Gazaba Uğrayanlar, Hakkı Sadece Kendi Mezhebinden Kabul Ederler

            Gazaba uğrayanların özelliği, dinde, mezhepte veya tasavvufi meşrebte belli bir taifeye müntesip olanların bir çoğunda olduğu gibi itikadlarında gerekli olmayana uymamakla



birlikte müntesip olduğu kendi cemaatinden   başkasının gerçeklerini kesinlikle kabul etmez.   Onlar, İslâm dininin Rasûlullah'ın dışında hak, görüş ve rivayet olarak kimden gelirse gelsin hiçbir şahıs ayırtetmeksizin o kimsenin getirdiği



görüşe uymanın gerekli olduğunu bildirmesine rağmen, sadece kendi cemaatlerinin görüş ve rivayetlerini kabul ederler. "Halbuki, hikmet  müminin kaybolmuş malıdır, onu nerede bulursa alır." (76)



            Bir mezhebe tabi olan kimsenin kalbinde bir şahıs büyükleşir. Babalarını veya beldesinin halkını taklîd ederek düşünmeden O şahsa uyar. Bu sapıklığın ta kendisidir. Çünkü söyleyene değil söylenen söze bakmak gerekir. Hz. Ali (r.a.)'ın dediği gibi: "Hak insanlarla bilinmez. Hakk'ı bil, hak ehlini tanırsın." Rasûlullah, ashabın ve selefin yaptığı ve emrettiği her hayır hayırdır, dînî konularda sonraki kişilerin uydurdukları her  sapıklık ve şer de sapıklık ve şerdir. Şüphe yok ki mezhep dinde bid'attir. Emir ve sultanlar mezhebi, siyasetlerine uygun olması veya arzularına tabi olması, mevki ve makamlarını korumak veya şeyhlerin körükörüne taklid edilmesi için ortaya atmışlardır. Bu durum tarih bilgisine vakıf olan herkes tarafından bilinmektedir.



            Şah Veliyyullah ed-Dehlevî "Tefnimâtü'l-İlâhiyye"de(1/206) şöyle der: "Halkı -özellikle günümüzde- her bölgede öncekilerin mezheblerinden bir mezhebe bağlı olduklarını görürsün. İnsanın bir meselede bile olsa taklid ettiği mezhebten ayrılmasını, dinden çıkmış gibi görürler. Sanki o mezhebin sahibi, gönderilmiş peygamberdir. Ona itaati farz olarak kabul ederler. Hicri 4. yüzyıldan önceki imamlar ve asırların en hayırlısı olan insanların hiçbiri, bir mezhebe bağlı değillerdi."



            Ebu Talib el-Mekkî. Kûtu'l-Kulub adlı kitabında şöyle der: "Fıkıh ve fetva kitapları yazmak, bir mezhebe göre bir görüş beyan etmek  veya fetva vermek, sonradan ortaya çıkmış şeylerdir. Önceki insanlar her konuda bir mezhebin görüşüne uymuyorlardı. Fakat halk ise ister Medineli isterse Kûfeli olsun alimleri nerede bulursa onlardan memleketlerindeki ya da hocalardan abdestin keyfiyetini, guslü, namazı, zekâtı, haccı, alış-verişe taalluk eden meseleleri ve benzeri konuları öğreniyorlardı, verdikleri fetva ile de amel ediyorlardı. O âlimlerden hadis ehli olanlar hadislerin ve rivayetlerin (â'sar) açıkladığı konuda ancak şeriat sahibi peygamberi (a.s.) taklid ederler. O kişiler, hadis ve rivayetlerin bulunmadığı konuda ise kendisine delil ulaşana kadar âlimlerin görüş ve sözlerine uyarlardı.



            Onlardan tahric ehli ise kendisinde nassın bulunmadığı konular üzerine fıkıhçıların kaide ve esaslarını düzenleyip, tahric ediyorlardı.



            Halkın bir mezhebe bağlı olmayı gerekli gördükleri bir zamanda İbn-i Arabî (77) gibi bazı ehl-i keşif kimseler mezhebe bağlı olmayı uygun bulmuyorlardı.



            (İbn-i Arabî) "Futuhatû'l-Mekkiye" ve diğer kitaplarında şöyle diyordu: Bir kul, mezhebe bağlı olan toplumun meclisine girdiği zaman başkasını görmüyor. O kimseye, imamınında görüşlerini aldığı kaynağa inmesi gerekir. O zaman bütün imamların da faydalandığı denizin bir olduğunu görür. Böylece mezhebe olan bağlılığı haliyle gider. Ve sonra önceden itimat  ettiği şeyin hilafına, bütün mezheblerin bir olmasına



hükmeder.



            Bazıları, insanlar ihtilafa düşmesin diye ya da rüyasında ve benzeri şeylerde gördüğü tercih sebeplerinden dolayı mezhebe bağlılığı gerekli görüyordu.



            Tedkîk ehli büyük âlimlerden Ebu Muhammed el-Cuveynî gibi bazıları, bir amel konusunda veya başkasına verdiği fetvasında hiç bir mezhebe bağlı kalmadılar. Ve Cuveynî, el-Muhît adlı kitabını bir mezhebe bağlı kalarak tasnif etmeyi uygun görmemiştir." Bu mesele insanları korkuttu. Fitne ve taassupları ortaya çıkarttı.



76) Hadis zayıftır Tirmizî 5/51; İbni Mace. 2/1395 ahric etmiştir. Bazı ilim talebelerin zannettiği gibi sahih bir hadis değildir. Tirmizî'nin kendisi zayıf olduğunu söyleyerek şöyle der: "Bu hadis gariptir. Ancak bu cihetle bilmekteyiz, İbrahim bin Fadl el-Medenî el-Mahzunî, hıfzı yönüyle zayıf sayılmıştır." Mişkatul-Mesabihte (1/70) muhaddis Şeyh el-Bani; Takrib'te olduğu gibi metruk terkedilmiş) birisidir; demiştir. İslâhu'l-Mesâcid (Kasimî, s. 127 kitabının tahkikinde de şöyle der; "Senedi çok zayıftır."



77) O; sapıklık ve şirk dolu olan Fusûsü'l-Hikem. Futuhatü'l-Mekkiyye gibi bir çok tasavvuf! telifleri bulunan Muhyıddin ibni Arabî et-Taî'dir. Bakınız: Mecmu' Fefâvâ Şeyhu'l-İslâm İbni Teymiye, 2/130-131. 240-248 ve 11/426-251.