İddet Türleri:

İslâm'da kadının iddet süresi, evliliğin sona erme sebebine göre değişik olmaktadır.



1) Evlilik kocanın ölümüyle sona ermişse, kadın dört ay on gün iddet bekler. Nitekim Kur'an'da şu ayet bunu açıklamaktadır "İçinden ölenlerin geride bıraktıkları hanımları, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler" (el-Bakara, 2/234).



2) Hamile kadının iddeti doğuma kadardır. Burada evlenme gerek kocanın ölümü ve gerekse boşanma sebebiyle sona ersin, hüküm değişmez. Ayette "Hamile kadınların iddetlerinin sonu, çocuklarını doğurmalarına kadardır" (et-Talâk, 65/4) buyurulur.



Eğer hamilelik evlilik dışı meydana gelmiş olur ve kadın tabîi baba olan suç ortağı erkekle evlenmek isterse, beklemeksizin evlenebilirler. Yabancı bir erkekle evlenmek isterse, Hanefi ve Şâfiîlere göre yine beklemeksizin nikah akdi yapılabilir, fakat zifaf doğuma kadar geciktirilir. Evlilik dışı birleşmede kadının hamile olup olmadığı belli değilse ve başka bir erkekle evlenmek isterse bir defa hayız görünceye kadar iddet beklemesi gerekir. Eğer kadın hayız görmeyen cinstense bir ay beklemesi yeterlidir.



3) Boşanan kadınların iddeti, eğer hamile değilse üç hayız (kurû) süresidir. Bu da normal hayız gören kadınlarda yaklaşık üç ay kadar bir sürede gerçekleşir:



"Boşanan kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme süresi beklerler" (el-Bakara, 2/228).



4) Hayız görmeyen küçüklerle hayızdan ümit kesilen yaşlıların iddeti üç aydır: "Kadınlarınızdan artık hayızdan ümit kesmiş olanlarla, henüz hayız görmeyecek kadar küçük olanların iddeti, şüphelenirseniz, biliniz ki, üç aydır" (et-Talâk, 65/4). Bu duruma göre, henüz bülûğ çağına girmemiş veya yaşı ilerlediği için artık hayızdan kesilmiş olan kadınların iddet süresi boşanmadan sonra üç aydır.



Geçerli bir evlilik, rıc'î (dönülebilir) veya bâin (kesin) boşama ile sona ermişse, kadın iddet suresince nafaka hakkına sahip olur. Yani boşandığı kocası kadının geçimini sağlamakla yükümlüdür. Ancak evlilik, kocanın ölümüyle sona ermişse, kadın nafaka alamaz. Çünkü nafaka yükümlüsü olan erkek ölmüştür. Geride bıraktığı malı, artık miras hükümlerine göre, varislerinin hakkıdır. Karısı da, eğer ölen kocasının çocukları varsa sekizde bir, yoksa dörtte bir nisbetinde miras hakkına sahip olur. İşte nafaka istemek yerine, onun bu hakkını alarak geçimini sağlaması mümkündür. Diğer yandan kadının eğer varsa kendisine ait mülkü veya daha önce almadığı mehir hakkı da devreye girer ve bunlar kadın için koruyucu haklardan olur.



Bu duruma göre, iddet süresince nikâhın bazı iz ve etkileri devam eder. İddet bittikten sonra ise artık erkekle kadının ilgisi tamamen kesilmiş bulunur. Kadın üç talakla boşanmışsa, artık hulle'den (bk. hulle mad.) önce bu erkeğin onunla yeniden evlenmesi mümkün olmaz. Bir veya iki defa boşanmış durumda ise, ric'î boşamada iddet devam ederken eşler barışabilir ve yeni bir nikâh akdine gerek bulunmaz. İddet sonunda ise ric'î boşama bâin'e dönüşür. Eşler yeni bir nikâh akdi ile yeniden evlenebilirler. Tek boşama hâlinde iki, iki defa boşama hâlinde, ise bir boşama hakkı ile evlilik devam eder.



Şamil İA



İDDET BÂBI



METİN



İddet lügatta saymak mânâsına gelir. Kelime uddet şeklinde okunursa bir şeye hazırlanmak mânâsını ifade eder. Şer'an sebebi bulunduğu vakit kadına veya erkeğe lâzım gelen bir bekleyiştir. Erkeğin beklediği yerler yirmi olup Hızâne'de bildirilmiştir. Bunların hepsi: "Bir mâniden dolayı kadını nikâh etmek mümkün değilse o mâniyi gidermek lâzım gelir." kaidesine râcidir. Mâni karısının kız kardeşini nikâh etmek ve karısından başka dört kadınla evlenmek gibi şeylerdir.



İZAH



İddet vücudda bütün nev'ileriyle ayrılmaya terettüb ettiği için musannıf onu hepsinden sonraya bırakmıştır. Bahır.



«Şer'an bir bekleyiştir ilh...» Yani evlenme müddetinin bitmesini bek-lemektir. Bunun hakikatı evlenmeyi ve şer'an lâzım olan zîneti şer'an tâyin edilen bir müddette terk etmektir. Ulema: "İddetin rüknü ayrılık anında sâbit olan birtakım haram hükümleridir." demişlerdir. Bu izaha göre tarifte: "Beklemenin lüzumudur." demek icab eder ki, rüknünün birtakım haram hükümler olması sahih çıksın. Çünkü bu haram hükümler birtakım lüzumlardır. Yoksa bekleyiş onları yapmaktır. Haram olan şeyler AIIah Teâlâ'nın hükümleridir. Binaenaleyh bekleyişin kendi olamaz. Tamamı Fetih'dedir.



Ben derim ki: Şârihin "kadına lâzım gelen' sözünün yanında lüzum kelimesini takdir etmek zayıf düşer. Bekleyişten evlenmek ve dışarı çıkmaktan çekinmek gibi bir mânâ kasdetmeye ne mâni vardır! Haram olan şeylerden murad da bu çekinmeler olur. Şu delil ile kî iddet kadınla meydana gelen şer'î bir sıfattır. Binaenaleyh onun rüknü mutlaka kadınla meydana gelmek lâzımdır. Bu izaha göre Sa'diyye hâşiyelerindeki şu İfadeye hâcet yoktur: "İddetin rüknü haram fiiller olunca onu bekleyiş diye tarif etmek lazım ile tarif olunur." Bedâyı sahibi iddeti şöyle tarif etmiştir: "Nikâhın eserlerinden kalanın bitmesi için konulmuş bîr müddettir." Bedâyı sahibi diyor ki: "Şâfiî'ye göre iddet bekleme fiilinin ismidir ki, imtina ve çekinmeden İbarettir."



Ben de derim ki; Sıhâh ve diğer lügat kitablarından naklen yukarıda geçene muvafık olan da budur. Fetih sahibinin tahkıkı da budur. O: "İddet bekleyen kadın şübhe ile cima edilirse" dediği yerde şunları söylemiştir: "Hakikatı Allah Teâlâ'nın kitabı ifade eder ki. o: "Kadınların iddeti üç aydır." buyurmuştur. Bu hususi müddetin kendisi olup haram fiiller bu müddete teallûk etmiş; bununla kayıdlanmışlardır. Yoksa bu müddetin içinde sâbit olan haram fiiller değildir. İmtina'ın bulunması ve bekleyiş de değildir." Kendisine haram fiillerin rükün olması müşkül gelmez. Çünkü onu men edebilir. Bundan dolayıdır ki bazıları bu fiilleri iddetin hükmü saymışlardır. Her iki tarife göre en zâhir olan da budur.



Nehir sahlbi diyor ki: "Bedâyı'ın tarifi küçük kızın iddetine şamildir. Musannıfın tarifi bunun hilâfınadır. Ulemanın ekserisi kadına vâcibtir sözünü kullanmamışlardır. Onlar kadın îddet bekler deyip geçmişlerdir. Vûcub ancak velîye râcidir. Iddeti bitinceye kadar kadını kocaya vermez. Şemsü'l-Eimme'nin söylediğine göre iddet mücerred müddetin geçmesidir. Onun kadın hakkında sabit olması şeriatın hitabını kadına tevcihine müeddi olmaz. Müsemmasının müddet olması velîye kadını evlendirmemek için hitab bulunmamasını gerektirmez; dersen ben de derîm ki: Böyle olunca iddet İçinde sâbit olan evlenmenin sahih olmamasıdır. Bir kimseye hitab değildir. Bilâkis şârih evlenme işinî yaparsa bunun sahih olmadığını vazetmiştir." Bu İfade Fetih'den kısaltılmıştır. Hâsılı küçük çocuk hitablı vaz'îye ehildir. Bu da ondandır. Nitekîm çocuk telef ettiği şeyleri ödemekle de mükelleftir. Bu Bahır'da beyan edilmiştir.



«Veya erkeğe ilh...» Fetih sahibi diyor ki: "Karısının kız kardeşiyle evlenmenîn haram olması iddetten değil kadının iddeti hükmündendir. Şübhesiz ki onun da iddette olmasının mânâsı budur. Çünkü îddetîn mânâsı evlenmekle vâcib olan bekleyiştir. O da müddetin geçmesidir. İddette bu böyledir. Şu kadar var ki, ıstılahta îddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine mahsustur."



