İSTİHAZA

Âdet gören bir kadının cinsel organından üç günden az, on günden fazla gelen kan. Gebelik sırasında gelen kanla, doğumdan sonra kırk günden fazla devam eden kan da istihaza kanıdır. Yine dokuz yaşından küçük kız çocukları ileellibeş yaşından büyük olup da hayızdan kesilmiş bulunan kadınların cinsel organlarından gelen, özür kanı niteliğindedir.



İstihaza kanı, vücudun herhangi bir uzvundan akan kan gibidir. Bununla yalnız abdest bozulur. Devam ederse sahibi özürlü sayılır. Böyle bir kadın abdestini alıp namazını kılar, orucunu tutar. Bu durum, ibadete ve karıkoca ilişkilerine engel teşkil etmez. İstihaza kanı, özürlülerde olduğu gibi, ilk olarak abdest alınıp namaz kılmacak kadar bir süre kesilmemek üzere tam bir namaz vakti devam eder, bundan sonra da her namaz vaktinde en az bir defa görülürse, sahibi özürlü sayılır.



Özür sahibi, her namaz vakti abdest alır. Abdestini bozan başka bir hal meydana gelmediği sürece, bir sonraki namaz vakti girinceye kadar abdestli sayılır. Bu arada özür kanının devam etmiş olması abdeste ve ibadete engel olmaz (eş-Sevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır, t.y., I, 253, 321).



Ebû Hanîfe'ye göre, özürlü kimselerin abdesti bir namaz vaktinin girmesiyle bozulmaz, çıkmasıyla bozulur. Ebû Yusuf'a göre, özürlünün abdesti hem namaz vaktinin girmesiyle, hem de çıkmasıyla bozulur. Meselâ; güneş doğduktan sonra alman abdest, Ebû Yusuf'a göre, öğle namazı vaktinin girmesiyle bozulur (bk. Özür mad.)



İmam Şafiî'ye göre, özürlünün her namaz için abdest alması gerekir, onun abdesti, kıldığı namazı bitirince son bulmuş olur.



Sonuç olarak istihaza kanı, cinsel organdaki bir rahatsızlık sonucu ortaya çıktığı için bunun sahibi genel olarak özürlünün tabi olduğu hükümlere tabi olur (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1402/1982, I, 39 vd.; İbnu'l-Humâm, Fethu'l-Kadir, Mısır, 1389/1970, I, 179- 185; el-Fetâvâ'l Hindi, ;ve, Beyrut 1400/1980, I, 37-41).



Şâmil İA



M ET i N



Kadın yeni hayız görenlerden ise nifasın çok müddetinden daha fazla devam eden kan istihaza (hastalık kanı) dır. Âdeti varsa âdetine havale edilir. Hayız da öyledir. Kan her ikisinin çok müddetinde yahut daha önce kesilirse hepsi nifastır. Kezâ hayzın arkasından tam temizlik devresi gelirse o da öyledir. Aksi takdirde âdetine itibar edilir. Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal eder. Bununla fetva verilir. Tamamı Mülteka üzerine yazdığınız derkenardadır.



ikiz doğuran kadının nifası birinci çocuktan başlar. İkizler, aralarında yarım yıldan az müddet olan çocuklardır. Üçüzler de öyledir. Sahih kavle göre velev ki birinci ile üçüncü arasında yarım yıldan fazla zaman olsun. İddetin bitmesi bilittifak son çocuktan başlar. Çünkü bu iş rahmin boşalmasına bağlıdır. Düşürülen cenînin el, ayak, parmak, tırnak ve saç gibi bazı uzuvları belli olursa çocuk hükmündedir. Cenînin uzuvları ancak yüz yirmi günden sonra belli olur. Kadın onunla nifaslı olduğu gibi cariye de ümmü veled olur. Erkek tâlik yapmışsa onunla hânis olur. İddet de onunla biter. Ceninin hiç bir uzvu belli değilse bir şey değildir. Kadından gelen kan üç gün devam eder ve ondan önce tam bir temizlik devresi geçerse hayızdır. Böyle olmazsa istihazadır.



Düşen ceninin hâli ve kadının hamilelik günlerinin sayısı bilinmezse kan devam ettiği takdirde yüzde yüz hayız olduğunu bildiği günlerde namazı bırakır. Sonra yıkanır ve namazını özürlü gibi kılar.



