Hep Aynı Zulüm

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):



“Ben, Meryem oğlu İsa’ya dünya ve ahirette insanların en yakınıyım.



Esasen Peygamberler, babaları bir kardeştirler, anneleri ayrı ayrıdır, dinleri birdir.”[505]



Bu hadisin şerhinde şöyle denilmiştir:



“Cumhur-u ulemâya göre hadisten murad: Bütün Peygamberlerin iman esasları bir, şeriatları muhteliftir. Bir Allah’a inanmakta hepsi müttefiktirler.  Yalnız şeriatlarının fürûunda ihtilaf vâki olmuştur.



Peygamber (s.a.s.)’in:



“Dinleri birdir” sözünden murad da budur. Yani, bütün Peygamberlerin getirdikleri dinlerin aslı birdir.  O da, Tevhid’dir, demektir.”[505]



Zikredilen hadis-i şeriften ve cumhur-u ulemâ’nın görüşünden apaçık anlaşıldığı üzere bütün Rasuller ve Nebîler, aynı akîdeyi, yani Tevhid’i insanlara tebliğ etmişler­dir... Rasullerin, insanları davet ettiği Tevhid akîdesine ina­nanlar, iman cephesini oluşturmuşlardır... Tevhid akîde­sinde herhangi bir değişme söz konusu olmadığı için iman cephesinde de herhangi bir değişiklik olmamıştır... Küfür, tek millet olup şirk cephesini oluşturmuş ve o cephede de yeni bir şey olmadığı gibi değişen bir şey de olmamıştır... İman, imandır; küfür, küfürdür... Her iki cephenin taraf­tarları olanlarda da herhangi bir değişme olmamıştır... İman cephesinin muvahhid mü’minleri, katıksız imanları­nın gereğini ortaya koyarken; küfür cephesinin müşrik kâfirleri de, inadî küfürlerinin gereği olan tuğyanı ve zulmü en vahşî şekliyle ortaya koymuşlardır...



Muvahhid mü’minler, haktan, iyiden, hayırdan ve ba­rıştan yana tavır koyarken; müşrik kâfir tağutlar, batıldan, kötüden, zulümden, sömürüden ve insanlık huzurunu bozan, katliâmlar gerçekleştiren savaştan yana tavır sergilemişlerdir...



Başta Rasuller (Allah’ın salat ve selâmı cümlesinin üze­rine olsun) olmak üzere bütün muvahhid mü’minler, küfür cephesini oluşturan müşrik kâfirleri, imana ve İslâm’a merhametle davet ederken, onlar, muvahhid mü’minlerin bu durumlarından dolayı onlara savaş açmış ve her türlü zulmü yapmışlardır...



İman cephesinin niyeti ve maksadı, yeryüzünde yara­tılış gayeleri doğrultusunda yaşamak, yani yalnızca Allah’ı Rabb ve ilâh kabul ederek O’na ibadet etmek iken; küfür cephesinin niyeti ve maksadı, yeryüzünde Allah’ın egemen­liğini hiçe sayıp, kendi egemenliklerini kabul ettirerek, kul­ların kullara kul olması ve bazı kulların kullara Rabb ola­cağı düzenleri kurup yaşatmaktır...



Küfür cephesinin müşrik zalim tağutları, yeryüzünde işgal ettikleri rablik ve ilâhlık makamlarını sarsıcı ve yıkıcı her türlü hareketin düşmanı olmuş, o hareketin içinde bu­lunan herkese karşı sert tavır alıp her türlü işkenceye uğramışlardır...



İman cephesini oluşturan muvahhid mü’minlerin ön­derleri ve örnekleri olan Rasuller, şirk ve tuğyan içinde olan kavimlerini uyardıklarında, onlara İslâm’ı tebliğ edip ken­dilerini Allah’a davet ettiklerinde, müşrik kavimleri tarafın­dan yalanlanmış, bununla beraber onlardan çok zulüm görmüşlerdir...



Rabbimiz Allah’ın, hayat dusturumuz Kur’ân-ı Ke­rim’de beyan buyurduğu Rasullerin, müşrik ve tağut kavimlerinden gördükleri eziyetlerden örnekler sunuyoruz...