«Erkeğin beklediği yerler yirmi olup» şunlardır: "Karısının kız kardeşini, halasını, teyzesini, kardeşi kızını, kız kardeşi kızını nikâh etmek istediğinde, beşinci kadını almak istediğinde, hürrenin üzerine cariye ile evlenmek istediğinde, nikâh-ı fâsidde cima edilen kadının kız kardeşini yahut akid şübhesiyle cima edilenin kız kardeşini nikâh etmek istediğinde ki, dördüncü kadının nikâhı da böyledir. Yani adamın üç karısı var da dördüncüyü nikâh-ı fâsidle veya akid şübhesiyle cima etmişse cima'da bulunduğu kadının iddeti geçmedikçe dördüncü bir kadınla evlenemez. Ecnebî birinden iddet bekleyen bir kadını nikâh için de bekler. Yani kendi boşadığı kadının ve üç talâkla boşanan kadının hulle yapmadan nikâhı bunun hilâfınadır. Satın alınan cariye ile istibrâ yapmadan cima'da bulunmak, zinâdan hamile kalan bir kadınla doğurmadan evlenmek, dar-ı harbde Müslüman olup da İslâm memleketine hicret eden harbîyye hamile ise doğurmadan onunla evlenmek isteyen adam iddet bekler. Esir alınan ka-dın hayız görünceye veya küçüklük büyüklük sebebiyle hayız görmezse bir ay geçinceye kadar cima edilmez, mükâtebenin ya âzâd olunca veya âciz kalıncaya kadar sahibi tarafından nikâh ve cima'ı putperest, murted ve mecûsî kadının nikâhı Müslüman oluncaya kadar caiz değildir." Bu satırlar izah edilerek Bahır'dan alınmıştır.



«Beşinci kadını» sözünden murad ihtimal dört kadınla evli olup da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi dört kadından birini boşamadıkça beşinciyi almaktan men edilir ve ihtimal dört karısından birini boşayıp da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi boşadığı kadının iddetibitmedikçe beşinci kadını almaktan men edilir. Bu meseleden önce geçen beş meselede de söylenecek söz budur. Hürrenin üzerine cariye ile evlenmek isteyenin hükmü de budur.



«Bir mâniden dolayı» meselâ gerek akid gerek iddet suretiyle olsun başkasının hakkı geçmek, cariyeyi hürrenin üzerine almak dört kadından fazla ile evlenmek, haram kadınları bir nikâhda toplamak birer mânidir.



METİN



Istılahta iddet; nikâh veya şübhesi ortadan kalktığı vakit kadına veya küçük kızın velisine lazım gelen bir bekleyiştir. Zinâda iddet yoktur. Nikâh şübhesi fâsid nikâh ve kocasından başkasının yanına kapanan kadın gibidir. "Veya şübhesi" sözüne "veya benzeri" kelimesini ilave etmeli ki, Ümmüveledin iddetine de şamil olsun. Sebeb-i vücubu teslim ve onun yerini tutan ölüm veya halvet-i Sahiha ile kuvvet bulan nikâh akdidir. Binaenaleyh ferci yapışık kadınla halvette bulunmakla iddet lâzım gelmez.



İZAH



«Istılahta» Yani fukahanın ıstılahında demektir ki, bu yukarıda geçen şer'î mânâdan daha hususidir. Biliyorsun ki iddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine tahsis edilmiştir.



«Küçük kızın velîsine» iddet şu mânâya vâcibdir ki, ona bekletecektir. Yani onu iddet bekleyen kadınların sıfatı ile vasıflandıracaktır. Çünkü iddet kadının sıfatıdır, velîsinin sıfatı değildir. Kadın boşanır veya kocası ölürse velîsinin iddet beklemesi vâcib olur demek doğru değildir. Yukarıda geçti ki ulema: Kadın iddet bekler, vücub ancak velîsine aiddir. Onu iddeti bitinceye kadar kocaya vermeyecektir demişlerdir. Düşün! Deli kadın küçük kız gibidir.



«Nikâh ortadan kalktığı vakit» ifadesine şöyle itiraz olunmuştur: Talâk-ı ric'îde nikâh ancak iddetin bitmesiyle ortadan kalkar. Binaenaleyh evlâ olan tarif Bedâyı'ın yukarıda naklettiğimiz tarifidir. Küçük kızla yapılan itiraz ondan def edilir. Çünkü onda lüzum zikredilmemiştir. İbn-i Kemâl'in tarifi ondan daha da güzeldir. O şöyle demiştir: "İddet bir müddetin ismidir ki, bu müddet nikâhın eserlerinden kalanı yok etmek için konulmuştur. Yahut firâşın eserlerinden demeli, tâ ki Ümmüveledin iddetine şâmil olsun. T.



«Zinâda iddet yoktur.» Kendisiyle zinâ edilen kadını hamile bile olsa almak câizdir. Lâkin doğuruncaya kadar cima'dan men edilir. Aksi takdirde istibrâ yapmak mendûb olur. T. Babın sonunda gelecektir ki, bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bildiği halde onunla cima'da bulunursa kocasına o kadının cima'ı haram olmaz. Çünkü yaptığı zihâdır.



«Veya şübhesi» ifadesi nikâh üzerine değil zevali üzerine mâtuftur. Çünkü nikâh üzerine mâtuf olsa iddetin ancak şübhe ortadan kalktığı vakit vâcib olması gerekir. Halbuki öyle değildir. Bahır'da böyle denilmiştir. Muradı Fetih sahibinin sözünü reddetmektir. Zira o bu kelimenin nikâh üzerine atfedildiğini söylemiştir.



Ben derim ki: Erkeğin sıfatı olan şübhe sâbık cima olup kendisinden ayrılmaz. Zira ayrılsa onunla had vâcib olur. Evet, onu meydana getirenin ortadan kalkması kasdedilirse yahut şübhesini sözünü nikâh üzerine atıf sahih olur. Sebebi aşağıda gelecektir ki, fâsid nikâhta iddetin başı hâkim tarafından araları ayrıldıktan veya birbirlerini terk ettikten sonradır. Fâsid nikâh olan iddet menşei bununla ortadan kalkar. Şüpheyle cima'da ise cima sona ermesiyle ve hal anlaşılmakla başlar.



«Ümmüveledin iddetine de şâmil olsun.» Çünkü onun da hürre gibi firâşı vardır. Velev ki hürrenin firâşından daha zayıf olsun. Âzâd olmakla bu ortadan kalkmıştır. Bahır.



«Nikâh akdidir.» Yani velevki fâsid olsun. Bahır.



«Teslim» den murad cimadır.



«Ve onun yerini tutan» cümlesi teslim üzerine atfedilmiştir. Evlâ olan veya kelimesiyle atfetmektir. Çünkü kuvvet bulmak ikiden biriyle olur. Bu sahih nikâha mahsustur. Nikâh-ı fâsidde ise iddet ancak cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında geçmişti. ileride de gelecektir.



Ben derim ki: Teslim yerini tutan şeylerden biri kadının erkek menîsini fercine sokmak istemesidir. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir. Bâbın sonundaki fer'î meselelerde de gelecektir.



«Halvet-ı sahiha ile» ifadesi söz götürür. Çünkü mehir bâbında geçtiğine göre mezheb halvet-i sahiha veya fâside ile iddetin vâcib olmasıdır. Kudûrî demiştir ki: "Fesad oruç gibi şer'î bir mâniden ileri gelirse iddet vâcib olur. Ferc yapışıklığı gibi hissî bir mâniden ileri gelirse vâcib olmaz. Şu halde şârihin sözü bu iki kavilden hiç birine uymamıştır." H.



Ben derim ki: Onu ikinci kavle yorumlamak mümkündür. Şer'î mâni yokmuş gibi sayılır, onu bozmaz ve onunla iddet sahih olur. Bozan sadece hissî mânidir. Ferci yapışık kadınla yapılan halvete iddet yoktur demesi bunu gösterir.



METİN



İddetin şartı ayrılmak, rüknü; onunla sâbit olan evlenmenin ve dışarı çıkmanın haram olması gibi haram fiiller ve iddet içinde talâkın sahih olmasıdır. Hükmü; karısının kız kardeşiyle evlenmenin haram olmasıdır. Nev'ileri; hayız, aylar ve doğurmaktır. Nitekim musannıf bunları şöyle ifade etmiştir: İddet hayız gören hürre hakkında Müslümanın nikâhı altında olmak şartıyla, velev ki kitabîyye olsun talâk -velev ric'î olsun- veya bütün sebebleriyle fesh için -ki kocasının oğlunun öpmesiyle hâsıl olan ayrılma da bundandır. Nehir.- hakikaten veya hükmen cimadan sonra ise tam üç hayızdır. Çünkü bir hayız parçalanmaz. Musannıf şerhde hakikaten veya hükmen sözünü atmış, aşağıda gelen "kadın cima edilmişse"sözünün hepsine râci olduğuna kesinlikle hükmetmiştir.



«Şartı ayrılmak» Yani nikâh veya nikâh şübhesinin ortadan kalkmasıdır. Nitekim Fatih'de bildirilmiştir.