İ Z A H



Nifasın çok müddetinden daha fazla devam eden kan yalnız yeni hayız görenler hakkında istihaza sayılır. Kadının adeti tesbit edilmişse âdetine havale olunur. Yani adetinden ziyade gelen kan hastalık kanı olur. Sâdece nifasın çok müddetinden fazla gelen kanı istihaza saymakla iktifa edilmez.



Şârih «Âdetine havale olunur.» sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh âdetini kan görmekle veya temizlik devresi ile bitiren kadına şâmildir. Ama bu, İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre âdetini kan görmekle bitirirse öyledir. Fakat temizlik devresiyle bitirirse öyle değildir. Dunun izahı Asıl nâm kitabta şöyle yapılmıştır: Kadının nifastaki âdeti otuz gün olur da kanı yirmi günde kesilirse adeti tamam oluncaya kadar on gün kan görmezse namazını kılar: orucunu tutar. Sonra tekrar kan gelir de devam üzere akarsa kırk günü geçtiğinde otuzdan fazlası istihaza olur. On gün zarfında tuttuğu orucu kâfi gelmez, kazası icab eder. İmam Muhammed'in mezhebine göre ise bu kadının nifası yirmi gündür. Ondan sonra tuttuğu orucu kaza etmez. Bunu Bedayi'den naklen Bahr kaydetmiştir.



«Hayız da öyledir.» Yani ilk defa hayız gören bir kadından on günden fazla kan gelirse, fazlası istihaza olur. Âdet sahibi olan kadın ise âdetine havale edilir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.



«Yahut daha önce» ifadesinden murad; kan nifas veya hayzın çok müddetinden önce kesilir de âdetinden fazla olursa hepsi nifastır demektir. Bahr nâm eserde şöyle deniliyor: «Çok müddetinden fazla» diye kayıd etmesi yalnız âdetinden fazla olup çok müddetinden fazla olmadığısurette sonunda sahih bir temizlik devresi gelmek şartiyle bilittifak hayız sayıldığı içindir. «Hayzın arkasından tam bir temizlik devresi gelirse o da öyledir.» ifadesi hakkında Bahr sahibi şunları söylemiştir: «Tam temizlik devresi diye kayıdlamamız şundandır: Kadının her ay başında meselâ beş gün hayız görmek âdeti olsa da altı gün kan görse altıncı günde hayız sayılır. Bundan sonra ondört gün temizlik devresi geçirerek bir gün daha kan görürse âdetine havale edilir ki, o da beş gündür; altıncı gün istihaza olur. O günde terk ettiği namazları kaza eder.» Sirâc'da da böyle denilmiştir.



Halebi diyor ki: Bunun nifastaki sureti şudur: Kadının her nifasta âdeti otuz gün kan görmek olur da sonra bir defa otuz bir gün kan görür; arkasından ondört gün bir temizlik devresi geçirir ve hayzını görürsa bu kadın âdetine havale edilir. Adeti otuz gündür. Ziyade olan bir gün temizlik devresi olan onbeş günden sayılır.»



Şârih; «Âdet bir defada sâbit olur; bir defada intikal eder.» sözüyle kadının tam temizlik devresinden sonra ikinci defa gördüğü kanın kendisi için âdet olduğuna işaret etmiştir. Bu bir defada intikale misâldir. Bir defada sâbit olmasına misâl şudur: İlk defa hayız gören bir kadın sahih bir hayızla salih bir temizlik devresi geçirdikten sonra kendisinden devam üzere kan gelse, gerek hayzı gerekse temizliği hususunda âdeti ilk gördükleri olur. Onlara havale edilir. Lâkin evvelce Birgivî'den naklen beyan ettiğimiz vecihle bu mesele temizlik devresinin altı aydan az olmasiyle kayıdlıdır. Aksi takdirde temizlik devresi altı aydan bir saat noksan olur; hayzı ise hâli üzere bırakılır.



Şârihin: «Bununla fetva verilir.» dediği kavil İmam Ebû Yusuf'undur. Tarafeyn buna muhâliftir. Sonra buradaki hilâf aslî âdet hakkındadır. Aslî âdet, kadının iki defa yahut daha fazla peşipeşine aynı mikdarda hayız ve aynı mikdarda temizlik devresi görmesidir. Yapma âdet hakkında hilâf yoktur. Meselâ; kadın birbirine uymayan temizlik devreleri ve kezâ birbirine uymayan hayız günleri geçirirse yapma âdet muhâlefi görülmekle bilittifak bozulur. Bunu Nehir sahibi kaydetmiştir. Tam izahı Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablardadır.



