarûret miktarı açık kalır. Bu da itikâf ve benzeri uygulamalarla mümkün olur. Ayrıca itikâfla gözü hâriçten çekmekle bu dereleri kapamak, kalbin derinliklerine dalıp onu temizlemek, perde tabakalarını kaldırıp atmak sûretiyle içinden hikmet gözlerini akıtıp kalbi doldurmak da mümkündür.
İ'TİKÂF
- İ'tikâf; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'ân-ı Kerim'de İ'tikâf Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İ'tikâf
- İ'tikâfın Amacı
- İ'tikâfın Hükmü
- 1- Vâcip İ'tikâf
- a) Adak İ'tikâfı:
- b) Başlanan Sünnet İ'tikâfı Tamamlamak:
- 2- Sünnet İ'tikâf
- a) Ramazan İ'tikâfı:
- b) Ramazanın Dışındaki İ'tikâflar:
- İ'tikâfın Vakti ve Müddeti
- İ'tikâfa Giriş ve Çıkış
- İ'tikâf Yapılan Yer
- İ'tikâfın Sahih Olması İçin Şartları:
- İ'tikâfın Âdâbı
- İ'tikâfın Mubahları:
- İ'tikâfın Mekruhları:
- İ'tikâfı Bozan Hâl ve Hareketler
- 1- Birleşme Yapmak:
- 2- Öpmek ve Okşamak:
- 3- Bakma, Düşünme ve Rüyada Boşalma:
- 4- Mescidden Çıkmak:
- 5- İrtidat:
- 6- (Delilik, Baygınlık veya Sarhoşlukla) Aklî Dengenin Bozulması:
- 7- Âdet Görme ve Lohusalık:
- 8- Gündüzün Kasıtlı Yemek İçmek:
- Bozulan İ'tikâfın Hükmü:
- İ'tikâfın Faydaları
- İ'tikâfın İnsana Kazandırdıkları/Hikmetleri
i1 harfi
- İBÂHİYYE
- İBDÂ
- İBN KESİR
- Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azîm:
- İBN MACE
- Sünen-i İbn Mâce:
- İBN TEYMİYYE
- İBNU'S-SEBİL
- İBRA
- İBRAHİM SÛRESİ
- İBRÂNÎ
- İBTİLÂ'
- İCÂBET
- İCAP VE KABUL
- a) Sözle icap ve kabul:
- Sıygaların İcap ve Kabulde Etkisi:
- b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
- c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
- İCARETEYN
- İCÂZET
- İCBÂR
- İCMA'
- İcmaın Mertebeleri:
- l) Sarih İcma:
- 2) Sükûtî İcma:
- 3) Müctehidlerin Belli Bir Ortak Noktada İttifak Etmeleri:
- İCMA-İ ÜMMET
- İCMÂLÎ ÎMAN
- İCRÂ
- Mahkeme Kararlarının İcrâ ve İnfazı:
- İCTİHAD
- Terim Olarak İctihad:
- İctihad
- İctihad
- İctihad
- İÇ EZAN
- İDDİHÂR
- İDEOLOJİ
- İDRAR
- İFFET
- İFK OLAYI
- İFLÂS
- İFTAR
- İFTİRA
- İ
- İftira
- İFTİTAH TEKBİRİ
- İĞVÂ
- İHANET
- İHDÂD
- İHLÂL
- İHLÂS
- İHLÂS SÛRESİ
- İHRAM
- İhrama Giren Kimsenin Dikkat Edeceği Hususlar:
- Mikatlar (İhrama Girme Yerleri):
- İHRAZ
- İHSAN
- İHTİLÂFÜ'D DÂR
- İHTİLÂM
- İHTİLÂT
- İHTİYARLIK
- İHTİYAT
- İHVANU'S-SAFÂ
- İHYÂ
- İNSANI İHYA
- Ve'l-Asr
- İDDET
- İHSÂR
- İHTİDÂ
- İHTİKÂR
- İKÂB
- İKÂLE
- İKİNDİ NAMAZI
- İKRAR
- Hastanın İkrarı:
- İKTA'
- İkta'nın Kısımları:
- 1- Temlik Suretiyle İkta':
- 2- İstiğlâlen ikta':
- İKTİDÂ
- İKTİDAR
- İKTİDARSIZLIK
- İKTİSAD
- İLÂ'
- İlâ'nın Şartları:
- İLÂHİ KANUN
- İLAHİ KİTAPLAR
- İLÂH
- İ'LÂY-I KELİMETULLAH
- İLHAM
- İLLET
- İLLİYYÛN
- İLME'L-YAKÎN
- İLTİMAS
- İLTİZAM
- İLYAS (a.s.)