«Rüknü haram fiillerdir.» Yani Fetih'den naklen yukarıda geçtiği gibi birtakım lüzumlardır. Haram kılmanın kendisi değildir. Yani kadına lâzım gelen birtakım şeylerdir ki, bunları yapmak kadına haram olur. Onunla sabit olan sözünde mukadder muzaf vardır. Yani onun sebebiyle şartı bulunduğu vakit sâbit olan demektir. Aksi takdirde bir şeyin kendi kendine» sübutu lâzım gelir. Zira bir şeyin rüknü onun mahiyetidir.



«Evlenmenin» yani kadına başkasıyla evlenmenin haram olması gibi ki, bu kadına haramdır. Erkeğin o kadının kız kardeşiyle veya ondan başka dört kadınla evlenmesi bunun hilâfınadır. Çünkü bu erkeğin üzerine haramdır. Binaenaleyh iddetten değil onun hükmünden sayılır. Nitekim Fetih'de ifade edilmiştir.



«Dışarı çıkmanın» yani kadının boşandığı evden dışarı çıkmasının haram olması gibi şeylerdir. Geri kalan haram fiiller yas tutma faslında gelecektir.



«İddet içinde talâkın sahih olmasıdır.» Bunu iddetin rüknü saymanın bir mânâsı yoktur. O iddetin hükümlerindendir. Nitekim Dürer sahibi bu yoldan yürümüştür. Şu da var ki bâinden sonraki bâin iddetinde ve üç talâk iddetinde bu tehakkuk etmez. Binaenaleyh onu burada zikretmek bir kalem hatasıdır. Zâhire bakılırsa musannıfın muradı iddetin hükmü bir takım haram fiillerdir ilh... demektir. Fakat bir kalem hatası olarak onun rüknü deyivermiştir. Onunla sâbit olan tâbirini kullanması bunu gösterir. Çünkü sâbit olmak rükne değil hükme münasibtir. Bu haram fiilleri Dürer sahibine ve başkalarına uyarak hüküm saymak rükün saymaktan daha zâhirdir.



«Hükmü karısının kız kardeşiyle ilh...» Yani hükümlerinden biri budur. Kız kardeşten murad kadının bütün zîrahm-ı mahrem akrabalarıdır, Erkeğin müddet beklediği meselelerden bir çoğu da iddetin hükümlerindendir. Bunlardan biri de bildiğin gibi iddet içinde talâkın sahih olmasıdır.



«Velev kitabiyye olsun» üç tam hayızdır. Çünkü kitabîyye de Müslüman kadın gibidir. Hürresi hürre gibi cariyesi de Müslüman cariyesi gibidir. Bahır. Musannıf bu sözle zimmîyyenin zimmî nikâhında bulunmasından ve iddete inanmamasından ihtiraz etmiştir. Nitekim bâbın sonunda metinde gelecektir



«Talâk veya fesh için...» Velî bâbında manzum olarak hangi nikâh ayrılmalarının fesh, hangilerinin talâk sayıldığı geçmişdi.



«Bütün sebebleriyle» ifadesinden murad bulûğ ve âzâdlık muhayyerliği ile nikâhın feshedilmesi, kefâet bulunmaması ile, karı-kocadan birinin diğerine mâlik olmasıyla, bazı suretlerde dinden dönmekle, nikâh fâsidden ayrılmakla ve şübheyle cima'dan ayrılmaklanikâhın feshedilmesidir. Lakin sonuncusu fesh değildir. Bu mutlak söze memleketlerinin birbirine zıd olmasıyla, esir edilen kadının nikâhının feshi ve Müslüman yahut zımmî olarak İslâm diyarına hicret eden kadının nikâhının feshi ile itiraz olunur. Zira hamile kalmadıkça bunlardan birine iddet yoktur. Nitekim musannıf babın sonunda söyleyecektir. Şürunbulâliyye sahibi karı-kocanın birbirlerine mâlik olmaları sözünü: "Kadın kocasına mâlik olursa" diye kayıdlamış, bundan kocası karısına mâlik olursa suretini çıkarmak istemiştir. Lâkin Zeylaî yas tutma faslında ve neseb bahsinde buna muhâlif beyanda bulunmuştur. Muhammed Ebussûud ikisinin arasını bularak: "Kocası karısına mâlik olursa kadın onun için iddet beklemez, başkası için olursa bekler. Bir de kadın kocasına mâlik olur da onu âzâd ederek evlenirlerse, ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre bu kadına yine iddet yoktur." demiştir.



Ben derim ki: Bahır'da şu ifade vardır: "Bir kimse cimadan sonra karısını satın alırsa kadına bu adamdan iddet yoktur. Başkası için iddet bekler. Ama kadın iki hayiz görmedikçe onu başka kocaya veremez. Bundan dolayıdır ki, kadını bu iddetin içinde sahibi boşasa talâk vâki olmaz. Çünkü kadın başkası için îddet beklemektedir. Onun için kadın ona milk-i yeminle helâl olur." Tamamı oradadır.



«Öpmesiyle hâsıl olan ayrılma da bundandır ilh...» ifadesi İbn-i Kemâl'in sözünü red içindir. O: "Talâk için yahut fesh veya ref için" diyerek ref kelimesini ziyade etmiş ve şunları söylemiştir: "Bilmiş ol ki nikâh tamam olduktan sonra bize göre feshi taşımaz. İmdi nikâh tamam olmazdan önce bulûğ veya âzâd muhayyerliği yahut kefâet bulunmamak gibi talâksız her ayrılık feshtir. Tamam olduktan sonra ise karı-kocadan birinin diğerine mâlik olması yahut kocasının oğlunun öpmesi gîbi sebeblerle ayrılmalar ref'dir. (Nikâhın hükmünü kaldırmaktır.) Bu fenden nasibi olan bir kimse için bu açıktır. "Nehir sahibi diyor ki:" Bu taksimi mu'temed ulemanın yaptığını görmedik. Söz sahiblerinin söylediği şudur: Taksim ikilidir ve öpmek suretiyle ayrılmak evvelce orz ettiğimiz gibi feshten sayılır."



«Veya hükmen» sözünden murad halvettir. Velev ki fâsid olsun. Nitekim geçmişti ve gelecektir.



«Hepsi râci olduğuna» yani gerek hayızla, gerek aylarla iddet bekleyenlerin hepsine râci olduğuna kesinlikle hükmetmiştir. Bunun mutlaka hükmen cima'a şâmil olduğunu iddia etmek gerekir ki, "veya hükmen" sözüne hâcet kalmasın.



TENBİH: -Kadının kanı kesilir de ilâç sürer ve hayız günlerinde sarı renkte akıntı görürse ulemadan bazıları bununla iddetin bittiğini söylemişlerdir. Nitekim hayız bâbında Sirâç'tan naklen arz etmiştik.



«Çünkü bir hayız parçalanmaz.» sözü üç tam hayzın illetidir. Hatta kadın hayız esnasındaboşanırsa o hayzı dördüncü hayzın bir kısmıyla tamamlaması icab ederdi. Lâkin parçalanmayı kabul etmeyince tamamını nazar-ı itibara ' alırız. Nitekim usül kitablarında beyan edilmiştir. Dürer. Lâkin metinde gelecektir ki, boşandığı hayız sayılmaz. Bunun muktezası iddetin ondan sonraki hayızdan başlamasıdır. Parçalanmamaya münasib olan da budur. Tâ ki üç hayız tam olsun.



METİN



Birinci hayız rahimin boş olduğunu anlamak içindir. İkincisi nikâh haram olmak için, üçüncüsü de hürriyetin fazileti içindir. Sahibi ölen veya kendisini âzad eden Ümmüveledin iddeti de böyledir. Çünkü hamile olmadıkça veya hayızdan kesilmedikçe yahut o kimseye haram olmadıkça Ümmüveledin de hürre gibi firâşı vardır. Sahibi ile kocası ölürler de hangisi önce öldüğü bilinmezse dört ay on gün yahut iki müddetin uzununu iddet bekler. Bahır. Kocasının öldüğü gün hür olup olmadığı tehakkuk etmediği için ona mirâsçı olamaz. Cariye ve müdebbereye cima etmekle iddet yoktur. Zira bunlarla firâş yoktur. Cevhere.



İZAH



«Birinci hayız ilh...» Sözü üç olmasının hikmetini beyandır. Halbuki iddetin meşru olması rahimin boş olduğunu anlamak içindir. Bu ise bir hayızla anlaşılır. Onun için şârih ikinci hayzın hikmetini beyanla hürmet ve itibarını göstermek için olduğunu bildirmiştir. Yani nikâhın eseri gerek hürrede gerekse cariyede bir hayızla sona ermez. Hürrede üçüncü bir hayzın ziyade edilmesi ise onun faziletinden dolayıdır.



«Ümmüveledin iddeti de böyledir.» Yani hayız görenlerdense iddetin tam üç hayız olması hususunda hürre gibidir. Dürer ve diğer kitablar.



