1. Nass Sebebiyle İstihsan:

Bir mesele hakkında özel bir nass bulunur ve bu nass, aynı konudaki genel nitelikli nass veya genel kuralın aksine bir hüküm ihtiva ederse, bu çeşit istihsandan söz edilir:



Selem veya selef akdi, peşin para karşılığında, mislî (standard) bir malın vadeli olarak satımı demektir. Bu ise, bir kimsenin elinde mevcut olmayan bir malı satması anlamına gelir. Bu konuda iki nass bulunmaktadır. Birisi genel nitelikli olup, böyle bir sözleşmenin geçersizliğini gerektirmektedir. Hz. Peygamber, Hakîm b. Hızâm'a; "Sahip olmadığın bir şeyi satma" (Ebû Dâvud, Büyû', 70) buyurmuştur. İkinci nass ise özel nitelikli olup selem akdinin mümkün ve caiz olduğunu ifade eder. Hz. Peygamber Medîne'ye geldiğinde Medînelilerin meyveleri hakkında bir veya iki yıllığına selem (para peşin, mal veresiye) sözleşmesi yaptıklarını gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Selem yoluyla satış yapan, bunu belirli ölçüye, belirli tartıya göre ve süresini belirleyerek yapsın" (Ebû Dâvud, Büyû', 57; Nesâi, Büyû', 63). Bu duruma göre, selem; kıyasa aykırı olmakla birlikte istihsan yoluyla caiz görülmüştür. Ancak istihsanın temelde dayanağı da sünnettir. Burada özel şartlar ve toplumun ihtiyacı nedeniyle bir hadisten başka bir hadîsin hükmüne gidiş söz konusudur (es-Serahsi, Usûl, Beyrut t.y., II, 203).



Mal vasiyetinin geçerli oluşu da istihsana dayanır. Çünkü vasiyette mülkiyetin karşı tarafa geçişi, mülkiyetin ortadan kalkacağı zamana bağlanmıştır. Halbuki temlik konusundaki genel prensibe göre, temlik, mülkiyetin ortadan kalkacağı zamana bağlanamaz. Bu prensibe göre, vasiyet tasarrufunun geçersiz olması gerekir. Ancak vasiyet konusu özel nasslarla meşrû kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "(Bütün bu miras payları, ölenin) yapmış bulunacağı vasiyet yerine getirildikten ve borcun ödenmesinden sonradır" (en-Nisâ, 4/11). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Allah, amel defterinizin hayrı-hasenat kısmına eklenmek üzere yaptığınız iyiliklerden ayrı olarak, size vefatınız sırasında da mallarınızın üçte biri üzerinde tasarruf yetkisi vermiştir" (İbn Mâce, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, IV, 399-401).



Unutarak yiyip-içenin orucunun bozulmaması istihsan yoluyla sâbittir. Burada genel kurala göre orucun bozulması gerekir. Çünkü, orucu bozan şeylerden sakınmak (imsâk), orucun rükünlerindendir. Unutarak da olsa yeme-içme ile bu rükün ortadan kalkmış olur. Ancak özel bir nass olan hadisle orucun bozulmadığına hükmedilir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Oruçlu iken unutarak yiyip içen kimse orucunu tamamlasın, zira onu Allah yedirip içirmiştir" (Buhârî, Eymân, 15, Savm, 26; Tirmizî, Savm, 26; Müslim, Sıyâm, 171). Ebû Hanîfe'nin; "Bu hadis olmasaydı, kıyasa göre amel edip, unutarak yiyip içenin orucunun da bozulacağına hüküm verirdim" dediği nakledilir (Zekiyüddin Şa'bân, a.g.e. s. 165).



Namaz kılarken kahkaha ile gülenin abdestinin bozulması kıyasa uymaz. Çünkü kıyas yalnız namazın bozulmasını gerektirir. Ancak namaz kılarken, gözleri görmeyen birisinin çukura düştüğünü görünce gülenlerin abdestlerinin bozulduğunu bildiren hadis karşısında bu kıyastan vazgeçilmiştir (Zeylaî, a.g.e., I, 47).



Şart muhayyerliği de istihsana dayanır. Çünkü, bir satım akdinin, sözleşmenin yapıldığı andan itibaren bağlayıcı olması (lüzûmu) asıldır. Muhayyerlik bunu ihlâl eder ve kıyasa göre, geçersiz olması gerekir. Ancak, Hz. Peygamber'in Hıbbân b. Munkız'a söylediği şu söz bu konuda özel nass'tır: "Alış-veriş yaptığında; aldatmaca yok. Benim için üç gün süreyle muhayyerlik hakkı vardır, de" (Buhârî, Buyû', 48; Müslim, Büyû', 48). Burada genel kural, akdin tek taraflı olarak feshedilememesi, özel nass ise, şart muhayyerliğinin caiz görülmesidir.