Sosyal Ve Toplumsal Faktör Olarak İman:

Bilindiği üzere insanın, “konuşan hayvan”, “düşünen hayvan” ve “gülen hayvan” gibi ilim dilinde çeşitli tanımı yapılmıştır. Ancak bun­lar­dan pek de önemsiz olmayan bir diğer tanımını da şöyle yapmak müm­kün­dür: İnsan, inanan hayvandır. Çünkü inanmak basit içgüdü­sel bir olay de­ğil, bilakis psiko-entellektüel bir gerçektir; Zihinsel bir muhake­menin kesin sonucudur. Nitekim bu nedenledir ki “taklidi iman” ın bir değeri yoktur. Çünkü taklîdi imanda muhakeme ve değer­lendirme yok­tur.



Kişinin kendi vicdanında yaşayarak irâdesiyle ve belki birçok iç he­sap­laşmalardan sonra vardığı inanç denilen olay, konusuna göre önem taşır. Hele kişi, bu inancı başkalarıyla paylaşmak durumunda ise kuş­kusuz olay artık kişisel olmaktan çıkar. İnsanlığın hayat seyri içinde da­ima büyük önem taşımış olan Allah (cc)'a ve kutsal değere iman ko­nusu hiç bir za­man kişisel boyutta kısıtlı ve gizli kalmamış, bilakis sos­yal ve toplumsal gerçek­lerin en önemlilerinden biri olarak her çağda ön plana çıkmıştır.



Şunu unutmamak gerekir ki hemen bütün uyuşmazlıkların temel ne­deni felsefî ve imanîdir. Bunun istisnaları çok azdır. Görünürde sırf maddi çıkar kavgasından başka bir şey olmayan pek çok uyuşmazlıkla­rın arka pla­nında, (genellikle tarafların, birbirlerine karşı iç dünyala­rında) gizli bir ça­tışma vardır. Keza birlik, beraberlik ve uyum içinde olanların da genellikle ortak kutsal değerlere sahip bulundukları bir gerçektir.



Tarih boyunca devletler, milletler, kabileler, aşiretler, bloklar, si­yasi par­tiler, dernekler ve kuruluşlar arasında ortaya çıkmış, pürüzlerin, patlak ver­miş savaş­ların, birçoğu, temelde karşıt tarafların vicdânî yargıları ara­sındaki aykırı­lıklardan kaynaklanmış, ancak strateji gereği, görünürde siyasi birta­kım çıkarlara, ekonomik ve sosyal nedenlere dayandırılmış, ya da öyle gös­te­rilmek isten­miştir.



Örneğin yakın geçmişte insanlık dünyasının yaşadığı, (komünist blokla kapitalist blok arasındaki) çatış­maların temel nedeni yine bu idi. Siyasi ve ekonomik olarak gösterilen nedenler ikinci derecedeki dış fak­tör­lerden başka bir şey değildi. Kapitalist dünyanın temsilcileri, metafi­zik ger­çeklere yer veren ortak bir inanışa sahip idiler; Buna karşın ko­münist blokun tem­silcileri, ma­teryalist bir vicdanın itici faktörü ile ha­reket edi­yorlardı. Dolayısıyla bu iki blok arasındaki farklı dünya görüşü işte bu vic­danî çatış­manın yal­nızca dışa yansıyan ikinci derecedeki gö­rüntüsü idi. Bu sebepledir ki din ve mezhep savaşları, yalnızca ortaçağ hıristiyanlık dün­yasında cere­yan eden kanlı olaylarla sınırlı kalmamış­tır. Bilakis günümü­zün demokra­tik ve özgürlükçü (!) milletleri arasında patlak veren savaşla­rın hemen hepsinin de ana sebebi, tarafların farklı dinlere, farklı mez­hep ve inanışlara bağlı olmasından ileri gel­mektedir.



Kur'ân-ı Kerim de bu noktayı çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Müşriklerin, (akrabaları bile olsa) müminlerle yaptıkları sözleşmelere hiç bir zaman bağlı kalmayacaklarını, yani fırsat buldukça müslüman­ları arka­dan vurabileceklerini ifade etmekte [505] , buna karşın mümin­le­rin, (yabancı bile olsalar) birbirlerinin dostu ve can yoldaşı olduklarını açıkça kaydetmek­tedir. [505]



Bu da demektir ki inanç farkı kan bağına ya da birçok ortak değer­lere rağmen, bireyler ve toplumlar arasında nasıl ki büyük uçurumla­rın mey­dana gelmesine neden oluyorsa, inanç birliği de tam tersine de­ğişik köken­lerden gelen fertleri, millet ve toplulukları birbirleriyle kaynaştırabilmek­te­dir. Bunu gerçek anlamda sağlayan İslam, bütün müminleri kardeş ilan et­miştir. [505] Dolayısıyla imanın toplumsal fonk­siyonu İslam'da çok büyük­tür. Özellikle kardeşlik ruhunun ve toplum disiplinin sağlanmasında çok etki­lidir.



Sonuç olarak şuna inanmak gerekir ki insanlar var oldukları sürece inanç, onları her zaman meşgul edecek, birlik ve beraberliğin teme­linde ol­duğu kadar savaşların, anlaşmazlıkların ve sosyal patlamaların da arka pla­nında etkisini daima sürdürecektir. Unutulmamalıdır ki in­sanları din­sizlik şemsiyesi altında toplamayı hedefleyen hümanizm gibi düşünce akımları­nın da felsefe ve doktrinlerinin temelinde (farklı inanışlara karşı inançsız­lığı savunmak)  gibi bir ilke bulunsa bile, sonuç itibariyle konu yine vicdânî ve imânîdir. [505]