«Çünkü hamile olmadıkça...» şayet hamile ise iddeti doğurmakla biter. Bahır. Hayızdan kesilmişse iddeti üç aydır. Bahır. 0 kimseye haram ise iddet lâzım gelmez. Çünkü fırâşı kalmamıştır. Kuhistânî. 0 kimseye haram olmasının sebebleri üçtür: Başkasına nikâhlanmak, başkasının iddetini beklemek ve efendisinin oğlunun öpmesidir. Binaenaleyh efendisinin ölmesiyle veya oğlu öptükten sonra âzâd etmesiyle bu kadına iddet yoktur. Nitekim Hâniyye'de beyan edilmiştir. Bahır.



«Ümmüvledin de firâşı vardır.» Yani bu firâş ortadan kalkmakla Iddet vâcib olmuştur. Binaenaleyh nikâh iddetine benzer. Bizim burada imamımız Hz. Ömer (R.A.) dır. Çünkü o; "Ümmüveledin iddeti üç hayızdır." demiştir. Hidâye'de de böyledir. Bir de Ümmüveledin firâşı vardır. Efendisi susmakla doğurduğu çocuğun nesebi ondan sâbit olur. Ancak hürrenin firaşından daha zayıftır. Onun için mücerred çocuk benden değildir demekle nesebi nefyedilmiş olur, liana hâcet kalmaz. Derler ki Şemsü'l-eimme hapisten çıkarıldıktan sonra zamanın sultanı Ümmüveledlerini hür olan hizmetçilerine nikâhlamış. Ulema bunu hoşgörmüşler. Fakat Şemsü'l-eimme: "Her hizmetçinin bir hür karısı var. Bu hürre üzerine cariyeyi almaktır." diyerek yapılan işin hata olduğunu söylemiş. Bunun üzerine sultan: "Ben onları azâd eder ve akdi tazelerim." demiş. Ulema bu sözü beğenmişler. Fakat Şemsü'l-eimme bunun da hata olduğunu söyleyerek:



"Azad edildikten sonra bu kadınlara iddet lâzımdır." demiş. Hatta hapsine sebeb budur derler. Hapsolunmasını hâkim teşvik etmiş, talebesi derse gelmekten vazgeçmedikleri için Şemsü'l-eimme'ye kitablarını vermemişler, o da Mebsût'u talebesine ezberden yazdırmış.



«Sahibi ile kocası ölürler de ilh...» Yani sahibi onu âzâd ettikten sonra ölürlerse demek istiyor. Bilmelisin ki bu meselenin üç veçhi vardır.



Birincisi: Sahibi ile kocasının ölümleri arasında iki ay beş günden az olduğu bilinirse bu cariyenin dört ay on gün iddet beklemesi icab eder. Çünkü sahibi evvel öldüyse kocası o hürre olduktan sonra ölmüş demektir. Sahibinin ölümüyle bir şey lâzım gelmez. Vefat iddeti olan dört ay on günü bekler. Evvela kocası ölmüşse kadın cariyedir, iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Sahibinin ölmesiyle ona bir şey lâzım gelmez. Çünkü kocasının iddetini beklemektedir. Demek ki bir hale göre dört ay on gün, bir hale göre bunun yarısını beklemek lâzım geliyor. Onun için ihtiyatan fazla olanı beklemesi lâzım gelir. İkinci ihtimale göre iddeti intikal etmez. Çünkü ölümde iddetin intikal etmediğini söylemiştik.



İkincisi: Sahibiyle kocasının ölümleri arasında iki ay beş gün veya daha fazla olduğu bilinir. Bu takdirde dört ay on gün bekler. Bu müddette ihtiyatan üç hayız da bulunmalıdır. Çünkü ilk ölen sahibi ise cariyenin iddet beklemesi lâzım gelmez. Zira nikâhlıdır. Kocası öldükten sonra dört ay on gün beklemesi gerekir. Çünkü hürredir. İlk ölen kocası ise iki ay beş gün beklemesi lâzım gelir. Ondan olan iddeti de bitmiştir. Çünkü ikisinin ölümü arasında bu müddet veya daha fazlası tasavvur olunmuştur. Ondan sonra sahibinin ölmesi ile cariyeye üç hayız beklemek vâcib olur. Binaenaleyh ihtiyatan bunların ikisi bir araya getirilir.



Üçüncüsü: Kocası ile efendisinin ölümleri arasında ne kadar vakit geçtiği ve hangisinin evvel öldüğü bilinmez. Bu takdirde İmam'ı Azam'a göre meselenin cevabı birincisi gibidir. İmameyn'e göre ise ikincisi gibidir. Mi'râc ve diğer kitablarda böyle denilmiştir. Bahır. Üçüncünün izahı Bahır'dan naklen Halebi'de zikredilmiştir. Ona müracaat edebilirsin. Şârihin sözünde bu üç veche işaret vardır. Birinci ile üçüncüye "Dört ay on gün iddet bekler." diyerek işaret etmiş, üçüncüye de "Yahut iki müddetin uzun olanıyla" ifadesiyle işarette bulunmuştur.



«Cariye ve müdebbereye cima etmekle iddet yoktur.» Yani sahibleri ölür veya kendilerini âzâd ederse bil ittifak iddet beklemezler. Bahır. Musannıf: "Ümmüvled de böyledir." sözüyle bundan ihtiraz etmiştir.



METİN



Kezâ şübheyle cima edilen meselâ kocasından başkasının yanına zifaf olunan yahut muvakkat nikâh gibi fâsid nikâhla cima olunan kadının hükmü de ölüm ve ayrılmada böyledir. İki surete birden teallûk eder. Hürre olsun ümmüveled olsun dokuz yaşına varmayan küçük kız yahut hayız dan kesilme çağına varan yaşlı kadın veya yaşça bulûğa ermiş ve hayzını görmemiş kadın hakkında iddet ay başında ise hilâl hesabıyla üç aydır. Değilse günlerledir. Bahır ve diğer kitablar. Hayzını görmemiş kaydıyla temizlik müddeti uzayan genç kadın hariç kalmıştır. Meselâ hayzını görür de sonra temizlik müddeti uzar gider. Böylesi hayızdan kesilme çağına varıncaya kadar hayızla iddet bekler. Cevhere ve diğer kitablar. Vehbâniyye şerhinde bunun iddeti dokuz ayda biter denilmesi garip olup bütün rivâyetlere muhâliftir. Onunla fetva verilmez. Nasıl verilsin ki Hulasa'nın nikâh bahsinde şöyle denilmektedir: "Bir Hanefiye filan meselede İmam şâflî'nin mezhebi nedir denilse, Ebû Hanife şöyle demiştir şeklinde cevap vermesi icab eder.



Evet, Mâlikî bir hâkim bununla hüküm verirse geçerli olur. Nitekim Bahır ve Nehir'de bildirilmiştir. Bunu üstadımız Hayreddin-ı Remlî tenkidden salim bir şekilde nazma çekerek şöyle demiştir: "Temizlik müddeti uzun süren kadın için Mâlikî bir hâkim dokuz ay iddet takdir ederse yeter. Ondan sonra bozmaya yol yoktur. Böyle denilir. Tenkid ve itiraz yapılmaz." Hayzı uzayan kadına gelince: Fethü'l-Kadir'in hayız bâbında beyan edildiği gibi müftâbih kavil onun temizlik müddetini iki ayla takdir etmektir. Böylece altı ay temizlik müddeti, ihtiyat'ûn bir ay da üç hayız müddeti olmuş olur.



İZAH



«Kezâ şübheyle cima edilen yani gerek şübheyle cima edilenin, gerekse fâsid nikâhla cima edilenin iddetleri üç hayızdır. Musannıf bu meseleyi bir daha tekrarlayacaktır. Biz de onun üzerinde o zaman söz edeceğiz.



LATİFE: -Mebsût'ta hikâye edildiğine göre bir adam iki oğluna iki kız nikâhlamış. Ama kadınlar yanlışlıkla bir kardeşin karısını öteki kardeşin yanına zifaf etmişler. Ulemaya soruldukta: Gelinler zifaf edildikleri şahısların yanından alınarak iddet beklerler ve sonra kocalarına verilirler, şeklinde cevap vermişler. Ebû Hanife (R.A.) ise: "Her biri cima'da bulunduğu gelinden razı ise karısını boşar, cima ettiği ile nikâhlanır ve derhal onunla zifaf olur. Çünkü iddetin sahibi odur." demiş. Bunun üzerine damadlar onun dediğini yapmış, ulema da onun cevabına dönmüşler.



«Ölüm ve ayrılmada böyledir.» Ölüm iddeti vâcib olmaması şundandır: Ölüm iddeti ancak ölünceye kadar beraber yaşadığı kocasına üzüldüğünü göstermek için vâcib olmuştur. Burada ise karı-kocalık yoktur. Bahır.



«İki surete birden teallûk eder» Yani ölüm ve ayrılmada ifadesi hem şübhe ile cima hem de nikâh-ı fâsid suretlerine bağlıdır.



