İman;

Anlam ve Mahiyeti



Arapça mütehassısları iman kelimesinin; emin veya eman kökünden türemiş bir masdar olduğu hususunda müttefiktirler.[505] Lûgat mânâsı, "Doğrulamak, kabul etmek, kabullenmek, onaylamak, tasdik etmek, itimat etmek, gönülden benimsemek, güvenmek, güvenilmek" demektir. İmanın Türkçe karşılığı olan "inanmak" kelimesinde de aynı mahiyeti sezmek mümkündür.



İslâmî ıstılâhta iman; "Resûl-i Ekrem (sav)'i Allahû Teâla (cc)'nın katından getirmiş olduğu bilinen haber ve hükümlerin hepsinde, kat'i olarak kalp ile tasdik etmek, dille ikrar etmek ve gereğince amel etmeye çalışmaktır."[505]



Güvenme, verilen bir habere kalbten inanma, haberi getireni tasdik etme; bir şeye tereddüde düşmeksizin inanma; Allah'a, O’ndan başka îlâh olmadığına, Hz. Muhammed (s.a.s)'ın Allah'ın kulu ve Rasulu olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanma.[505]



"İman" kelimesi; Arapça'da "if'al" vezninde olup, aslı "emn" kökünden gelir. Dillere göre, korkunun zıddı olan "emn-ü emân=emniyet, güven" manasında, "âmene" fiilinin masdarıdır. Kelimenin aslı "emn" de "emân" idi. Başına "elif" gelince, "e'mene" oldu; sonra arapça gramer kaidesine göre "imân" okundu. Kelimenin başındaki "hemze" Arap diline göre "ta'diye" için "geçişli" olursa, "eman vermek, emin kılmak" manasına gelir ki; "esmâüllah = Allah'ın isimleri"nden olan "Mümin" bu manadan alınmıştır. Sayrûret (olmak) için kullanılırsa, iman; "emin olma, kalbi güven ve sükûna kavuşturma" manasına gelir. Buna lisanımızda "inanma" denir.



Bütün dilcilerin örfünde imanın hakikati; "mutlak tasdik"dir. Yani, bir şahsa, bir habere veya bir hükme, kesin olarak ve gönülden gelerek inanmak, onu doğrulamak, sözünü doğru kabul etmektir. Tasdik eden, tasdik ettiği şahsı tekzip edilmekten emin kılmış veya bizzat kendisi yalandan emin ve mutmain olmuştur. İman kelimesi, ya "âmenehu" da olduğu gibi doğrudan, veya "âmene bihi" ve "âmene lehu" da olduğu gibi, (be) veya (lâm) ile mef'ul alır. (be) ile olursa, "İkrar ve itiraf"; (lâm) ile olursa, "iz'an ve kabul" manası ifade eder.[505]



Bu esasa göre sözlükteki iman, mantık ilmindeki "tasavvur"un karşılığı olan "tasdik" ten ibaret olup, kavramındaki iki unsur vardır: Biri "bilgi=marifet" unsuru; diğeri, “irade ve ihtiyar (kesb)" unsuru. Çünkü, önce neye, niçin ve nasıl inanılacağı bilinmeden, bir şeye iman ve onu tasdik mümkün olmaz. Bu yönden "marifet" unsurunun rolü açık; imanın akıl, fikir, düşünce ve nazar ile ilgisi aşîkârdır. İrade ve ihtiyar unsuru ise, bilinen bir şeyin tasdik edilerek iman haline gelmesi, terim ifadesiyle "iz'an ve kabulü" için şarttır. Diğer bir deyimle; bilinen ve iman konusu olan husus, baskı ve korkudan uzak, samimi bir gönülle içten benimsenmeli, tam bir teslimiyet ile kabul ve itiraf edilmelidir. O halde imanda; bilgiye dayanan iradeli bir tasdik, kesb ve ihtiyar lâzımdır. Her şeyi çok iyi bilen şeytanın kâfir sayılması, bu ikinci unsurun bulunmamasındandır. O halde, yalnız "marifet" ile iman olmaz. Çünkü kesb ve ihtiyar olmadan kalbde hasıl olan şey, tasdik değil, marifettir. Zira bir bilginin. imanda aslolan "tasdik" derecesinde sayılabilmesi için onda, irade ve ihtiyara dayanan kalp rızası ve teslimiyet şarttır. Ancak, tasdikte aranan iz'an'ın, "itikad-ı câzim" denilen kesin olarak yakîn ifade etmesi şart koşulmadığından; "zann-ı gâlib" denilen avam müslümanların tasdiki, yani "mukallidin imanı" Ehl-i Sünnete göre kâfi ne makbul sayılmıştır. Bu gibi tasdiklere "iman-ı hükmî" denir. Aklı ve naklî delillere dayanarak elde edilen kuvvetli imana ise, "tahkîki iman" adı verilir. Bu yola (delil ve istidlâle) gücü yettiğince başvurmak farz olduğundan, bunu terkeden bir mü'min günahkâr olur.[505]



