Günümüzde İstiaze Anlayışı:

Günümüz insanının istiaze anlayışı ve inancı üç bölümde özetlenebilir:



1) Allah tarafından, iyilik ve kötülük olarak bildirilen hüküm ve değerleri kabul etmeyip, Allah’a ve O’nun dininin hükümlerine sığınmayı reddedenler. Bunlar, şeytanın oyuncakları, şeytanın askerleri, şeytanın kul ve köleleri, şeytana tapanlar ve ins şeytanlarıdır.



2) Sözle, yani dilleriyle Allah’a sığındıkları halde, yaptıkları işleriyle şeytanın peşinden gidip, pek çok kötülüğü işleyenler. Bu durumdaki insanlar, gerçek anlamıyla Allah’a sığınmış değillerdir; O’na sığınmış olduklarını zannedenlerdir.



3) Allah’ın bildirdiği ve yapılmasını emrettiği ilâhî emirlerin tümünü iyilik (hayır), yasaklarını da kötülük (şer) kabul edip, bu inancın gereğini yerine getirenler. Bu özelliğe sahip olanlar, gerçek anlamda Allah’a sığınmış ve kötülüklerden korunmuş olanlardır.



Kur’an’daki âyetlerde ve Rasulullah’ın mübarek sözlerinde, insanların kaçınmak zorunda oldukları kötülükler açık olarak ortaya konulmuştur. Günümüzde, insanları, her türlü kötülüklerden korumak için öncelikle onlara bu kötülükleri tanıtmak gerekmektedir. Çünkü şeytanın ve onun temsilcisi olanların hilelerinden biri de kötülüğü, iyilik gibi göstermeleridir.



Ayet ve hadislerde bildirilen kötülüklerden en önemlileri: Şirk, şeytan, kibir ve büyüklenme, cehalet, vesvese, şehvet, heva, hased, şüphecilik, zulüm, gazab, cinler, tüm korkunç şeyler, sihir, büyü, büyücü kadınlar, korkaklık, cimrilik, kötü ömür, fitne, kabir azabı, âcizlik, tembellik, cehennem azabı, Deccal fitnesi, yoksulluk sefaleti, zenginlik gurur ve şımarıklığı, iyiliklerin azlığı, batıl inançlar... gibi kötülüklerdir.[505]



Şeytanın taktiklerinden biri de, küçük günahları, mekruhları önemsiz göstermek, sünnetleri, vacibleri olmasa da olur dedirtmektir. Şeytanın bu tâvizlerle açtığı gediğin giderek nasıl genişlediği çevremizdeki nice örnekten kolay anlaşılacaktır. Küçük görülen bir mekruh veya haram, kalpte siyah bir leke oluşturur. Sonra, önemsenmediği ve başka benzerleri de işlendiği zaman, bu mânevî leke, büyüye büyüye bütün kalbi, bütün bünyeyi kaplar. "Hiçbir küçük günah yoktur ki, önemsiz görüldüğü müddetçe büyüyüp büyük günah olmasın; Hiçbir büyük günah yoktur ki, tevbe çeşmesindeki gözyaşı suyuyla küçülüp yok olmasın." Sağlıklı bünyeye giren küçücük, gözle görülemeyen mikroplar, önemsenmez ve temizlenmezse, mikropların nasıl çabuk büyüyüp vücudun tümünü mahvettiklerini biliriz. Kanser, kangren gibi hastalıkların önceden tedbir alınınca hastalıktan kurtuluşun kolay olması, geciktikçe çözümün imkânsızlaşması, manevî mikrop ve hastalıklara da örnek olması açısından önemlidir.



Bir meyvedeki küçük bir çürüğün önemsenmemesi, çürüğün temizlenmemesi sonucunda meyvenin tümünün kısa zamanda ne hale geldiğini hepimiz biliriz. Yine, bir çürük meyvenin, içinde ilişkide bulunduğu ve aynı mekânı paylaştığı diğer sağlam meyvelere nasıl zarar verdiğini de bilmeyenimiz yoktur. Mânevî alanda da durum bundan farklı değildir.  İslâm’ın kendilerinden Allah’a sığınılmasını istediği kötülükler, işlendiği takdirde şeytanın, insana hakim olmasını sağlar. Bu kötülükler şeytanın giriş yollarıdır. Bunlarla şeytan kime yaklaşırsa, ya da kim şeytanın yeryüzündeki temsilcisi olursa, o kişi, artık hakikati göremez. Çünkü Allah'ın nuruyla bakamadığından basireti, firaseti kalkar, bakar kör olur. Tabii, dünyada görülmesi gereken hakkı göremeyenler, gerçek hayatta da kör olarak haşrolunacaktır.  



İnsanı kötülüklere sevkeden sebepler, genel olarak, insanın içindeki (dahilî) sebepler ve dışındaki (haricî) sebepler olarak iki bölümde incelenebilir.



İç sebepler: İnsan, arzu edebilen, herhangi bir şeye ilgi duyabilen sosyal bir varlıktır. Bu arzu ve ilgiyi tahrik eden etkenler, düşünceler ve hâtıralardır. Bunlar insanı ya iyiliğe, ya da kötülüğe çağırırlar. Genelde, onu iyiliğe çağıran duygu ve düşüncenin sebebine melek; kötülüğe çağıran sebebe ise şeytan denilmiştir. Şu halde, insanı içinden tahrik edip, onu Allah’a isyana sevkeden her türlü duygu ve düşünce şeytanîdir.



İnsanlığı kötülüğe sevkeden dış sebepler ise pek çoktur. Bunların başında, Allah’tan ve O’nun dininden uzaklaştıran insanlar, sistemler, görüşler ve bunların temsilcileri gelir.