«Hürre olsun ümmüveled olsun.» Musannıf burada iddet nev'ilerinin ikincisine başlıyor ki, o da aylarla iddet beklemektir. Aylarla beklemek hususunda hürre ile ümmüveled arasında fark yoktur. Görülecektir ki, bunların her ikisi üç ay iddet beklerler. Yalnız bu sahibi ölen veya kendisini âzâd eden ümmüveled hakkındadır. Şayet nikâhlı olursa onun iddeti gerek ölümde gerekse talâkda hayız görsün görmesin hürre iddetinin yarısıdır. Nitekim gelecektir. Sonra ümmüveled ancak büyük olur. Musannıfın "küçük kız için" sözü hürreye mahsustur. "Yaşlı kadın" tâbiri her ikisine şâmildir. Nitekim âşikârdır.



«Dokuz yaşına varmayan...» Bazıları: Yedi yaşına varmayan küçük kız demişlerdir. Fetih'de birinci kavlin esah olduğu bildirilmiştir. Bu bir kızın bulûğa erebileceği en az yaşı beyandır. Şârihin bununla kayıdlaması Fetih, Bahır ve Nehir'e uyarak olmuştur. Bundan dokuz yaşını geçip de yaşla bulûğa ermeyen kızın hükmü anlaşılmamaktadır. Böylesine mürâhika derler. Fetih'de zikredildiğine göre onun iddeti dahi üç aydır. Şârih küçük kız sözünü mutlak bırakarak yaşça bâliğ olmayan diye tefsir etse mürâhikaya ve daha küçük yaşta olana şâmil olurdu. Ama şöyle denilebilir: Onun muradı kasden mürâhikayı çıkarmaktır. Çünkü Bahır sahibi: "İmam Fazlı'dan rivâyet edildiğine göre küçük kız mürâhik ise iddeti ayarla geçmez. O cima'dan gebe kalıp kalmadığı anlaşılıncaya kadar durulur. Gebe kaldığı anlaşılırsa doğurmakla iddeti biter. Aksi takdirde iddetini aylarla bekler. Fetih sahibi diyor ki: "Durulup beklendiği zaman onun iddetinden sayılır. Çünkü bu onun hali anlaşılsın diye idi. Gebelik zuhur etmeyince iddetinden sayılır." demiştir.



Ben derim ki: Yani gebe olmadığı anlaşılınca geçen üç ayla iddetinin bittiğine hükmolunur. Ondan sonraki bekleme hükümsüz kalır. Hatta o zaman evlenirse akdi sahih olur. Fethü'l-Kadir'in nafakalar bahsînde şu fer'î mesele vardır: "Hulâsa'da beyan edildiğine göre küçük kızın iddeti üç aydır. Meğerki mürâhika olsun. Bu takdirde rahminin boş olduğu anlaşılmadıkça ona nafaka verir. Muhît'ta böyle denilmiştir. Yani hilâf zikredilmeksizin beyan edilmiştir ki güzeldir." Fetih'in sözü burada sona erer. Lâkîn bu fetvayı ihtiyaten akidden önce vermek gerekir. Yani beklemeden akdi yapmamalı. Fakat ulema gebeliğin anlaşılacağı bekleme müddetinîn ne kadar olacağını söylememişlerdir. Hâmidiyye'de Bezzâziye'nin satışlar bahsinden naklen bildirildiğine göre bir rivayette carîyeyi satın aldıktan dört ay on gün geçmişse o kimsenin gebelik dâvâsı tasdîk edilir. Daha az geçmişse tasdik edilmez. Diğer bir rivâyette iki ay beş gün geçmiçse tasdik edilîr. Halk bununla amel ederler. Hâmîdiyye sahibi bu son söze göre hareket etmiştir, ama söz götürür. Çünkü bizim meselemizde murad üç ay geçtikten sonra durup beklemekdi. Binaenaleyh birinci rivâyetleamel evlâdır. Dört ay on gün geçer de gebelik zuhur etmezse, anlaşılır ki üç ay geçmekte îddet bitmîştir.



«Hayızdan kesilme çağı» nın takdiri metinde gelecektir. Bu hususta sözün tamamı da orada görülecektîr.



«Yaşca bulûğa ermîşse» yani on beş yaşına varmışsa demektir. Bunu Nihâye'den naklen Tahtâvî söylemiştîr. Bu müddetten önce menîsi gelmek suretiyle bulûğa eren de bunun gibidir.



«Hayzını görmemiş» sözü hiç hayız görmeyene ve hayzını görüp de müddeti tamam olmadan kesilene şamildir. Bahır'da Tatarhânîyye'den naklen şöyle denîlmîştir: "Kız bülûğa ererek bîr gün kan görür de sonra kesilir ve aradan bir sene geçerse bundan sonra kocası onu boşadığında aylarla iddet bekler." Sârihin Bahır'dan naklen zikredeceğîne göre otuz yaşına varır da hâlâ hayız görmezse hayızdan kesildiğîne hükmolunur. Beyanı ileride gelecektir.



«Değilse günlerledir.» Muhît'ta şöyle denilmiştir: "Talâk ve ölüm iddetî ay başına rastlarsa aylar hilâl itibariyle sayılır. Velev kî sayıca noksan olsun. Ayın ortasına rastlarsa aylar hilâl itibarîyle sayılır. Velev ki sayıca noksan olsun. Ayın ortasına rastlarsa imamı Azam'a göre günlerle itibar edilir ve talâkda doksan gün, ölümde yüz otuz gün iddet bekler. İmameyn'e göre ise birincinin noksanını sonuncudan tamamlar. İkisinin arasını hilâl hesabıyla İtibar eder. İlâ ve fülanla konuşmayacağım diye yemin müddeti dört aydır. İcare müddeti ayın ortasında ise bir senedir. Ay içinde doğan bir kimsenin yaşı ile ay İçinde oruca başlayan kimsenin oruç keffâreti bu hilâfa göredir." Müctebâ'dan naklen arzetmiştik ki, innînin te'cili ay ortasında ise bil ittifak günlerle mu'teberdir. Bahır. Bahır sahibi bundan sonra şöyle demiştir: "Suğra'da beyan edildiğine göre iddetin günlerle itibar edilmesi bil ittifaktır. Hilâf yalnız icarededir. Kuhistânî bunu müşkil görmüş, Muhît. Hâniyye, Mebsût ve diğer kitablarda birincinin zikredildiğini söylemiştir."



«Hayzını görür de» meselâ üç gün hayız görür de sonra temizlik müddeti uzarsa demek istiyor ki, bu bir sene veya daha fazla olabilir. Bahır.



«Dokuz ayda biter.» Bunun altı ayı hayızdan kesilme müddeti, üç ayı da iddet içindir, denilmiştir. Üstadlarımızın üstadı Sâihânî'nin el yazısıyla gördüm ki, Mâlikîlerce mu'temed olan kavle göre iddet bitmek için mutlaka tam bir sene lâzımdır. Bunun dokuz ayı hayızdan kesilme müddetî için, üç ayı da iddetin bitmesi içindir.



Ben derim ki: Onun için Mecma'da sene tâbiri kullanılmıştır.



«Onunla fetva verilmez.» İtiraz bu kavil Mâlik'indir diye yapılmaktadır. Taklid telfik yapılmamak şartıyla câizdîr. Nitekim Hasan-ı Şürunbulâlî bunu bir risalede beyan etmiştir. Hatta telfikle bile câizdir. Nitekîm Molla İbn-i Ferruh bunu bir risalede beyan etmiştîr.



«Ben derim ki: İbn-i Ferruh'un sözünü Seyyidî Abdülgânî hususi bir risalede reddetmiştir. Taklid şartını haiz oldukta câizse de kendisi amel etmek icindir. Başkasına fetva veren için câîz değildîr. Binaenaleyh kendi mezhebinde tercih edilmeyen bir kavilde fetva verilemez. Çünkü şarih Resmü'l-Müftî'de şöyle demişdi: "Şeyh Kâsım'ın sahîh kabul ettiği kavil hakkında söylediklerinin hâsılı şudur: Müftü iIe hâkim arasında fark yoktur. Şu kadar var ki müftü bir hükmü haber verir. Hâkim îse o hükmü ilzam eder. Terkedilmiş bir kaville hüküm ve fetva vermek cehalettir, icma'a karşı gelmektir. Müleffak (karma) hüküm bil ittifak bâtıldır. Amel ettikten sonra taklidden dönmek de bil ittifak bâtıldır IIh..." Bunun üzerine biz de orada söz etmiştik.



«Ebû Hanife şöyle demiştir, şeklinde ilh.,.» Bu ifade bazı usulü fıkıh ulemasının: "Daha iyisi varken terk edilen kavil taklid câiz değildir." sözüne mebnîdir. Yine bu söze binaen: "Bîr kimsenin mezhebinî doğru ama hataya İhtimalli olduğuna, başkasının mezhebinin hata fakat doğruya ihtimalli olduğuna itikad etmesi vâcibdir. Bir hüküm sorulursa ona ancak kendince doğru olan cevabı verir. Başkasının mezhebiyle cevap vermesi câiz olmaz." demişlerdir. Biz kitabın başında bu husustaki sözün tamamını arz etmiştik.



