Kelâmcı Kamplar

İman konusunda en mükemmel ve en doyumlu kuşak, hiç şüphesiz Hz. Peygamber (sav)'in ashâbı, yani dava arkadaşlarıdır. Onlar Rasûlullâh (sav)'a, Allah Teâlâ'nın Zâtı ve sıfatları hakkında soru yöneltmezlerdi. Bu da elbette ki ashâbın, sonraki kuşaklara oranla ne denli bir ruh ve ahlâk yü­celiğine eriş­tiklerini ve ne kadar güçlü şekilde ikna olduklarını göster­mek­tedir. Sahâbîler, imanî konularda yalnızca âhiret hayatına ilişkin merakla­rını Hz. Peygamber (sav)'e açar, daha çok dinin uygulamalı yön­leriyle ilgili so­rularını O'na yö­neltirlerdi.  Onların metafizik konularda akla başvurma­mış olmalarını asla bir yetersizlik olarak nitelememek gerekir. Bilakis sa­hâbe, ümmet tarihinde aklı gerektiği yerde en iyi kul­lanan kuşaktır. Onların yaşam tarzı ve uygarlık anlayışları; Ayrıca ge­rek fetihlerle gerçek­leştirdik­leri parlak başarılar, ge­rekse adalet ve ah­lakta sergiledikleri eşsiz örnekler bunu kanıtlamaktadır.



Fetihlerin doğal sonucu olarak İslam'a giren topluluklar bir türlü arı­namadıkları eski inançlarını İslam'a bulaştırmaya başlayınca Sahâbîler dö­neminden sonra çeşitli metafizik kavramlar aklın hakem­liği altında tartışılmaya başlandı. Gelişen bu diyalektik tartışmaların sonunda Ehl-i Sünnet'den ayrılan iki kelâmcı kamp oluştu. Bunların biri Mu'tezile, di­ğeri ise Mürcie'dir. [505]