İmâmet-i Kübrâ

İslâmî topluluğun dinî ve siyasî liderliğine imâmet-i kübrâ denilir. Bu anlamda "hilâfet" kavramı kullanıldığı gibi, başlangıçtan itibaren ve özellikle şiî müslümanların bu kavram yerine "imâmet"i kullanmasından sonra "imâmet" kelimesi de kullanılmaya başlanmıştır. Aynı zamanda bu makama, namaz kıldırma vazifesi demek olan imamlıktan (imâmet-i suğrâ/küçük imâmet) ayırdetmek için "İmâmet-i kübrâ" da denilmiştir. Biz burada çeşitli İslâm fırkalarının imam anlayışını anlatmaktan ziyade Ehl-i Sünnet'in bu konudaki görüşlerini özetlemekle yetineceğiz



Şiî müslümanların dışında ve özellikle ehl-i sünnete göre imâmet-i kübrâ, itikadı ilgilendiren bir konu değildir. Sadece kulların fiillerine ait muâmelâtla ilgili meselelerdendir. Rasûlullah'ın (s.a.v.) vefatını müteâkip ashâbın imam/halîfe seçtikleri ve İslâm ümmetinin imamsız bir zamanının geçmesine rızâ göstermedikleri tevâtüren sâbittir. Nitekim Hz. Ebûbekir, meşhur ilk hutbesinde buna işaret ederek diyordu ki; "Haberiniz olsun ki, Muhammed (s.a.s.) vefat etmiştir ve bu dini ayakta tutacak bir reise (imâmet-i kübrâya) mutlaka ihtiyaç vardır." Muhtemel bir zararın defedilmesi ve ümmetin çeşitli maslahatı bakımından da imam/halîfe seçilmesinin vâcip olduğunda icmâ edilmiştir. Bu nedenle herkes Hz. Ebûbekir'in sözünü yürekten kabul etmiştir.[505]



Taftazânî, şunları da söylemektedir: "İmâmet-i kübrâ meselesi, itikadî esaslardan olmayıp fıkhı ilgilendiren bir furu’ meselesidir. Fıkıh kitaplarımızda zikredilmiştir ki; millet için, dini yaşatacak, sünneti ayakta tutacak, mazlumları koruyacak ve haklıyı haksızdan ayıracak bir başkana/imama mutlaka ihtiyaç vardır.[505]



İmamın seçimi ise; "ehl-i hall ve'l-akd"in seçmesi ile olur. Diğer bir görüşe göre; daha evvelki imam tarafından bir tavsiye ile beraber halkın ileri gelenlerinin bey'atından ibârettir. Bu iki görüş arasında gerçekte büyük bir ayrılık yoktur. Bu ihtilâf, ilk halîfelerin tesbit tarzından ileri gelmektedir.[505]