- İMA
- İMALE
- İREM
- İMÂMEYN
- İMANIN ŞUBELERİ:
- Birinci Kısım: Tasdikle İlgili İtikadiyat'tır
- İkinci Kısım: Dille Alakalı Ameller
- Üçüncü Kısım: Bedenî Ameller
- 1. Çeşit: Muayyen Şeylere Ait Olanlar
- 2. Çeşit: Kendisine Tabi Olanlarla İlgili Şeyler
- 3. Çeşit: Âmmeye Müteallik Şeyler
- İMARET
- İMSAK
- İMTİYAZ HAKKI
- İNCİL
- İncil Çeşitleri:
- 1) Matta İncili:
- 2) Markos İncili:
- 3) Luka İncili:
- 4) Yuhanna İncili:
- İNFÂK
- İ
- İnfak
- İnfak
- İnfak; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnfak
- Hadislerde İnfak
- Allah'ın Verdiği Her Nimetin İnfakı Vardır
- Malla Yapılan İnfak
- İlimden Yapılan İnfak
- Mutluluktan Yapılan İnfak
- Sağlıktan yapılan İnfak
- Gençlikten Yapılan İnfak
- Güzel Sözle Yapılan İnfak
- Güler Yüzle Yapılan İnfak
- İnfakın Fayda ve Hikmetleri
- İNFİTÂR SÛRESİ
- İNKÂR
- İNNİN VE BAŞKALARI
- İNSAN
- Yaratılış Gayesi:
- Sosyal Açıdan İnsan:
- Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
- İnsanın İki Yönü
- İnsanın Bazı Temel Özellikleri
- Kur'an-ı Kerim'de İnsan
- a) İnsanın Olumlu Özellikleri
- b) İnsanın Olumsuz Özellikleri
- İnsan İle Diğer Canlılar Arasındaki Farklar
- 1) Zekâ:
- 2) Anlatma (İfade) Yeteneği:
- 3) Ellerinin Yapısı Ve Vücudunun Dik Durması:
- 4) Öğrenme Ve Yeni Denemelerde Bulunma Yeteneği:
- İnsanın Menşei (Oluşumu) Meselesi
- Kur'an'da İnsanın Yaratılması ve Halifeliği
- İnsanın Yaratılışı
- Ne Zamandan Beri Müslümanım? (Dünyaya Ne Olarak Geldim?)
- Kaalu Bela Ne Demektir?
- İnsanın Yaratılış Gayesi
- İnsanın Konumu ve Görevi
- İnsan Ölünce Ne Olacak?
- Akîde Yönünden İnsanlar
- İnsanın Değer ve Üstünlüğü
- İnsanın Değeri:
- Haklar, Görevleri; Nimetler de Sorumlulukları Doğurur
- İNSAN SÛRESİ
- İNŞA
- İNŞALLAH
- İNŞİKÂK SÛRESİ
- İNŞİRAH SÛRESİ
- İNTİHAR
- İNZAL
- İNZÂR
- İnzâr; Anlam ve Mâhiyeti
- Kur'an'da İnzâr Kavramı
- Mü'minlerin Uyarılması
- Uyarının Fayda Etmediği Kâfirler
- Çağdaş Davetçi/
- Bütün Toplumlar Peygamber Aracılığıyla Uyarılmıştır
- Elçi Gönderilmeyen, Uyarı Yapılmayan Toplumlar Helâk Edilmezler
- Toplumun Önderleri Toplumdan Sorumludur
- İNZİVA
- İPEKLİ GİYİNMEK
- İPOTEK
- 1. Ortak Malların Rehnedilmesi:
- 2. Başka Bir Şeye Bitişik Ve Onunla Meşgul Bulunan Malın Rehnedilmesi:
- İRHASAT
- İRŞÂD
- İ
- İrşad
- İRTİDÂD
- İrtidâd; Anlam ve Mâhiyeti
- Geniş Anlamda İrtidâd ya da Riddet Nedir
- İrtidâd, Neden Küfrün
- Kur'ân-ı Kerim Mürtedler
- İrtidâd, Aynı Zamanda Bir İslam Hukuku Konusudur.