İman, küfrün zıddıdır. Alemlerin Rabbı olan Allah'ı tanımak ve O'na yönelmektir. İman: Allah'ın gönderdiği peygamberleri tasdik etmek, getirdikleri vahyi benimsemektir. Allah'ın buyruklarını yerine getirerek, O'nun güven çemberine girmektir. Ayetleri kabul edip, bağlanmak ve yaşamaktır.



İman'ın filolojik açıdan iki anlamı vardır: Başkalarına güven vermek, güven içinde olmak. İman sahibi kişi, yani mü'min, hem inandığı gücün sağladığı güvenin içinde emin olan; hem de kendisi başkalarına güven veren demektir. [505]



İslâm kültürünün en önemli kavramlarından biri de ‘iman’ kavramıdır. Türkçe’de inanma, emin olma ve inanç diye karşılayabileceğimiz bu kelime; insanın Yaratıcı karşısındaki teslimiyetini ve O’nu Rabb olarak tanımasını ifade eder.



İnsanın fiilleri, iman veya küfr noktaları arasında meydana gelir. Kişi, ya âlemlerin Rabbi Allah’a ve O’nun bildirdiklerine  göre hayatını sürdürür, ya da âlemlerin Rabbi Allah’ı ve O’ndan gelenleri tanımaz, kabul etmez ve hayatını başka ilâhların istediği gibi yaşar.



‘İman’, insan olmanın, yaratılış ve oluşu tanımanın, varlık aleminde meydana gelen olayları anlamanın, evrendeki sırları bilmenin ve sonunda bütün dengeleri bulmanın yoludur. İnsan önce kendi içerisindeki dengeyi iman düşüncesiyle sağlar. Çünkü ‘iman’, insana kendi gerçeğini ve yeryüzündeki konumunu öğretir. ‘İman’ sonra, tabiatla, diğer yaratıklarla, diğer insanlarla ve Yaratıcı ile olan ilişkilerinin dengesini sağlar.



‘İman’, hem insana inandığı şeyin gücünün güvenini verir, hem de inanan insan hakkında başkalarına güven verir.



‘İman’, durgun bir teslimiyetin değil, amel dediğimiz faaliyetlerle beraber bir aksiyonun ana kaynağıdır. İman eden bir insan tek taraflı olarak Allah’a teslim olup, yerinde duran bir insan değildir. Bilakis o, imanın gereği olan en güzel davranışları yaşayan aktif bir insandır. Çünkü ‘iman’, salih amel (en güzel fiileri) yapmayı gerekli kılar.



‘İman’, ‘emn’ kelimesinden türemiştir. Kelime anlamı, verilen habere inanma, haberi getiren kimseyi doğrulama, güvenme, itimat duyma demektir.



