İnfak

Kime Yapılır?



        



Müslüman insan önce kendisi için infak etmelidir. Çünkü vücut ona bir emanettir ve onun bütün ihtiyaçlarını karşılamak müslümanın görevidir. Hayatı devam ettirmek, ibadet yapabilmek ve başkalarına yardım edebilmek, bedenin sağlıklı ve dirençli olmasına bağlıdır.



Müslüman sonra da başkalarına infak eder. Başkaları dediğimiz insanlar da iki gruptur:



c1- Kişinin, bakmakla yükümlü olduğu kimseler. Bunlar da evlenme ve akrabalık dolaysıyla yardım edilmeye layıktırlar.



Kişi;  eşine, anne-babasına, çocuklarına ve yukarıda sayılan diğer akrabalarına infak etmek zorundadır. Bu onun üzerine farzdır. Çünkü Kur’an bu görevi müslümana veriyor. Ayrıca evlerde hizmetçi olarak bulunan kimselere de ev reisinin bakması gerekir.



c2- Müslüman insanın, Allah (cc) rızası için O’nun yolunda yaptığı harcamalar. Ki bu çeşit infak ta farzdır. Kişi, gücü yettiği kadar, ihtiyaç oldukça başkalarına infak eder.



İnsanın, yakın akrabasına yapacağı infakın, vereceği nafakanın günün şartlarına göre olması gerekir.



İslâmın aile ve toplum hayatına getirdiği ölçülerin en güzellerinden biri de infak duygusudur. Bu ahlâk sayesinde hem ailedeki görevler yerine gelir, hem de toplumda kişiler arasında denge sağlanır, insanlar arasındaki sevgi bağı artar.



İslâmın, insanlar arasındaki dayanışmaya getirdiği en önemli tedbir ‘infak ahlakı’dır. Onunla insanlar mal denilen emanetin ne olup olmadığını anlarlar, onunla muhtaçlara ulaşırlar, onunla imanlarını kuvvetlendirirler, onunla sevgi bağları kurarlar, onunla toplumsal dengeyi sağlarlar, onunla kıskançlığı, düşmanlığı ve bir anlamda başkasının elindekine göz koymayı önlerler, onunla hırsızlığa, rüşveti, haksızlığı azaltmaya çalışırlar, onunla dünya kazancı karşısında küçülmezler, bilakis yücelirler. Onunla malın esiri değil malın efendisi olurlar ve onunla Allah rızasını kazanırlar.



Müslüman aileleri ve müslüman toplumları ayakta tutan en önemli bağlardan biri infaktır. Bu ahlâkı yeterince yaşamayan evler ve toplumlar çökerler.



Modern zamanlarda insanlar daha bencil ve daha cimri. İnfak anlayışı yok olmak tehlikesi ile karşı karşıya. Batılı ülkelerdeki egoizmin ve sevgisizliğin bir sebebi de bu mu acaba? Elindekini başkasıyla bölüşemeyen katı yürekli birisi, yarın kendisi muhtaç duruma düştüğü zaman yardımı hak etmeyen birisidir.



İnfakı unutan günümüz modern insanına bu muazzam ahlakı yeniden öğretmek gerekir.



İnfak, bütün nimetlerden, Allah’ın kullarını istifade ettirmektir. İnsanlara ulaşan ve onların faydasına olan her şey de nimet sayıldığına göre; kişi onlardan da gerektiği zaman infak edebilmeli.



Mü'minlerin bâriz vasıflarından birisi de mallarını infak etmeleridir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Onlar (mü'minler) gaybe iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler (yünfikûn)." (Bakara: 2/3) hükmü beyan buyurulmuştur. Hesap gününü düşünen her mükellef; malın bir imtihan sebebi olduğunu bilir ve mâlî ibadetlerini edâ etme hususunda titiz davranır. Elbette üretim, üretim araçlarının mülkiyeti ve tüketimin (tek kelime ile ekonominin).insan hayatındaki yerini inkâr etmek mümkün değildir. Ancak, tüketim hırsının alabildiğine kamçılanması ve hesap günü şuurunun yok edilmesi, başlı başına bir faciadır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Mü'min bir midesi ile yer, kâfir ise yedi mide ile yer."[505] buyurduğu sabittir. İbn-i Abidin: "Buradaki yedi rakamı mübalağa içindir. Bazı âlimler tarafından da Resûl-i Ekrem (sav)'in bunu mü'minlere bir "darb-ı mesel" olarak zikrettiği belirtilmiştir. Mü'min dünyaya karşı zâhiddir. Kâfir ise hırsla doludur. Dolayısıyla mü'min, yemeği "hayatını devam ettirebilmek ve ibadetlerini edâ edebilmek" için yemektedir. Küfredenler ise hırs, şehvet ve lezzet duygularını elde edebilmek için yemektedirler."[505] diyerek, meseleyi izaha gayret eder. Elbette yemek ihtiyacı insandan insana değişebileceği gibi, insanın çalıştığı işin zorluğuna veya kolaylığına göre de değişebilir. Şimdi "infak nedir?" sualine cevap arayalım.