- Mürtedin Kişiliği:
- Mürted
- İrtidat Sebepleri:
- Fıkhî İctihadlara Göre Mürtedin Cezası
- Mürtedin Öldürülmesinin Hikmeti:
- İrtidatın Başlaması:
- 1) Dinden Tamamen Dönenler:
- 2) Namazla Zekâtı Birbirinden Ayıranlar:
- Ridde Savaşları
- Halid bin Velid'in Tuleyha Meselesini Çözümlemesi:
- Benû Âmir, Havâzin ve Suleymlilerin İrtidâdı:
- Kur'ân-ı Kerim'de İrtidâd Kavramı
- Bir Tefsirden İktibas
- Hadis-i Şeriflerde İrtidât Kavramı
- Mürtede Verilecek Dünyevî Cezânın Tahlili
- İrtidadın Dünyevî Cezası Yoktur Diyenlerin Delilleri
- Gizli İrtidâd
- Şirkin Çağdaş Yansımaları; Özendirilen ve Dayatılan Mürtedlik
- Güncel Câhilî Eğitimde Şirk:
- İttibâ Şirki:
- Mürtedliğe Giden Yollar
- Mürtedliğe Yol Açan Sebepler:
- Bir Müslümanı Mürted Yapan Tavırlar:
- Elfâz-ı Küfür:
- Çevrede Çokça Duyulan Elfâz-ı Küfürden Bazıları (Söyleyeni Şirke Düşürmesinden Korkulan, Müslümanları Mürted Yapmasından Endişe Edilen Çirkin Sözler)
- 1) Allah'la İlgili:
- 2) Dinle İlgili:
- 3) Cennet, Melek ve Kaderle İlgili:
- Ef'âl-i Küfür:
- 1) Puta Tapmak:
- 2) Mushafı Pisliğe Atmak Gibi Saygısızca Davranmak:
- 3) Gayr-i Müslimlerin Tapınaklarına İbâdet Kasdıyla Gitmek:
- 4) İbâdet Kasdıyla Herhangi Bir Şahsa Secde Etmek:
- 5) Ölülerden Duâ Ederek Bir Şey İstemek, Kabirleri Tapınak Yapmak:
- 6) Haç Takınmak:
- 7) Ğıyar ve Zünnâr:
- 8) Mecûsî ve Yahûdi Şapkası:
- 9) Sihir:
- Müşrik ve Mürtedlerle Mücâdele
- Seyyidü'l-İstiğfar Duası:
- Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
- İrtidâd, İrticâ/Gericilik Demektir; Mürted de Mürtecî/Gerici
- Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
- İRTİDAT (MÜRTED)
- İSA (a.s.)
- Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi:
- Kur'ân-ı Kerim'de Hz. İsa:
- Hadislerde Hz. İsa:
- Hıristiyanlara Göre Hz. İsa:
- Hz. İsa'nın Çarmıha Gerilmesiyle İlgili İncillerdeki Kuşkular:
- İncillere Göre Hz. İsa'nın Beşerî Yönleri:
- Hz. İsa'nın Babasız Doğma Mûcizesi:
- Hz. İsa'nın Ref'i ve Nüzûlü Meselesi:
- Hz. İsa'nın Gökten İneceğini İfade Eden Hadis
- Mehdî:
- Deccâl:
- Deccâlın Özellikleri:
- İSBAT-I VACİB
- İSLAM'DA MEZHEP
- Müellifin Önsözü
- İslâm Ve İman'ın Hakikati:
- Dört Mezhebten Belli Bir Mezhebi Taklid Etmek Ne Vaciptir, Ne De Mendup
- İslâm'ın Esası Allah'ın Kitabı Ve Rasûlullah'ın Sünnetiyle Amel Etmektir
- Müteahhirun Herşeyi Değiştirip, Tek Bir Kişiyi Taklid Etmeyi Gerekli Kılmakla Tefrikaya Düştüler
- İnsan Öldüğünde Kabirde Mezhep Veya Tarikattan Sorguya Çekilir Mi?
- Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gerekli Olduğu Sözünün Aslı Siyasetle İlgilidir
- Mezhebin Bid'at Oluşu Konusunda Dehlevi'nin Araştırması
- Rasûlullah'tan Başka Birisine Taassup Gösteren Sapık Ve Cahildir
- Kemal B. Hümâm'ın Belirli Bir Mezhebe Bağlanmanın Gereksiz Olduğunu Belirtmesi
- Uyulması Gereken İmam Rasûlullahtır
- İhtilaf Ve Tefrikalar Mezheplere Tabi Olma Yüzündendir
- İmam Ebu Hanife'nin Mezhebi Kur'an Ve Sünnetle Amel Etmektir
- Müçtehid İçtihadında Hata Da Yapabilir, Doğruyu Da Bulabilir Teşride. Hata Yapmayan Sadece Peygamberdir
- Hak Kesinlikle Rasûlullah'ın Dışında Hiçbir Kimsenin Görüşüyle Sınırlandırılamaz
- Önemli Bir İkaz
- Bu Ümmetin Hali Ancak Evvelkilerin Islah Olunduğuyla Islah Olunur
- Ulemanın Dinin Hükümlerini Değiştirdiğine Dair Fahreddin Er-Razî'nin Görüşü
- İmam-ı Â'zam (En Büyük İmam) Rasûlullahtır
- Allah Bize Sırat-ı Müstakim'e Girmemizi Emrediyor
- Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler
- Rasûlullah Belli Bir Mezhebin İnsanlar İçin Gerekli Olduğunu Söylememiştir
- Fasıl
- Kaynaklar
- İSM
- İSMAİLİYYE
- Mezhebin Kaideleri:
- İSMET
- İSM-İ A'ZÂM
- İSNÂ AŞERİYYE
- İSNÂD
- Âli ve Nâzil İsnâd:
- İSRÂ
- İSRÂ SURESİ
- İSRAF
- İsrafın Anlam Sahası:
- Kur'an'da İsrafın Manaları:
- İSRÂFİL (a.s)
- İSRÂİLİYÂT
- İSRAİLOĞULLARI
- Benî İsrâil, İsrâil, İbrânî, Yahûdî ve Mûsevî Kelimeleri ve Mâhiyeti
- Bazı Hadis-i Şerifler:
- İsrâiloğullarının Tarihi
- Firavun ve İsrâiloğulları
- Firavun'dan Kurtulduktan Sonra İsrâiloğulları
- Hz. Muhammed (s.a.s.) ve İsrâiloğulları
- İsrâiloğullarının Karakteri / Yahudileşme Alâmet ve Özellikleri
- Onlar ve Biz
- Yahudileşme ve Yahudileşme Temâyülü
- İmanda Pazarlık
- Dini, Kutsal Kitabı Tahrif
- İSTİANE
- İSTİARE
- İSTİÂZE
- İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti:
- Kur'an'da İstiâze:
- Sünnette İstiaze:
- İstiazenin Hükmü:
- Şeytandan Kurtuluş Yolu:
- Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan
- Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey:
- Günümüzde İstiaze Anlayışı:
- Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
- İstiâze Şuurunun Bize Kazandıracağı Anlayış ve Davranışlar:
- İSTİBRÂ'
- İSTİDRAC
- İSTİĞÂSE
- İSTİĞFAR
- İstiğfar'ın Mahiyeti?
- İbadet Olarak İstiğfar:
- İSTİHÂRE
- İSTİHAZA
- İSTİHKAK
- İSTİHLÂF
- İSTİHSAN
- İstihsanın Çeşitleri:
- 1. Nass Sebebiyle İstihsan:
- 2. İcmâ Sebebiyle İstihsan:
- 3. Zarûret ve İhtiyaç Sebebiyle İstihsan:
- 4. Kapalı Kıyas Sebebiyle İstihsan:
- 5. Örf Sebebiyle İstihsan:
- 6. Maslahat Sebebiyle İstihsan:
- İSTİKAMET
- (DOĞRULUK-DOĞRU YOL)
- İSTİKBÂR
- İstikbâr ve Türevleri:
- İstikbar Duygusu:
- İstikbâr; Tanım ve Mâhiyeti
- Istikbar Duygusu
- MÜSTEKBİR
- Müstekbirlerin Özellikleri:
- İstikbar Mantığı:
- Müstekbir Tipler
- Müstaz'af
- Müstekbir ve Müstez'af Ilişkisi
- Müstaz'af İnsan Grupları
- Müstekbirliğin Sonucu: Dünyevî ve Uhrevî Azap
- Uhrevî Azap ve Cehennnem:
- İstikbârın Sembol Tipleri (Müstekbirlerin Duayenleri)
- İstikbâra Kapılmayanlar: Melekler, İnsan Dışındaki Canlılar ve
- İSTİLÂ
- İSTİLAM
- İSTİMLÂK
- İSTİMNÂ
- İSTİMVÂL
- İSTİNBÂT
- İSTİNCA
- Abdest Bozmanın Âdâbı:
- İSTİNŞÂK
- İSTİRCÂ'
- İSTİSNA BÂBI
- İSTİŞARE
- İstişârenin Fazileti:
- İSTİŞARENİN EHEMMİYETİ
- İstişare Emri:
- Telakki:
- Teşvik:
- Hz. Peygamber İstişareye Muhtaç Mı?