Birgivi, risâlesinin derkenarında âdet intikalinin hayzın en mühim bahislerinden biri olduğuna tenbihte bulunmuştur. Çünkü çok vukubulur; anlaması güçtür; icrası müşkildir. Risâlede beyan edildiğine göre bu hususta kaide şudur: Âdete muhalefet nifasta olursa kan kırk günden fazla geldiği takdirde âdet bâkidir. Kadın ona havale edilir. Âdetinden geri kalanı istihazadır. Kırk günü geçmezse kadının âdeti, kan gördüğü günlere intikal eder ve hepsi nifas sayılır. Muhâlefet hayızda olursa kan on günden fazla geldiği takdirde ödetin zamanı hakkında nisab (ölçü) konulmamışsa âdet zaman itibariyle intikal eder; sayı itibariyle ilk hayız gördüğü hâli olduğu gibi kalır. Âdet hakkında nisab konmuşsa yalnız âdet zamanındaki hayız olur. Geri kalanı istihazadır. Görülen kan sayı itibariyle âdetine müsavî ise âdet bâkidir. Musavî değilse âdet sayı itibariyle noksan gördüğüne intikâl eder ve on günü geçmezse hepsi hayızdır. Sayı ile âdet müsavî değillerseikincisi âdet olur. Böyle değilse sayı hâli üzere kalır. Birgivî bundan sonra buna misâller vererek makamı izah etmiştir. Bu risâleye ve bizim yazdığımız şerhine müracaat et!



«Tamamı Mültekâ üzerine yazdığımız derkenardadır.» diyen şârih, orada bizim yukarıda Sirâç'dan naklen anlattıklarımızı söylemiştir. «Tamamı» dediği yalnız intikal meselesi değil, bütün söyledikleridir. Zira orada söyledikleri buradakinden fazla değildir. Anla!



TETİMME: - Ulema âdet sahibi bir kadının mücerred adetinden fazla kan görmekle namazı ve orucu bırakıp bırakmayacağında ihtilâf etmişlerdir. Bazıları on günden fazla olması ihtimalini gözönünde bulundurarak bırakamayacağını söylemiş; birtakımları asılla istishap ederek: «Evet bırakır» demişlerdir. (Asılla istishap, asılın şimdiki haline bakarak gelecekte de öyle olacağına istidlâl etmektir.) Nihâye, Fethü'l-Kadîr ve diğer kitablarda bu, sahih kabul edilmiştir. Nifas hakkında da hüküm budur. İlk defa hayız gören hakkında dahi ihtilâf etmişlerdir. Sahih kavle göre böyle bir kadın kanı görür görmez namazı, orucu bırakır. Nitekim Zeylaî de aynı şeyi söylemiştir. İhtiyaten kocası hâlini yüzde yüz anlayıncaya kadar bu kadına yaklaşmamalıdır. Bunu Nûh Efendi söylemiştir.



İkiz doğan çocuklarda ikinci çocuktan sonra görülen kan kırk gün içinde olursa birinci nifastan sayılır. Aksi takdirde bu kan istihazadır.



Rivayete göre Ebû Yusuf, İmam A'zam Hazretlerine: İki çocuk arasında kırk gün olursa,! ne buyurursun?» diye sormuş, Hazreti İmam: «Bu olamaz!» cevabını vermiş. «Ya ölürse!» deyince, Ebu Yusuf: Patlasa da kadına ikinci çocuktan nifas yoktur. Lâkin bu kadın ikinci çocuğu doğurduğu zaman yıkanır ve namazını kılar,demiştir. Ziya ve diğer kitaplarda da bildirdiği vecihle sahih olan budur. Bu kimse Hazain'in derkenarından alınmıştır.



Bazıları: «İki çocuğun arasında kırk gün olursa kadına nifas ikinci çocuktan icab eder.» demişlerdir. Nihâye ve Bahr nâm eserlerde bildirildiğine göre sahih olan kavil birincisidir. Sonra musannıfın beyan ettiği kavil Şeyhayn'ındır. İmam Muhammed'le Züfer'e göre nifas ikinci çocuktan başlar. Birincide gördüğü kan istihazadır. Hilafın semeresi Nehir adlı kitabtadır.



Musannıf: «İddetin bitmesi bilittifak son çocuktan başlar..» sözüyle birinci meselede hilâf olduğuna işaret etmiştir. Nitekim beyan ettik. «Çünkü bu iş rahmin boşalmasma bağlıdır.» cümlesindan murad; iddetin bitmesi, rahimin boşalmasına bağlıdır, demektir. Rahim ise ancak içindekilerin tamamen çıkmasiyle boşalır. Bunu Tahtavi söylemiştir.