1) Nuh (a.s.) Kavmi     



a) Nuh (a.s.)’ın kavmi, puta tapan idiler:



“Ve dediler ki: ‘Kendi ilâhlarınızı bırakmayın. Bırak­mayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.” (Nuh, 71/23)



b) Zalim idiler:



“Daha önce Nuh kavmini de! Çünkü onlar, daha zalim  ve daha azgındılar.” (Necm, 53/52)



c) Fasık idiler:



“Bundan önce Nuh kavmini de (yıkıma uğrattık). Çünkü onlar, fasık olan bir kavim idi.” (Zariyat, 51/46)



d) Çok kötü idiler:



“Şübhesiz onlar, kötü bir kavimdi.” (Enbiya, 21/77)



e) Vicdanları kararmış bir kavimdi:



“Çünkü onlar, kör bir kavimdi.” (A’raf, 7/64)



Nuh’(a.s.)’ın, kendilerini uyarmak ve Allah’a davet et­mek için vazifeli kılındığı toplum bu hâlde idi... Şirkin, küfrün, zulmün ve tuğyanın içinde olan bir cahiliyye top­lumunu, Tevhid’e, imana, adalete ve Allah’a itaate davet ediyordu Allah’ın Rasulü Nuh (a.s.)...



Nuh (a.s.)’ın ve kendilerini Allah’a davet ettiği müşrik kâfir kavminin durumunu şöyle beyan buyurur Rabbimiz Allah :



“Hiç şübhesiz Biz, Nuh’u: ‘Kavmini, onlara acı bir azab gelmeden evvel uyarıp korkut’ diye kendi kavmine (Peygamber olarak) gönderdik.



O, dedi ki: ‘Ey kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönde­rilmiş) apaçık bir uyarıcı-korkutucuyum.



Allah’a kulluk edin, O’ndan korkup sakının ve bana itaat edin.



Ki, günahlarınızı bağışlasın ve sizi, adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah’ın eceli geldiği zaman o, ertelemez. Bir bilmiş olsaydınız.” (Nuh, 71/1-4)



“Kavminden ileri gelen inkârcılar: ‘Biz seni, yalnızca bi­zim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz. Sana, sığ görüşlü olan ve aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin, bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine biz, sizi yalancılar sanıyoruz.’ dedi­ler.” (Hud, 11/27)



“Kavminin önde gelenleri: ‘Gerçekten biz, seni açıkça bir şaşırmışlık ve sapmışlık içinde görmekteyiz’ dediler.



O: ‘Ey kavmim, bende bir şaşırmışlık ve sapmışlık yoktur. Amma ben, Âlemlerin Rabbinden bir Peygamberim’ dedi.



‘Size, Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ayrıca size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben, Allah’dan biliyorum.



Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak adam aracılığı ile bir zikir (Kitab) gelmesine mi şaştınız?” (A’raf, 7/60-63)



“Dediler ki: ‘Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeye­cek olursan, gerçekten taşa tutulanlardan olacaksın.” (Şuara, 26/116)



“Onlara, Nuh’un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: ‘Ey kavmim, benim makamım ve Allah’ın ayetleriyle hatırlatmalarım, eğer size ağır geliyorsa, ben şübhesiz, Al­lah’a tevekkül etmişim. Artık siz, ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalma­sın (veya tasa konusu olmasın). Sonra hakkımdaki hük­münüzü -bana süre tanımaksızın- verin.



Eğer yüz çevirecek olursanız, ben, sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah’a aiddir. Ve ben, müslümanlardan olmakla emrolundum.” (Yunus, 10/71-72)



“Andolsun, Biz, Nuh’u kendi kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. O da, içlerinde elli yılı noksan olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar, zulmetmekte devam ederlerken tufan kendilerini yakalayıverdi.



Böylece Biz, onu da, gemi halkını da kurtardık ve bunu, âlemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış olduk.” (Ankebut, 29/14-15)



“Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman et­memişti.” (Hud, 11/40)



2) Âd Kavmi



Ad’ın kardeşini hatırla! Onun, önünden ve ardından nice uyarıcı-korkutucular gelip geçmişti. Hani O, Ahkaf’taki kavmini: ‘Allah’dan başkasına iman etmeyin, gerçekten ben, sizin büyük bir günün azabından korkmaktayım’ diye uyarıp korkutmuştu.



Dediler ki: ‘Sen, bizi ilâhlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Şu hâlde eğer doğru söylüyorsan, tehdit ettiğin şeyi bize getir.” (Ahkaf, 46/21-22)



“Âd (kavmi) de gönderilen (Peygamber)leri yalanladı.