Önce kelime üzerinde duralım. İnfak kelimesi Ne-Fe-Ka kökünden gelir, enfaka fiilinin masdarıdır. Nefaka'ş-şey'û; tükendi, yok oldu, azaldı. Enfaka; fakir oldu, yanında ne varsa gitti, yiyeceği tükendi. Nefaka'l-bey'û; satış arttı, revaç buldu. Nafaka; harcanan para veya ihtiyaçların (iaşe, giyim vs) tamamı için gerekli kazanç. el-İnfak; malı veya benzeri ihtiyaç maddelerini hayır yolunda harcamak, tüketmek.[505] Günümüzde insanlar arasında nafaka kelimesi sık sık kullanılmaktadır. Gerek boşanma davaları sonucu "nafaka bağlanması", gerek ferdlerin "nafakamı şu yolla elde ediyorum" şeklindeki ikrarları, bu kelimenin Türkçede sürekli kullanılmasını sağlamıştır. Nafaka; enfaka fiilinin masdarı olan infak'dan isimdir. İslâmî ıstılâhta "İnsan hayatının sürdürülebilmesi için, ihtiyaç olan şeylerin devamlı bir şekilde teminine nafaka denilir"[505] şeklinde tarif edilmiştir. Yaygın olan budur. Bazı fakihler ise; İmam-ı Muhammed'e (r.ha) "Nafaka; iaşe (yiyecek), giyim ve süknâ (meskende oturma) hakkıdır."[505] cevabını verdiğini esas alarak, bu tarifi benimsemişlerdir. Nafaka ile infak'ın birbirinden ayrılması mümkün değildir.



Kur'ân-ı Kerim'de: "Onların mallarında sâilin ve (iffetinden dolayı dilenemeyen) yoksulun da bir hakkı vardır." (Zariyat: 51/19) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'minlerin mallarıyla, dilleriyle ve canlarıyla cihad etmeleri, kat'i nasslarla emredilmiştir. İnfak amelinin edâsı için ilk rükûn imândır. Nitekim Hz. Aîşe (r.anha) validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte bu mahiyet açıkça beyan edilmiştir: "Bir gün Resûl-i Ekrem (sav); `Yâ Rasûlallah!.. Cahiliyye devrinde Abdullah İbn-i Ced'an, misafiri ağırlar, akrabayı ziyaret eder, köleleri kölelikten kurtarır ve komşularına iyilik ederdi. Bunların kendisine bir faydası olur mu?' diye sordum. Resûl-i Ekrem (sav): `Hayır! dedi. `O hiç bir zaman Allah'ım, ceza gününde beni bağışla!' demedi."



Yine Hz. Enes b. Mâlik'den (ra) şöyle rivayet edilmiştir: "Kıyamet gününde cehennem ehlinden olan kimseye denilir ki: `Baksana!. Dünya dolusu malın olsaydı (şu azaptan kurtulmak için) o malını fidye olarak verir miydin?' O kimse azabın şiddetini gördüğü için: `Evet!.. Muhakkak verirdim' der. Allahû Teâla (cc) şöyle buyurur: `Ben (dünyada) senden bundan daha kolay birşey istemiştim. Henüz ruhlar âleminde iken, bana hiçbir şeyi ortak koşmaman hakkında senden misak almıştım. Sen ise sözünden döndün. Bana ortak koşmaktan başka birşey kabul etmedin."[505]



İnfak amelinin edâsı için ikinci rükün, ihlâstır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de, muttaki mü'minlerin infak hususundaki tavırları izah buyurulmuştur:



"Yemeğe olan sevgilerine rağmen , yoksulu, yetimi ve esiri doyururlardı. `Biz size ancak Allah'ın rızası için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür istemeyiz. Çünkü biz Rabbimizden, o suratların ekşiyeceği çetin günden korkarız derlerdi, İşte bundan dolayı Allah, o günün şerrinden onları korumuş, (yüzlerine) bir güzellik, (kalplerine) sevinç vermiştir." (İnsan: 76/8-11)



Sahabe-i kiram infak amelini edâ için, genellikle gece karanlığından faydalanmıştır. Buna imkân bulamazlarsa, fakir kimse uyurken, infak edecekleri malı yanına bırakıp, oradan hızla uzaklaşmışlardır. Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Sağ elin verdiğinden, sol elin haberi olmasın."[505] tavsiyesi, nevafil hükmünde olan bütün infak için geçerlidir.