«Bazı uzuvları belli olursa ilah..... » cümlesi hakkında Bahr sahibi «Maksad ruh verilmesidir. Yoksa uzuvların belli olması daha önceden görülür.» demiştir. Ama maksadın onun söylediği gibi olmasına imkan yoktur. Bu meseleyi Bedayi' ve diğer kitablar şöyle izah etmişlerdir: Ana karnında cenîn kırk gün nutfe (menî), kırk gün kan pıhtısı ve kırk gün et parçası olarak kalır, Ikdü'l-Ferâid adlı eserde de şöyle anlatılmıştır:



«Ulemanın beyanlarına göre kadının hamli et parçası yahut kan pıhtısı bulunduğu ve hiç bir uzvu yaratılmadığı müddetçe kanı indirmek için ilâç kullanması mubahtır. Bu müddeti ulema yüz yirmi gün olarak takdir etmişlerdir. Bunu mubah görmeleri, cenin henüz insan olmadığı içindir.» Nehir'de de böyle denilmiştir.



Ben derim ki: Lâkin buna göre Bahr sahibinin sözü müşkil olur. O : Uzuvların belli olması daha önceden görülür.» demiştir. Hem bu söz sahih hadîs kitablarının bazılarındaki şu rivâyete de uygundur:



Nutfenin üzerinden kırk iki gece geçdi mi A L L A H ona bir melek gönderir. Melek ona şekil verir. Kulağını, gözünü ve cildini yaratır.» Keza bu söz hekimlerin söylediklerine de uygundur.



Dâvût-u Antaki Tezkire adlı eserinde hülâseten şunları söylemiştir «Hamilelik halleri yedidir. Birinci hal bir haftaya kadar devam eden su halidir. Ondan sonra haricî zar teşekkül eder ve iç kısmı bitişerek nutfe olur. Bu ikinci haldir. On altı güne kadar uzamalar meydana gelir ve kırmızı pıhtı haline döner. Bu üçüncü haldir. Sonra et parçası olur. Bu dördüncü haldir. Ve ortasında kalbin sonra beynin şekli yirmi yedi günde meydana gelir. Sonra otuz iki günde çizgiler halinde ayrı kemiklere dünüşür. Erkek çocukların halk edildiği on ay, müddet budur ki, eksik ve fazla olmamak şartiyle elli güne kadar devam eder. Beşinci hal budur. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne kadar kemikler et kaplar. Altıncı hal budur. Sonra öncekilere uymayan bir şekle girer. İç boşlukları garîzi (tabii) kuvvetle doldurulur. Ve his, hatta tabii büyüme zahir olur. Bu devrede artık yüzüncü güne kadar cenin nebat gibi olur. Yüz, günden sonra yirmi güne kadar uyuyan hayvan gibi olur. Ve kendisine hakiki ruh verilir.



Bu suretle feylesoflarla Peygamber (s.a.v.)in beyan buyurduğu hakikat arasındaki hilaf kalkmış, olur. Feylesoflar cenîne yetmiş günde can verildiğine hükmetmişlerdir. Çünkü hadîsde beyanı edilen tabiî ruhtur ki, bu nebâtatla mevcuddur. Filozofların bahsettikleri ise yalnız insana mahsus olan ruhtur.



Şeyh Dâvüd'un Tezkiresinde beyan ediğine göre; Cenîn otuziki günden elli güne kadar çizgi halinde kemikler peyda etmeye başlar. Sonra gıdayı emer ve yetmiş beş güne kadar kemiklere et kaplanır. Daha sonra his ve büyüme meydana gelir. Artık yüz güne kadar nebât gibi. Bundan sonraki yirmi gün zarfında uyuyan hayvan gibidir. Bunun ardından ona hakikî insan ruhu üfürülür.» Bu satırlar hulasa olarak alınmıştır.



Evet, bazılarının naklettikleri vecihle ulema cenine ruh verilmesi ancak dört aydan sonra, yani dört ayın akabinde olduğuna ittifak etmişlerdir. Nitekim bunu bir cemaat bildirmişlerdir.



İbn-i Abbâs'tan cenîne dört ay on günden sonra ruh verildiği rivâyet olunmuştur. İmam Ahmet bununla amel etmiştir. Ama bu, uzuvlarının daha önce yaratılmasına aykırı değildir. Çünkü ruh verilmesi ancak yaratıldıktan sonra olur. Bu hususta sözün tamamı Nevevî'nin el-Erbain nâmındaki eserinin dördüncü hadîsinin şerhindedir. Ona müracaat et!