«Mâliki bir hâkim bununla hüküm verirse geçerli olur.» Çünkü ictihad götüren bir yerdir. Bütün bunlar Bezzaziye'nin ifadesine reddiyedir. Allâme diyor ki: "Bizim zamanımızda fetva Mâlik'in kavline, bir de Câmiu'l-Fûsuleyn'in ifadesine göredir. Orada: "Kadının dokuz ay geçtikten sonra iddetinin bittiğine bir hâkim hükmederse geçerli olur." denilmektedir. Çünkü mu'temed kavle göre hâkim kendi mezhebinden başkasıyla hüküm veremez. Bahusus zamanımızın hâkimleri bunu yapamazlar.



«Ondan sonra bozmaya yol yoktur.» Yani Mâlikî hâkimin bu mikdarla hüküm vermesinden sonra Hanefî bir hâkim onun hükmünü bozamaz. Çünkü bu ictihad götürür bir fasıldır. Onun hükmü hilâfı kaldırır. H. Bazı nüshalarda Mâlikî hâkim ikrar olunur denilmiştir. Lâkin biliyorsun ki Mâlikîlerce mu'temed olan kavîl müddetin bir seneyle takdiridir. Bunu Bahır sahibi dahi Mâlik'e nisbet eden Mecma'dan nakletmiştir.



«Böyle denilir.» Yani tenkid ve itirazdan hali olan bu söz gibi söylemek gerekir. Bazılarının dediği gibi: "Bununla zarurette fetva verilir." dememelidir. H.



Ben derim ki: Lâkin bu söz Mâlikî bir hâkimin hüküm vermesi veya hakem kılınması mümkün olan yerde zâhirdir. Fakat hüküm verecek Mâlikî bulunmayan yerlerde zaruret tahakkuk etmiştir. Bezzâziye ile Câmîu'l-Fûsuleyn'den yukarıda nakledilenin vechi de buydu. Binaenaleyh Nehir sahibinin: "Hüküm verecek bir Mâlikînin huzurunda dâvâ imkânı varken bizim itikadımızca onun mezhebi hatadır amma doğruya ihtimali vardır, diye fetva vermeyebir sebeb yoktur." sözü vârid değildir. Onun içîndir ki Zâhidî: "Bazı ulemamız zaruretten dolayı bu meselede İmam Mâlik'in kavliyle fetva verirlerdi." demiştir. Sonra gördüm ki, benim bahsettîğimi aynen Miskîn hâşiyecisi Hamevî'den naklen zikretmiştir. Bu meselenin bîr eşi kaybolan kimsenin karısı bahsinde gelecektir. Orada şöyle denilmiştir: "îmam Mâlik'in kavliyle fetva verilir ve kadın dört sene geçtikten sonra vefat iddeti bekler denilir.



"Hayzı uzayan kadına gelince..." Evlâ olan burada kan görmesi yahut istihazası uzun süren demekdi. Bundan murad âdetini unutan mütehayyire (şaşırmış kadın) dır. Fakat kanı devam eder de kadın âdetini bilirse âdetine döner. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.



"Müftâbih kavil ilh..." İfadesinin hâsılı şudur: Bu kadının iddeti yedi ayla biter. Üç ayla biteceğini söyleyenler de olmuştur.



METİN



Bunların hepsinde kadının cima edilmiş olması şarttır. Velev ki halvet gibi hükmen olsun. Velev ki halveti fâside olsun. Nitekim geçmişti. Erkek memede bile olsa iddet vâcibdir, mehir vâcib olmaz. Kınye. Ölüm için iddet ay başında ise sahih nikâhın ölünceye kadar devamı şartıyla mutlak surette dört ay on gündür. Yani cima edilsin edilmesin, velev kadın küçük yahut kitabîyye olsun fark etmez. Yeter ki köle bile olsa bir Müslümanın nikâhında bulunsun. Bundan yalnız hamile hariç kalır. Ben derim ki: Musannıfın sözü emzikli kadın gibi temizlik müddeti uzayana da şamildir. Bu fetva vakasıdır. Ama şimdiye kadın onu bir yerde görmedim. Sen araştır.



İZAH



"Bunların hepsinde" Yani yukarıda geçen bütün hayızla iddet ve aylarla iddet meselelerinde cima edilmiş olmak kaydı şarttır.



"Velev ki "halvet-i fâside olsun." Sözü mutlaktır. Binaenaleyh halvetin fesadı hissî veya şer'î bir mâniden ileri gelme hallerine şâmildir. Hak olan budur.



"Nitekim geçmişti." Yani mehir bâbında geçmişti. Bu bâbta geçmemiştir. Zira bu bâbta geçen halvetin sahih kaydıyla kayıdlanmasıdır. T.



"Erkek memede bile olsa ilh..." Sözünde müsamaha vardır. Çünkü sözümüz cima edilen kadın hakkındadır. Meme emen çocuktan karısı ile cima tesavvur edilemez. Onun için evlâ olan: "Velev ki mürâhik olmasın." demekti. Kınye'nin ibâresi: "Sabi-i mürâhik olan kocasının cima etmesiyle iddet vâcib olur." şeklindedir. Cürcânî'nin Âhâd'ında: "Ebû Hanife'yle Ebû Yusuf'un kavline göre mehir ve iddet sahibinin cima'ıyla vâcib olurlar. İmam Muhammed'in kavline göre ise iddet vâcib olur, mehir vâcib olmaz." denilmektedir. Cürcânî bundan sonra şunları söylemiştir: "îmamlar arasında hilâf yoktur. Çünkü Şeyhayn gebe bırakması tesavvur olunan mürâhik hakkında, İmam Muhammed ise tesavvur olunmayan hakkında cevapvermişlerdir. Çünkü İmam Muhammed onu çocuğun parmağının hükmünde zikretmiştir." Bahır'da bundan önce bildirildiğine göre ulema çocuğun halveti fâsid olduğunu, fakat çocuğun halvetine de şamil olan halvet-i fâside ile iddet lâzım geldiğini, nikâh-ı fâsid ile cima ederse iddet vâcib olacağını açıklamışlardır. Sahihi ile vâcib olması Ise evleviyette kalır. Bundan sonra Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâsılı sahih ve fâsid nikâhlarda, şübheyle cimada, ölümde, talâkda ve ayrılmada, çocuk doğurmada sabi bulûğa ermiş gibidir. Nitekim gizli değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı ermiş gibidir. Nitekim gizli değildir. Bellenmelidir." Sabinin karısı çocuk doğurursa iddetinin ne olacağı meselesi az ileride gelecektir. Cima'dan sonra iddet beklemesini icab eden talâkın sureti kocası zimmî olup karısının Müslümanlığı kabul etmesi, velîsinin de çocuğun Müslüman olmasına karşı gelmesidir. Yahut küçük olduğu halde kadınla halvette bulunması ve kadını büyüdükten sonra boşamasıdır. Ayırmanın sureti de kadına fâsid akidle cimada bulunmasıdır.



"Ölüm için îddet..." Bundan murad hür kadının kocasının ölmesidir. Cariyenin hükmü biraz sonra gelecektir.



"Sahih nikâhın ölünceye kadar devamı şartıyla..." Çünkü fâsid nikâhda iddet gerek ölüm gerek başkası için olsun üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti. Bahır sahibi diyor ki: "Onun için demiştik ki, mükâteb karısını satın alır da sonra ödeyerek ölürse vefat iddeti vâcib olmaz. Onunla cima'da bulunmadıysa hiç iddet lâzım değildir. Bulundu da kadın ondan doğurduysa iki hayız iddet bekler. Çünkü ölümden önce nikâh fâsid olmuştur. Ödeyecek mal bırakmazsa kadın vefat iddeti olarak iki ay beş gün bekler. Çünkü karı koca ikisi de sahiblerinin memlûkudur. Nitekim Hâniyye'de belirtilmiştir."



"Dört ay on gündür." Tabii ki geceleri ile beraberdir. Nitekim Müctebâ'da açıklanmıştır. Gurarü'l-Ezkâr'da: "Yani beşinci aydan günleriyle beraber on gecedir. Evzâî'den nakledildiğine göre burada on gece mukadderdir." Kadın onuncu gün evlenebilir.



Biz deriz ki: "Günlerle gecelerin hepsinin lafzan veya takdiren cem sîgasıyla zikredilmesi istikranın hizasına geleni dahil olmasını gerektirir." denilmiştir. Bunun bir misli de Fetih'dedir. Evzâî'den nakli geçen ifadeyî Hâniyye sahibi İbnü'I-Fadl'a nisbet etmiş ve: "Bu daha ihtiyattır. Çünkü bir gece fazlalığı vardır." demiştir. Yani fecir doğmazdan önce ölse onuncu günden sonra mutlaka bir gecenin geçmesi lâzımdır demek istemiştir. Umumun sözüne göre ise güneşin batmasıyla biter. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir. Ama söz götürür. Bilâkis umumun sözüne müsavîdir. Biliyorsun ki takdir on gün on geceyledir. Güneş battıktan sonra öldüğü farzedilirse umumun kavlinden azalır bile. Binaenaleyh ihtiyat Evzâî'nin değil umumun kavlindedir.



"Velev kadın küçük" Diyeceğine evlâ olan "velev ki büyük olsun" demekdi. Çünkü muradölüm iddetinin dört ay on gün olmasıdır. Velev ki kadın hayız görenlerden olsun. Aylarla hesap edilenlerden olursa evleviyette kalır.