Hani onlara kardeşleri Hûd: ‘Sakınmaz mısınız?’ de­mişti.



‘Gerçek şu ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Pey­gamberim.



Artık Allah’dan korkup sakının ve bana itaat edin.



Buna karşılık ben, sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, yalnız Âlemlerin Rabbine aiddir.



Siz, her yüksekçe yere bir anıt inşâ edip (yararsız bir şeyle) oyalanıp eğleniyor musunuz?



Ölümsüz kılınmak umuduyla sanat yapıları mı edini­yorsunuz?



Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?



Artık Allah’dan korkup sakının ve bana itaat edin.



Bilmekte olduğunuz şeylerle size yardım edenden kor­kup sakının.



Size, hayvanlar, çocuklar (vererek) yardım etti.



Bahçeler ve pınarlar da.



Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım.” (Şuara, 26/123-135)



“Rabbinin, Âd (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?



Yüksek sütunlar sahibi İrem’e?



Ki, şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış de­ğildi.” (Fecr, 89/6-8)



“Âd (kavmin)e gelince: Onlar, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: ‘Kuvvet bakımından bizden daha üstün kimmiş?’ Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah’ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, Bizim ayetlerimizi (bilerek) inkâr ediyorlardı.” (Fussilet, 41/15)



“Kavminin önde gelenlerinden küfre sapanlar dediler ki: ‘Gerçekten biz, seni aklî bir yetersizlik içinde görmekteyiz ve doğrusu biz, senin yalancılardan olduğunu da san­maktayız.’



(Hûd:) ‘Ey kavmim, bende akıl yetersizliği yoktur. Amma ben , gerçekten Âlemlerin Rabbinden bir Peygamberim’ dedi.” (A’râf, 7/66-67)



“Dediler ki: ‘Sen bize, yalnızca Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer gerçekten doğru sözlülerden isen, bize va’dettiğin şeyi (çöküş ve azabı) getir bakalım!” (A’râf, 7/70)



3) Semud Kavmi



“Semud (kavmi) de gönderilen (Peygamber)leri yalan­ladı.



Hani onlara, kardeşleri Salih: ‘Sakınmaz mısınız?’ de­mişti.



‘Gerçek şu ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir Pey­gamberim.



Artık Allah’dan korkup sakının ve bana itaat edin.



Buna karşılık ben, sizden bir ücret istemiyorum.



Siz, burada güvenlik içinde mi bırakılacaksınız?



Bahçelerin, pınarların içinde,



Ekinler ve yumuşak tomurcuklu can alıcı hurmalıklar arasında?



Dağlardan da ustalıkla zevkli evler yontuyorsunuz.



Artık Allah’dan korkup sakının ve bana itaat edin.



Ve ölçüsüzce davrananların emrine de itaat etmeyin.



Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmakta ve dir­lik-düzenlik kurmamaktadırlar (Islah etmemektedirler).”  (Şuara, 26/141-152)



“Semud (halkına da) kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: ‘Ey kavmim, Allah’a ibadet edin. Sizin, O’ndan başka ilâhınız yoktur. O, sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda sizi ömür geçirenler kıldı (yeryüzünün imarını elinize verdi). Öyleyse O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tevbe edin. Şübhesiz, benim Rabbim, yakın olandır (duaları kabul edendir).’



Dediler ki: ‘Ey Salih, bundan önce sen, içimizde kendi­sinden (iyilik ve faydalar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmamızdan sen, bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüd içindeyiz.” (Hud, 11/61-62)



Rabbimiz Allah’ın ayet-i kerimelerinden apaçık anlaşıl­dığı gibi, bütün Rasuller, kendilerine ayetlerle gönderildik­leri müşrik kâfir kavimlerinden eziyet görmüş, yalanlan­mış ve çok çirkin sözler işitmişlerdir…



Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), başta kendisi olmak üzere, kâfir ve müşrik kavimlerinden Allah’ın Rasullerinin çektiklerini hadislerinde beyan buyurur:



Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:



- Şimdi ben, Rasulullah (s.a.s.)’in yüzüne bakıyor gibi­yim. O, Peygamberlerden bir Peygamberi hikaye ediyordu ki, kavmi, onu dövmüş de kan içinde bırakmışlar. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de:



“Allahım, kavmimi mağfiret eyle! Çünkü onlar, bilmiyorlar.” diyordu.[505]






İŞKENCE
i1 harfi