Çocuk düşüren cariyenin ümmü veled olması, sahibinin çocuk bendendir diye iddia etmesine bağlıdır. Bunu Kuhistânî, Tahtâvi şerhinden nakletmiştir. Erkek karısına: «Doğurursan boş ol!» yahut «Doğurursan boş, ol diyerek talik yaparsa düşürülen çocukla hânis olur (yemini bozulur). Bunu da Kuhistanî söylemiştir.



günlerden murad; yüzde yüz temizlik devresi olduğunu kestiremediği günlerdir ki, o günlerde gördüğü kan kırk günün ilk onunda, son on günde ve sadece hayız olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde olduğu gibi hayza da, nifasa da şâmildir.



Şârihin: «Sonra yıkanır ilah...» sözünden maksad, kadının nifasla tuhur arasında tereddüt ettiği, yahut yalnız temiz olduğunu yüzde yüz bildiği günlerde yıkanır, demektir. Bu şârihe aferinler olsun ki, bizim Bahr'dan ve başkalarından naklen, Nehir'deki beyanatın da ilavesiyle arz ettiklerimizi ve bu kadının özürlüler gibi namaz kılacağını en kısa ibâre ile ifade etmiştir. Anla!



M ET İ N



Hayızdan kesilmek bir müddetle sınırlı değildir. O kadının öyle bir yaşa varmasıdır ki, o yaşda bu kadının emsali hayız görmezler. Kadın o yaşa varır da kan görmesi kesilirse hayızdan kesildiğine hükmolunur. Ama kesildikten sonra gördüğü kan yine hayızdır. Aylarla beklediği iddet bâtıl, nikâhlar fâsid olur. Bazıları hayızdan kesilmenin elli yıl ile sınırlanacağını söylemişlerdir. Zamanımızda kolaylık için itimad ve fetvâ buna göredir. Bunu Mücteba ve diğerleri kaydetmiştir. Musannıf İddet Bâbında hayızdan kesilmeyi elli beş yıl ile tehdit etmiştir.



Ziya nam eserin sahibi: «İtimad bunadır.» demiştir. Kadının bu müddetten sonra gördüğü kan zâhir mezhebe göre hayız değildir. Meğer ki hâlis kan olsun. Bu takdirde hayızdır. Onu görmekle aylarla beklediği iddet bâtıl olur. Lâkin bu aylarla iddet bitmeden gördüğüne göredir. İddet bittikten sonra görürse bâtıl olmaz; nikâhlar da fasid olmaz. Cevhere ve başkalarında bildirildiğine göre fetvâ için tercih edilen kavil budur. Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.



İ Z A H



Fethü'l-Kadîr'in İddet Bahsinde Muhit'ten naklen bildirdiğine göre hayızdan kesilmenin sınırlı bir müddeti olmaması Ebû Hanife'den bir rivâyettir. Bunu Halebî söylemiştir. Kadının emsali hakkında Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbında: «Emsalden murad; bedenin terkibi, semizlik ve zaiflik hususunda benzerlik olabilir.» deniliyor. Bununla birlikte cinsinin de itibara alınması mutlaka lazımdır. denilebilir. Çünkü bundan sonra Fethü'lKadîr'de İmam Muhammed'in Rum kadınlarında hayızdan kesilmeyi elli beş, sair kadınlarda altmış yıl olarak takdir ettiği bildirilmektedir. Çok defa memleketi dahi nazarı itibara alınır. Rahmeti'nin beyanına göre bu mesele kaydedilmelidir.



Bir kadın emsalinin hayızdan kesildikleri yaşa varmadan hayızdan kesilirse iddetini hayızlarla bekler. Zira temizlik devresinin çoğu için had hudud yoktur. Bunu Rahmeti söylemiştir. Şu hale göre çocuğunu emzirdiği müddette kan görmeyen emzikli kadının iddeti ancak hayızlarla geçer. Nitekim İddet Bâbında sarahaten gelecektir.



Sirâç sahibi diyor ki: «Ulemadan birine: Emzikli bir kadın hayız: görürse hayız olur mu? diye sorulmuş da: O, hayızdır. İddet onunla biter cevabını vermiştir.»