İnsanı, içten veya dıştan, tahrik ederek Allah’a isyana sevkeden her şey, mü’min için bir zarar unsurudur. Bunun için o, kendisini Allah’a isyana sevkeden gizli ve açık düşmanlarıyla savaşmakla emrolunmuştur. İşte bu savaşta insanın ilk kullanacağı silahı istiaze’dir. Kur’an’daki şu ayetler bu gerçeği ifade eder:



“Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan, dinini din edinmeyen kimselerle, küçülüp elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın.” (Tevbe: 9/29)



“Şeytan sizin düşmanınızdır. Siz de onu düşman tutun.” (Fâtır: 35/6)



“Sana gelen her kötülük de kendindendir.” (Nisa: 4/79)



İnsan, dünyada iyilikle kötülüğün savaşını yaşar. Bu savaş, karanlıkla aydınlık gibidir. Biri galip olursa, diğeri bulunmaz. Bu savaşa insan, düşmanını iyi tanıyarak başlamalıdır. Burada bilinmesi gereken hakikat, insanın, içindeki düşmanla savaşının, dışındaki düşmanla savaşından daha önemli olduğudur. Çünkü içteki şeytanî duygu ve düşünceler yok edilmeden dış düşmanla savaşılamaz. Ayrıca insan, dıştaki düşmanla savaşında ölürse şehid olur. Allah’ın bir emrini yerine getirdiği için de sevabını alır. Fakat iç düşmanıyla mücadelesinde yenilirse, müslüman olarak ölememe ihtimaliyle karşılaşır. Bu durum ise, Allah’a sığınılacak çok büyük bir kötülüktür. Rasulullah’ın (s.a.s.): “Allah’ım, ölüm anında şeytanın beni istilâ ederek yaptıklarımı boşa çıkarmasından, senin doğru yolundan yüz çevirmiş olarak ölmekten sana sığınırım.” buyurarak Allah’a sığınması bu hakikati bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır.                                     



Her asırda olduğu gibi, günümüzde de insanlığın uğradığı en büyük felaketler, kendi içinden gelen ve zihnine hâkim olan kötülüklerdir. İnsanın, iç dünyasındaki bozukluk, imansızlık, iradesizlik, yanlış düşünce, aldanış, şüphecilik ve vesvesecilik insanî özelliklerin yok olmasına yol açmıştır. Bu günkü toplum fotoğrafımız, kişisel görüntüde nefret, bencillik, stres, bunalım, cinayet, intihar... toplumsal  manzaramızda tek kelimeyle fesat, düzen açısından ise...



İnsanın kalbinde ve düşüncesindeki kötülükler, ya yanlış itikadlardan veya kötü işlerden oluşur. Kim, yaptığı işleriyle şeytanın peşinden giderse, dili ile Allah’ı ansa da o, şeytanın yolundadır. Bu duruma düşmüş insanların gizlice itaat edip dostluk kurdukları şeytandan gelen vesveseyi yok edebilmeleri, Allah’a imanla mümkündür. Rasulullah’a gelip, “Ey Allah’ın Rasülü, içimizde (vesveseden) olduğuna inandığımız bazı şeyler buluyoruz. Onları size söylemeyi uygun bulmuyoruz.” diyen sahabilere Rasulullah’ın “Bu, imanın açık belirtisidir.” buyurması bu gerçeğin isbatıdır. Gerçek anlamda Allah’a iman, şeytanın içinize attığı vesveseyi kabullenmenize engel olan imandır. Şeytanın vesvesesini küçük görmemek, Allah’ın azabına sebep olmasından korkmak, kişinin imanının açık belirtisidir. Şeytan ve onun işi olan tüm kötülüklerden kaçınılmadıkça, Allah’a itaat edilmiş olunamaz. Mü’minin görülebilen ve görülemeyen pek çok düşmanı vardır. O halde bu düşmanlar, insanı hak yoldan uzaklaştırmaya kasd ettikleri zaman insan, her şeye galip olan mutlak Rabb’e sığınmalıdır. Çünkü Allah, emirlerine uyup yasaklarından kaçınmayı kötülükleri yok etmek için bir vesile kılmıştır. Allah, insanın açlığını ve susuzluğunu gidermek için yemeyi ve içmeyi nasıl sebep kılmışsa, ilâhî emirlerin gereğini de insanların mutluluğuna bir sebep kılmıştır.



İnsanlığın fikir ve yaşantısının karanlıklardan kurtulması, sapıklık dalgalarından korunması, ancak âlemlerin Rabbi Allah’ın yardımıyla mümkün olur. Allah’ı Rab olarak tanımayanlar, O’nun emirlerini anlamak istemeyenler, kendi arzu ve heveslerinin gereğini yerine getirmek için hiç bir ölçü tanımayanlar, hakka, gerçeğe saygı duymazlar. Kötüyü iyi zannederler. Onların bu tarzdaki yaşayışları, gerçeği görmelerine engeldir. İslâm âlimlerinin şu sözü bu konuya açıklık getirmektedir: “Yediği, içtiği haram olan bir insan, iyiliği ve kötülüğü ayıramaz.” Bâtıl peşinde koşanlar, hangi asırda olurlarsa olsunlar Kur’an’dan hidayet alamazlar.



İnsanları, Allah tarafından emrolundukları şeyleri yapmaktan alıkoyacak, onları Allah’ın emrinin hilafına sevkedecek tuzaklar, günümüzde her zamankinden daha fazladır. Öyleyse Allah’a nasıl sığınmalıyız? O’na sığınış tarzımız nasıl olmalıdır?[505]