İslâmda ‘iman’; Allah’tan başka tanrı olmadığına, Muhammed’in (sav) son peygamber olduğuna, Allah’ın kitaplarına, peygamberlerine, meleklerine, hayrı ve şerri yaratanın Allah olduğuna, Ahiret gününe şüphe etmeksizin kalple inanma ve bu inancını dil ile tasdik etmedir (doğrulamadır).[505]



İmam eden kimselere ‘mü’min’ denir. Yani, Allah’tan gelen haberleri doğrulayan, onlara inanan, onlar hakkında güven içinde olan, kendisi de güvenli bir insan olan demektir.



‘İman’, ‘Emn’ kökünden, eman-güvenlik verme, emniyet-güvenlik, emanet-güvenliğine teslim edilen şey ve güvenilir olma, emin-güvenilir kişi gibi kelimelerde türemiştir. Bunların her birbirinin kök anlamıyla ilişkisi vardır.



İmamın gerçeği; mutlak tasdik’tir (doğrulamadır). Bir kişiye, bir habere veya bir hükme, kesin olarak gönülden inanmaktır. Gelen haberi veya haberciyi doğru kabul etmektir.



Müslümanlar, iman ettiklerini göstermek için ‘âmentü-iman ettim’ derler. (Burada, ‘iman ediyorum, kabul ediyorum’ gibi  bir kip değil, daha kesin bir ifade olan geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır.) Bu açık ifadeden sonra, iman ettikleri gerçekleri bir bir sayarlar ve kendilerini inkarcılardan ayırırlar.



İmamın iki boyutu vardır:



Bunlardan birisi de bilgi (marifet),



Diğeri de istek-arzudur (irade’dir).



İnsan, önce neye inanacağını bilir, onun hakkında bilgi sahibi olur. Duyularıyla anlar, aklıyla kavrar, özünü öğrenir ve sonra da hiç bir baskı altında kalmadan, kendi özgür iradesiyle onun doğruluğunu kabul eder.



Bilinmeyen bir şeye imanın bir anlamı yoktur.



İmanı şöyle de tanımlamak mümkündür: ‘İman’; kalp ile tasdik (doğrulama), dil ile ikrar (doğru olduğunu söyleme) ve rükünleriyle (gereğiyle) amel etmektir.



Neye iman edileceği iyice bilindikten sonra kalp ile onun doğruluğu kabul edilecek, yani gönülden ‘âmentü’ denilecek, sonra dil ile bu iman ilân edilecek ve sonra da iman neyi gerektiriyorsa, inanılan ilkeler ne emrediyorsa güç yettiği kadar onlara uyulacaktır.



İmanın en kuşatıcı özelliği ‘Allah’a şüphesiz inanma’dır. Böyle bir imanı olan kimse, kopmaz, çürümez ve insanı saptırmaz bir bağla bağlanmış ve emniyet içinde olmuş olur.



İman edilmesi gereken esaslara (zaruratı diniyye’ye) inanan kimse iman etmenin şartlarına uymuştur ama, imanın bir diğer amacı da insanı olgunlaştırmaktır. İmanın gereklerini yapanlar yani salih amel işleyenler hem imanlarını olgunlaştırırlar, hem de iman ile hedeflenen amaçlara ulaşırlar.



İman, şüphe ve tereddüt götürmez. Lâ ilâhe illallah Muhammedür Rasulüllah girişiyle ‘âmentü’ diyen bir kişi, imanın şartlarını kabul ettiği gibi, zarurat-ı diniyye denilen, inanılması gereken bütün maddelere de iman eder ve bu maddelerde şüphe etmez.



Bu kısaca şudur; mü’min, Kur’an’ın bütününe iman eder, bir kelimesinden şüphe etmez, Peygamberimizden geldiği sağlamca bilinen bütün haberleri, hükümleri, ilkeleri de inanıp kabul eder. Sonra da bunları hayatında yaşamaya çalışır.



Kur’an’da pek çok âyette iman etmenin gereğinden, iman edenlerin kavuşacakları nimet ve mükâfatlardan, iman etmenin şeklinden ve gereklerinden bahsediyor. İmam edenleri müjdeliyor, insanları gerçek imana davet ediyor.