Kadın emsallerinin hayzından kesildikleri yaşa varır da hâlâ kendinden kan gelirse hayızdan kesilmiş sayılmaz. Bu sözün mânâsı, kanı âdeti günlerinde görürse demektir. Çünkü bu takdirde onun adeti olduğu meydandadır. Âdetin dönüp gelmesi hayızdan kesilmeyi ibtâl eder. Sonrabazıları bunu kan çok akarsa şeklinde tefsir etmişlerdir.



Maksadları hafif ıslaklık ve benzeri bir şeyden ihtirazdır. Kanın kırmızı veya siyah olmasını da şart koşmuşlardır. Kan sarı veya yeşil yahut toprak rengi olursa hayız değildir; demişlerdir. Birtakımları hiç yorumda bulunmayarak: «Kanı adeti vechile görürse şu mânâda ki, hayızdan kesilme yaşından önce sarı renkte görür; şimdi de sarı renkte gelirse yahut koyu kan görür; .şimdi de öyle gelirse hayız olur.» demişlerdir. Bu satırlar, Fethü'l-Kadîr'in İddet Bâbından alınmıştır. Rahmeti'nin beyanına göre zahir olan kavil ikincisidir.



«Hayızdan kesildiğine hükmolunur.» cümlesindeki hükmün faydası o müddet zarfında kan görmezse iddetini aylarla beklemesidir. Bunu Tahtavi söylemiştir. Musannıf İddet Bâbında hayızdan kesilmeyi ellibeş yıl ile tehdit etmiştir. Bahr sahibi bunun Buhara ve Harem ulemasının kavli olduğunu söylemiştir.



Şârihin Hazâin derkenarında kendi yazısı ile şöyle dediği tesbit edilmiştir: «Kâdîhân ve diğer ulema fetvanın buna göre olduğunu söylemişlerdir. Allame Kâsım'ın «Nüket» nâmındaki eserinde Müfid'den naklen muhtar olan kavil budur denilmiştir. Feyz ve diğer kitablarda da bunun benzeri vardır.»



Kadının bu müddetten yani elli veya ellibeş yaşından sonra gördüğü kan zahir mezhebe göre hayız değildir. Onu görmekle aylarla geçirdiği iddet bâtıl olmaz. Meğer ki siyah veya koyu kırmızı renkte halis kan olsun. Bunu Dürer sahibi söylemiştir.



Rahmeti şöyle diyor; «Fethü'l-Kadir'den naklen yukarıda gördük ki, kan halis değil, fakat hayızdan kesilme yaşından önceki adeti esnasında aynı renkte gelirse hayız olur.»



Şârih: «Biz onu İddet Bahsinde tahkik edeceğiz.» diyerek vaad ettiği ibareyi iddet bahsinde şöyle der: «Hayızdan kesilen bir kadın aylarla iddet bekler de sonra evvelki adeti vechile tekrar kan gelirse yahut başka bir kocadan gebe kalırsa iddeti bâtıl, nikâhı fâsid olur, iddetini yeniden hayızla bekler. Zira halef olmanın şartı, asıldan hayzın kesilmesinin tehakkuk etmesidir. Bu da ölünceye kadar devam eden âcizle olur. Zâhir rivâye budur. Nitekim Gâye nam kitabta da böyle denilmiştir. Hidâye sahibi de bu kavli tercih etmiştir. Binaenaleyh onunla amel teayyün eder.



Bahr sahibi bu bâbta altı sahih kavil naklettikten sonra bunu söylemiştir. Musannıf da onu kabul etmiştir. Lâkin Behensî, Şehîd'in tercih ettiği kavli seçmiştir. Şehîd'e göre kadın iddetini aylarla bitirmeden kan görürse yeniden iddet bekler. Bitirdikten sonra görürse yeni iddet beklemez.



Ben derim ki: Sadrı'ş-Şeria, Molla Hüsrev ve Bâkânî de bunu ihtiyâr etmişlerdir.



Musannıf dahi Hayız Bâbında bunu kabul etmiştir. Şu hale göre nikâh caizdir. Kadın istikbalde iddetini hayızla bekleyecektir. Nitekim Hulasa ve diğer kitablarda bu kavil sahih bulunmuştur. Cevhere ile Mücteba'da: «Bu kavil sahih ve muhtardır. Fetva buna göredir.» denilmektedir. Kudûri de onu sahih kabul etmiştir. Onun sahih kabul etmesi Hidâye'nin sahih kabulünden evlâdır. Nehir nam eserde; «Şübhesiz bu kavil rivâyetlerin en doğrusudur.» deniliyor.