İnsanın fıtrî hallerinden birisi de iyilik gördüğü kimseyi sevmek, kötülük gördüğü kimseden de uzaklaşmaktır. Bu esasen her canlıda bulunan bir özelliktir. Fakat bazen öyle iyilik edenler olur ki, yaptığı iyiliği başa kakarak, insanı "keşke bu iyiliği yapmasaydı" dedirtecek noktaya götürür. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Mallarını (Allah yolunda) harcayıp da sonra o harcadıklarının arkasından başa kakmayan ve eziyet etmeyenler (yok mu?) Onların, Rabbleri katında mükâfatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir onlar." (Bakara: 2/262) buyurulmuştur. Yapmış olduğu iyiliği her fırsatta gündeme getiren ve karşısındakinin hislerini rencide eden kimse "infakını iptal etmiş" hükmündedir. Zira iyiliği başa kakmayan ve diliyle ezâ vermeyenler için korku kaldırılmıştır.[505] Diğerlerine gelince!.. Allahû Teâla (cc): "İyi (ve güzel) bir söz veya bir ayıbı örtme; ardından eziyet gelen (başa kakılan) bir sadakadan hayırlıdır. Allah (kullarının infaklarından) müstağnidir, halimdir." (Bakara: 2/263) hükmünü beyan buyurmuştur. Bilindiği gibi, güzel bir söz veya bir ayıbı örtmek için, mutlaka zengin olmak gerekmez. Her mü'min (zengin veya fakir) bu ameli edâ edebilir. Bu âyette, beliğ bir ûslûpla, önce infakta bulunan, daha sonra (bu sebeple) eziyet eden mükellefin, amelinin (sevap açısından) iptal edildiği haber verilmiştir. Dolayısıyla infak amelinin değişmeyen iki rüknü vardır. Birincisi iman, ikincisi ihlâstır.



Sahabe-i kiramdan Hz. Amr b. Cemuh (ra), Resûl-i Ekrem (sav)'e mallarını ne şekilde infak etmesinin gerektiğini ve öncelikle kimlere vermesinin münasip olacağını sormuştur. Bunun üzerine "Onlar hangi şeyi (ve kimlere) infak edeceklerini sana sorarlar. De ki `Maldan vereceğiniz nafaka öncelikle annenin, babanın, akrabanın, yetimlerin yoksulların ve ibn-i sebil in (yolcunun, misafirin) hakkıdır. Her ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allahû Teâla (cc) onu çok iyi bilendir." (Bakara: 2/215) âyet-i kerimesi nâzil olmuştur. Hz. Câbir (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerif'te Resûl-i Ekrem (sav) infak hususunda: “Evvelâ kendinden başla (ihtiyacını karşıla)!. Şayet bir şey artarsa âilene, âilenden de bir şey artarsa akrabana ver. Akrabana verdikten sonra bir şey artarsa şöyle ve şöyle yap.” buyurdu. Ve `önünde, sağında ve solundaki muhtaçlara ver' diye işaret etti.[505]



Kur'ân-ı Kerim'de: "(Sadakalar, infaklar) Allah yolunda kendilerini vakfetmiş fakirler içindir ki, onlar yeryüzünde dolaşmaya muktedir olamazlar. (Hâllerini) bilmeyenler, iffet ve istiğnalarından (hâllerini gizlemelerinden) dolayı onları zenginlerden sanır. Sen (ey Peygamber) o gibileri simalarından tanırsın. Onlar insanlardan yüzsüzlük edip de bir şey istemezler. Siz ne mal harcarsanız, şüphesiz Allah onu hakkı ile bilendir." (Bakara: 2/273) hükmü beyan buyurulmuştur. Resûl-i Ekrem (sav) gerçek fakiri şu şekilde tarif etmiştir: “Asıl fâkir ortalıkta dolaşıp dilenen, kendisine bir-iki hurma veya lokma yahut bir ekmek parçası verilen kimse değildir. Kendisine yetecek kadar rızk bulamayan, hâli bilinmediği için sadaka da verilmeyen, kimseden de birşey talep etmeyendir.”[505]



İslâm toplumu "iyilik ve takva hususunda yarışmayı" esas alan ferdlerin bir araya gelmesiyle hayatiyet kazanır. İman eden, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eden insanlar hüsrandan kurtulabilirler. İnfak amelinde, riayet edilmesi gereken en önemli prensip şudur: "Mükellef en sevdiği şeyi infak edecektir." Bu husus kat'i nasslarla sabittir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Siz sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcayıncaya kadar asla iyiliğe ermiş (birr-i taat) olamazsınız. Her ne infak ederseniz şühesiz Allah onu bilicidir." (Al-i İmran: 3/92) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i kerime inzal olunca, Sahabe-i Kiram infak hususunda birbirleriyle yarışmışlardır. Ensardan Hz. Talha (r.a); Mescid-i Nebi'nin karşısında bulunan ve "Beyraha" denen çok kıymetli bahçesini infak etmiştir.[505] Hz. Ömer (ra) malının en iyisi olan Hayber hurmalığını vakfeder.[505] Hz. Cabir (r.a): "Ben hicret edenlerden veya ensârdan, mal sahibi olup da infakta bulunmayan hiç kimseyi hatırlamıyorum." diyerek, sahabenin bu husustaki tavrını izah etmiştir.



Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Veren el, alan elden daha hayırlıdır."[505] buyurduğu bilinmektedir. Dolayısıyla mü'minler, en sevdiği mallarından, (ihlasla) infakta bulunmalıdırlar. İslâmî mücadelenin hedefine varabilmesi için iyilik ve takva hususunda birbirleriyle yarışan, muttakî mü'minlere ihtiyaç vardır. Bu husus asla unutulmamalıdır. [505]