"Köle bile olsa" Yani hürrenin kocası köle bile olsa demektir.



"Bir Müslümanın nikâhında bulunsun." Kâfirin nikâhında bulunursa dinlerinde iddet yoksa iddet beklemez. Nitekim bunu musannıf söyleyecektir.



"Bundan yalnız hamile hariç kalır." Çünkü hamilenin ölüm için iddeti çocuğunu doğurmasıdır. Nitekim Bahır'da belirtilmiştir. Bu karısı hamile iken kocası öldüğüne göredir. Kocası öldükten sonra iddet içinde hamile kalırsa sahih kavle göre değişmez. Nitekim yakında gelecektir.



"Temizlik müddeti uzayana da şâmildir ilh..." Zâhire bakılırsa bu me-selenin yeri temizlik müddeti uzayan genç kadın meselesidir. Yani talâk için aylarla değil de hayızla iddet beklemesi hususunda bu onun gibidir. Burada onun zikrine yer yoktur. Çünkü kan gören kadın ölüm için dört ay on gün bekler. Kan görmeyen ise aylarla bekler. Hayızlarla beklemiyeceği evleviyette kalır. Çünkü hayzın vefat iddetinde tesiri yoktur. Bir de "Bundan yalnız hamile hariç kalır." sözü bu hususta açıktır. Sonra gördüm ki Rahmetî bunun bir kısmını ifade etmiş. Biz evvelce Sirâc'dan naklen şârihin bahsettiklerini anlatan sözler arz etmiştik ki şunlardır: Emzikli bir kadın ilaçla hayız görse hayız günlerinde sarı renkli akıntıyı gördümü onunla iddet biter. Bu gösterir ki, emzikli kadının hayız görmesi mutlaka lâzımdır. Velev ki ilâç kullanmakla olsun. Bundan daha açığı Müctebâ'nın şu sözüdür: "Ulemamızın söylediklerine göre boşanan bir kadının hayzı ârızî yahut başka bir sebeble gecikirse ya hayzını görünceye yahut hayızdan kesilme çağına ulaşıncaya kadar iddetli kalır."



METİN



Hayız gören cariye hakkında talâk veya fesh için îddet iki hayızdır. Zira hayız parçalanmayı kabul etmez. Hayız görmeyen veya kocası ölen cariye hakkında talâk veya fesh için iddet hürrenin yarısıdır. Çünkü yarılanmayı kabul eder. Hamile hakkında mutlak surette velev cariye yahut kitabîyye veya zinâdan doğma olsun -meselâ zînâdan gebe kalan bir kadın evlenir de kocası onunla cimada bulunduktan sonra ölür veya onu boşarsa doğurmakla iddeti biter. Cevahiru'l-Fetâvâ- Karnındakinin hepsini doğurmasıdır. Çünkü hamil bütün karnındakinin adıdır. Bahır'da: "Çocuğun ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." denilmiştir.



İZAH



"Cariye hakkında" Sözü mutlaktır. Binaenaleyh İmam-ı Azam'a göre hâlis cariye olan karısına, ümmüvelede, müdebbereye, mükâtebeye ve çalıştırılan cariyeye şâmildir. Cariye hakkında cima kaydı mutlaka lâzımdır. Bundan yalnız kocası ölen müstesnadır. Bahır. Karısıdiye kayıdlaması milk-i yeminle cima edilirse iddet lâzım gelmeyeceği içindir. Yalnız ümmüveled olup efendisi ölür veya âzâd ederse onun iddeti üç hayızdır. Nitekim yukarıda geçti.



"Zira hayız parçalanmayı kabul etmez." Yani kölelik yarılayıcıdır. Bunun muktezası cariyeye bir buçuk hayız iddet lâzım gelmesidir. Lâkin hayız bölünmeyi kabul etmediğinden iki hayız beklemesi icab eder.



"Talâk yeya fesh içîn..." Veya nikâh-ı fâsid veya şübheyle cima için iddet hürrenin yarısı kadardır. Yani talâk ve benzerlerinde "bir buçuk ay ölümde iki ay beş gündür.



"Hamile hakkında" Yani nikâhtan ise velev ki fâsid nikâhtan olsun ço- cuğunu doğurmasıdır, Zinâdan hamile kalan kadına ise asla iddet yoktur Bahır.



"Mutlak surette" Yani iddet ister talâktan, ister ölümden ve ister birbirlerini bırakmaktan ister şübheyle cimadan lâzım gelsin fark etmez. Nehir.



"Velev cariye" Yani nikâhlı kadın ister hâlis cariye, ister müdebbere veya mükâtebe yahut ümmüveled yahut çalıştırılan cariye olsun fark etmez. Bunu Tahtâvî Hindiyye'den nakletmiştir. Nikâhlının benzeri sahibi ölen veya kendisini âzâd eden ümmüveleddir. Nitekim Hâkim'in Kâfîsi'nde belirtilmiştir.



"Yahut kitabiyye olsun." Burada yukardaki gibi Müslümanın nikâhında dememiştir. Çünkü burada Müslümanın nikâhında olmakla zımmînin nikâhı altında olması arasında fark yoktur. Nitekim metinde gelecektir.



"Veya zinâdan doğma olsun ilh..." Hamlin iddette olması da bunun gibidir. Nitekim Kuhistâni ile Dürr-ü Müntekâ'da beyan olunmuştur. Zâhidî'nin Hâvîsi'nde şöyle denilmektedir: "İddet bekleyen kadın hamile kalır da doğurursa iddeti onunla biter. İddeti boşayandan olsun, zinâdan olsun fark etmez. Ondan bir rivâyete göre de zinâdansa doğurmakla iddeti bitmez. Gebeliği fâsid nikâhtan ise birbirlerini bıraktıktan sonra doğurduğu takdirde doğurmakla iddeti biter. Terk etmeden önce ise bitmez." Lâkin az ileride geleceği vecihle sabi olan kocası öldükten sonra hamile kalan kadın ölüm iddeti bekleyecektir. Şu halde "İddet bekleyen kadın hamile kalırsa" sözünden murad talâk iddeti bekleyen kadındır. Buna karine sözün bundan sonrasıdır. Sonra Nehir'de aşağıda gelen mirâs kaçıran meselesinde gördüm ki şöyle denilmiş: "Bilmiş ol iddet bekleyen kadın iddeti içinde hamile kalırsa Kerhî'nin söylediğine göre onun iddeti çocuğunu doğurmasıdır. Kerhî tafsilât vermemiştir. İmam Muhammed'in söylediğine göre bu talâk iddetindedir. Vefat iddetinde ise hamille değişmez. Sahih kavil budur. Bedâyı'da böyle denilmiştir." Şübheyle cimadan dolayı iddet bekleyen kadın iddet içinde gebe kalır da sonra doğurursa iddeti biter." Yine Bahır'da Hâniyye'den naklen: "Kocası ölen bir kadın ölümden itibaren iki seneden fazlada doğurursa doğumdanaltı ay veya daha ziyade önce iddeti geçtiğine hükmolunur ve sanki bu kadın iddeti bittikten sonra başka bir kocaya varmış da ondan gebe kalmış gibi tutulur." denilmiştir.



"Meselâ zinâdan gebe kalan bir kadın evlenirse ilh..." İfadesi gösteriyor ki, iddet zinâ için lâzım gelmez. Zira zinâdan hamile kalana aslâ iddet olmadığını evvelce görmüştük. İddet ancak kocanın ölümü veya boşaması sebebiyle vâcih olur. Rahmeti diyor, ki: "Hamlin zinâdan olduğu kadının akidden itibaren altı ay geçmeden doğurmasıyla bilinir."



"Cimada bulunduktan sonra" Sözü kocası ölmeyenin kaydıdır. Zira yukarıda geçmişti ki, ölüm iddeti için cima şart değildir. Kadına zifaf ya halvetle yahut haram olmakla beraber cimayladır. Zira zinâdan gebe kalan kadının nikâhı câiz ise de cima'ı helâl değildir. Rahmeti. Bu meseleyi Bahır sahibi Bedâyı'dan cima Kaydı olmaksızın nakletmişlerdir.



"Doğurmakla iddeti biter." Yani müddet takdiri yoktur. İster talâktan sonra doğursun ister ölümden bir gün veya bir günden daha az sonra doğursun fark etmez. Cevhere. Hamilden, murad bazı uzuvları veya bütün âzâsı belli olan çocuktur. Bazısı belli olmazsa iddet geçmez. Çünkü hamil değişen menînin adıdır. Kan pıhtısı veya et parçası olmakla değişmez. Yüzde yüz değişmiş olduğu ancak bazı uzuvlarının belli olmasıyla bilinir. Bunu Muhît'ten Bahır sahibi nakletmiştir. Yine Bahır'da belirtildiğine göre azânın belli olması ancak yüz yirmi günde olur. Yine Bahır'da Müctebâ'dan naklen: "Bazı uzuvları belli olan çocukta muteber olan müddet dört aydır. Uzuvlarının tam yaratılması altı ayda olur." denilmiştir. Hayız bâbında Bahır sahibinin bunu müşkil saydığını ve: "Müşahedeyle bilinen, âzânın dört aydan önce meydana gelmesidir. Zâhire bakılırsa murad can verilmesidir. Çünkü daha önce bu olmaz." dediğini ve meselenin tamamını arz etmiştik.