- En Büyük Dahi De İstişareye Muhtaçtır:
- Ashab Ve İstişare:
- Hz. Peygamber'in Müşavirleri:
- İstişare Mevzuları:
- İstişare Dışı Mevzular:
- İstişarenin Mekanizması
- 1- Müşavirin Durumu:
- a. Liyakat:
- b. Mûtemed Olmak:
- c. Müslüman Ve Dindar Olmak:
- d. İlgili Olmak:
- 2. İstişarenin Şekli:
- a. Doğrudan Re'ye Müracat:
- b. Liyakatlinin Müdahalesi:
- c. Yersiz Teklif:
- 3- Kararın Alınması:
- a- Ekseriyetin Re'yi:
- b- Görüşlerden birinin ihtiyarı:
- c- Kararı Tehir Etmek:
- d- İcbarî Karar:
- 4- Şahsî Kanaatında Direnmemek:
- 5- Müşavirleri Gücendirmemek:
- 6- Tatbikat Sırasında Azim:
- Batı Demokrasisi:
- 1) Demokrasinin Tenkidi:
- Teknokrasi
- Demokrasinin Sonu Anarşidir:
- 2) İslam'da Kanun Koyma Mekanizması:
- 3) Hürriyet Telakkisi:
- Peygamberler De Hür De
- Hürriyet Sahası:
- Tahdidden Gaye:
- İslam'da Kadınlarla İstişare
- I- Kur'an'a Göre:
- II. Sünnete Göre:
- Bu Meselede Temel Prensip:
- İSTİŞHÂD
- İSTİVÂ
- İSYAN
- İsyan Nedir?
- İsyanın İki Anlamı:
- İsyan; Anlam ve Mâhiyeti
- İsyanın İki Yönü
- Ma'siyet Ne Demektir?
- İtaat; Anlam ve Mâhiyeti
- Tâat Ne Demektir?
- Kur'ân-ı Kerim'de İtaat ve İsyan Kavramı
- Hadis-i Şeriflerde İtaat ve İsyan
- İtaat Edilmesi Gereken Kimseler
- a- Allah'a İtaat:
- b- Rasûl'e İtaat:
- c- Ülü'l-Emr'e İtaat:
- İtaat Edilmesi Yasak Olan Kimseler
- a- Kâfirlere:
- b- Ehl-i Kitaba:
- c- Münâfıklara:
- d- Kendisini Allah Yolundan Uzaklaştıran ve Saptıran Liderlere ve Büyüklere:
- e- Şeytana ve Şeytanın Dostlarına:
- f- Günahkârlara ve Nankörlere:
- g- Yalancılara:
- h- Ahlâksızlara:
- i- Gâfillere, Zikirden (Allah'ı anmaktan ve Kur'an'dan) Gaflette Olanlara:
- j- Namaza Engel Olanlara:
- k- Aşırılara, İsrafçı ve Fesatçılara:
- l- Şirke Zorlayan Ana-Babaya:
- m- Halka, İnsanların Çoğuna (Demokrasi Anlayışına) ve Zanna:
- n- İnsanların ve Bilmeyenlerin Hevâlarına/Kötü Arzu ve İsteklerine:
- o- Allah'a ve Rasûlüne İsyanı (Haram Olan Bir Şeyi) Emreden Kim Olursa Olsun, Ona
- Küfürde Önderler ve Onların İzinden Giden Uyduları
- İtaat ve İsyan Yoluyla Düşülen Şirk
- Allah'a İtaat ve İsyanın Boyutları
- Bütün Evren Allah'a İtaat Etmektedir
- Nerdesin Ey Güzel İsyan?
- İŞÇİ, İŞÇİLİK
- İŞHAD (ŞAHİT TUTMA)
- İŞKENCE
- İŞRAK NAMAZI
- İŞVEREN
- İTAAT
- İTAB ÂYETLERİ
- İTİKÂD
- İTİKÂF
- İ'TİKÂF
- İTLÂF
- İtlafta Tazminin Gerekmesi İçin Gereken Şartlar:
- İTTİHAD
- İVAZ
- İYİLİK
- İZÂLE-İ ŞÜYÛ
- Kazaen (Mahkeme kararıyla) Taksimin Şartları:
- İZÂR
- İZZET
- İzzetin Manası:
- Kişiye İzzet Kazandıran Davranışlar:
- Gerçek İzzet:
- İZZET-İ NEFS