“O kimseler ki, iman ederler ve salih amel işlerler, işte onlar cennet arkadaşıdırlar (cennetliktirler)” (Bakara: 2/82)[505]



İnanmak çok karmaşık içsel bir olaydır. Bu nedenle inanmayı so­mut bo­yutlar içinde tanımlamak güçtür.



İnsanın herhangi bir konuda olumlu ya da olumsuz bir hükme va­ra­bilmesi onun, ya duyularına dayanarak, veya bazı verilerden hareket ede­rek ikna olmasıyla ancak kesinlik kazanır [505] ki bu olay tamamen insanın iç dünyasında gerçekleşen kişisel bir onaylamadır. Hiç bir kuş­kuya mahal kalmayacak şekilde insanın, matematiksel bir kesinlikle hükme varması ise -konuşarak ya da işaretle bu gerçeği dışa vurma­dığı sürece olay- tama­men vicdan ve zihin arasında gizli kalır ki böyle bir hüküm, ait olduğu vicdanın dışında başka bir insanın kesin yargı­sına konu olamaz.



Burada, üzerinde durulması gereken bir nüans vardır. O da “inanmak” ile “iman etmek” arasındaki inceliktir. Bu inceliği çok iyi kavrayabilmek için özellikle  “iman” kelimesi üzerinde biraz durmak gerekir.



İman sözcüğü ve türevleri, Kr'ân-ı Kerim'de yüzlerce kez geçmektedir. Tabiatıyla bu kelime arapçadır ve İslam'dan önce de araplar tarafından kul­lanılmıştır. Ancak başka dillerde bu kelimeyi tam olarak karşılayabilecek bir sözcük bulunmamaktadır. Onun için türkçeye “inanmak” diye tercüme edilmişse de bunun, “iman” kelimesindeki inceliği yansıtamayacığını hatır­latmakta yarar vardır. 



İman, arapçada sözlük anlam olarak: Saygın bir şeyin varlığına, (onu akılla ve duyularla kavramadan)  inanabilmektir.



Gerek tefsir âlimleri, gerekse dil uzmanları tarafından bu kelime hak­kında şimdiye kadar yapılmış olan açıklamalar, insanın dikkatini önemli bir nokta üzerinde yoğunlaştırmaktadır. O da insanın, gerçek olan bir şeyi, somut biçimde ve fizik boyutlarda kavramadan onun var olduğunu kesin biçimde ve heybetlenerek kabullenmesidir; Daha doğrusu kabullenebilme­sidir.



Şu halde iman etmek: Allah'ın rast getirmesiyle İnsanın, içsel bir inanma, ve kabullenme yeteneği sayesinde madde ötesi gerçeklerin varlı­ğını -tanıma sığmaz duyumlarla- algılayabilmesidir. Evet işte iman bu ka­dar karmaşık bir olaydır. Onun içindir ki bazen eğitimsiz bir insan, iman edebilirken, entellektüel bir kişi bu içsel yeteneği gösterememektedir.



Bu değerlendirmeden şu üç noktayı saptayabiliyoruz:



1) İman (sözlük anlamıyla): İnsanın kutsal ve saygın bir şeye, iç dünya­sında kuş­kuya yer kalmayacak kesinlikte ve heybet duyarak inanması de­mektir.



2) İman dışa vurulmadığı sürece (Allah'dan başka) hiç bir kimse ta­ra­fından bilinemez.



3) Bu nedenle iman, gizli kaldığı sürece, ait olduğu vicdanın dışında hiç bir kimse tarafından olumlu ya da olumsuz değerlendirilemez. Yanî sorgu­lanamaz, mahkûm edilemez, herhangi bir hükme bağlanamaz.



Bu üç tesbitten izafi olarak birtakım zorunlu sonuçlar ortaya çık­mak­ta­dır ki bunlar inanma olayının çok yönlü olduğunu göstermekte­dir. Dolayısıyla insan topluluklarının yaşam disiplininde temel bir mü­eyyide olan Allah'a imanın, özellikle bu açıdan taşıdığı önem üzerinde durul­maya değer.[505]