"Çünkü hamil ilh..." İfadesi bütün kelimesini takdir için illettir. Kadın doğurur da karnında bir çocuk daha kalırsa iddeti kalanın doğması ile biter. Bazı uzuvları belli olan bir çocuk düşürürse onunla iddeti biter. Çünkü düşen çocuktur. Uzuvları belli olmamışsa iddeti bitmez.



"Çocuğun ekserisinin çıkması bütününün çıkması gibidir." Bu söz



"Karnındakinin hepsini doğurmasıdır" ifadesine aykırıdır. Meğerki hepsini kelimesinden bütün cüzler değil de bütün ferdler kasdedilmiş olsun. Burada şöyle denilebilir: "Ancak kadının kocalara helâl olması hususunda müstesnadır." sözü çocuğun ekserisinin çıkmasıyla iddetinin bitmemesini iktiza eder. Yine burada şöyle denilebilir: İddeti bitmemiş olsa çocuğun kalan kısmı çıkmadan kadına ric'at sahih olurdu. Şu halde murad bir vecihten iddet biter, bir vecihten bitmez demek olur. Onun için Bahır sahibi şöyle demiştir: "Hâruniyat'ta beyan edildiğine göre çocuğun ekserisi çıkarsa ric'at sahih olmaz. Ama kadın kocalara helâl olmadığını söylemişlerdir. Çünkü ekserisinin çıkması ric'atın kesilmesihakkında ihtiyatan bütünü hükmünde tutulmuştur. Kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan bütünü hakkında sayılmamıştır."



METİN



Bu bütün hükümler hakkında böyledir. Ancak kocalara helâl olması hakkında ihtiyatan ekserisinin çıkması bütünü yerini tutmaz. Başın çıkmasına itibar yoktur. Velev ki az kısmıyla beraber olsun. Binaenaleyh başı kesmekle kısas yoktur. Talâk-ı bâinle boşanan kadının doğurduğu çocuğun başı iki seneden azda, geri kalan uzuvları iki seneden fazlada çıkarsa nesebi sâbit olmaz. Kadının ölen kocası mürâhik olmamış küçük çocuk dahi olsa, onun ölümünden itibaren yarım seneden azda doğurursa esah kavle göre doğurmakla iddet biter. Çünkü hamileler âyeti umumîdir. Sabi öldükten sonra hamile kalan ve yarım senede veya daha fazlada doğuran hakkında bil ittifak ölüm iddeti vardır. Çünkü ölüm anında hamilelik yoktur. Her iki halinde de neseb sâbit olmaz. Çünkü sahibinin menîsi yoktur. Evet, mürâhik sabiden ihtiyatan nesebin sâbit olması gerekir. Çocuk kadının karnında ölürse dışarı çıkıncaya kadar yahut kadın hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar iddetinin kalması gerekir. Nehir.



İZAH



"Bu bütün hükümler hakkında böyledir." Yani ric'atın kesilmesinde ko-dının doğurmasına muallak talâk veya âzadlığın vukuunda ve kadının nifâslı olmasında böyledir. Sözün mutlak olması bunu gerektirir.



"Velev ki az kısmıyla beraber olsun." Bazı nüshalarda az kısmıyla beraber dahi muteber değildir, denilmiştir ki doğurusu da odur. Bahır'ın ibâresi: "Yalnız başın çıkması yahut bedenin az kısmıyla birlikte çıkması muteber değildir." şeklindedir. Bu cümleden önce Bahır sahibi Nevâdir'den naklen bedeni; budlardan omuzlara kadar olan kısımdır, diye tefsir etmiş. Yalnız başla ve yalnız ayaklarla beden sayılmayacağını söylemiştir.



"Başı kesmekle kısas yoktur." Ama diyet vardır. Bahır.



"Nesebi sâbit olmaz." Nesebinin sâbit olması için başıyla bedeninin yarısı iki seneden azda çıkmalıdır. Bahır.



"Mürâhik olmamış" Yani on iki yaşına varmamış demektir. Kuhistânî.



"Esah kavle göre" ifadesinin mukabili İmam Ebû Yusuf'tan şazz olarak rivâyet edilen ölüm iddeti bekler sözüdür. Nehir.



"Her iki halinde" Yani çocuğun ölümünün her iki halinde yahut hamileliğin çocuğun ölümünde bulunup bulunmaması hallerinde demektir.



"Çünkü sabinin menîsi yoktur." Binaenaleyh ondan gebe kalması ta-savvur olunamaz. Doğulu bir adamın batılı bir kadından çocuğunun nesebi sâbit olması akid gebelik yerinetutulduğu içindir. Çünkü hakikaten tasavvur edilebilir. Sabî bunun hilâfınadır. Nitekim Bahır'da bildirilmiştir.



"Evet ilh..." Burada Feth'in ibâresi şöyledir: "Sonra bu çocuğun mürâhik olmaması icab eder. Mürâhik olursa ondan nesebin sâbit olması gerekir. Meğerki akidden itibaren altı aydan azda doğurmak suretiyle mümkün olmasın." Bahır sahibi: "Onun için Hâkim-i Şehid Kâfî'de bu meseleyi çocuk süt emerse diye tasvir etmiştir." diyerek teyidde bulunmuştur. Şübhesizki rivâyetin mefhumu mu'teberdir.



"Hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar iddetinin kalması gerekir." Yani o zaman kadın aylarla iddet bekler. Burada şöyle denilebilir: Bu söz Teâlâ Hazretlerinin: "Hamilelerin iddeti çocuk doğurmakla biter."âyet-i kerîmesine aykırıdır. H.



Ben derim ki: Şeyh Hayreddin'in Bahır hâşiyesinde şöyle denilmektedir: "Çocuk varken iddet bitmiştir demenin bir mânâsı yoktur. Çünkü rahim çocukla meşguldür." Şâfiîlerin kitablarında böyle denilmiştir. Remlî Minhâc şerhinde şunları söylemiştir: "Çocuk ölür de dört seneden fazla ana karnında kalırsa onu doğurmadıkça iddet bitmez. Çünkü âyet umumîdir. Nitekim pederim de bununla fetva vermiştir. Kadının bundan zarar görmesine bakılmaz." İbn-i Kâsım da şerhü'l-Menhec hâşiyesinde şöyle demiştir: "Üstadımız Tablâvî diyor ki: Zamanınız uleması iddetin bitmesi çocuğun çıkmasına bağlıdır diye fetva verdiler. Ben diyorum ki: Çıkacağından ümid kesilirse bağlı değildir. Çünkü kadın kocaya varmaktan men edilmekle zarar görecektir. Bizim kaidelerimizde Şâfiîlerin sözünü def eden bir şey yoktur. Bunu bil! Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır. Bununla anlaşılıyor ki, "Hayızdan kesilme haddine varıncaya kadar" sözünden murad çocuğun çıkmasından ümidi kesmektir. Acaba bundan hamilelik müddetinin sonu mu kasdediliyor -ki Şafiîlere göre dört, bize göre iki senedir- yoksa bundan daha umumî bir mânâ mı murad edilmektedir? İkisine de ihtimal vardır. Cemaatın kavliyle amel gerekir. Çünkü bu kavil âyetin sarahatına uymaktadır.



METİN



Mirâs kaçıranın karısı hakkında talâk-ı bain için iddet -şayet kadın iddet beklerken kocası ölürse- ihtiyatan vefat iddetiyle talâk iddetinin uzun olanıdır. Meselâ ölümden itibaren dört ay on gün bekler. Bunun içinde talâktan itibaren üç hayız da vardır. Şümunnî. Ama bu ifadede kusur vardır. Çünkü kadın bu muddet zarfında hayız görmezse ondan sonra üç hayız iddet bekler. Hatta temizlik müddeti uzun sürerse iddeti hayızdan kesilme çağına kadar devam eder. Talâk-ı bâinle kayıdlaması şundandır: Çünkü talâk-ı ric'î ile boşanan kadın için bil ittifak ölüm iddeti vardır. Talâk-ı bâin ve ölüm iddetinde değil de talâk-ı ric'î iddetinde âzâd edilen bir cariye hakkında iddet hürre iddeti gibi tamamlamasıdır. Bunlardan birinde yani bâin veya ölüm iddetinde âzâd edilirse cariye iddeti gibi tamamlar. Çünkü talâk-ı ric'îde nikâh bâkîdir, diğerlerinde değildir. Bazen iddet altıya intikal eder. Nikâhlı küçük cariye gibi ki, talâk-ı ric'î ile boşanır da bir buçuk ay iddet bekledikten sonra hayzını görürse iddeti iki hayız olur. Ondan şonra âzâd edilirse üç hayız olur. Sonra temizlik müddeti hayızdan kesilme çağına kadar uzarsa iddeti aylarla olur. Tekrar kan görürse iddeti hayızla olur. Sonra kocası ölürse iddeti dört ay on gün olur.



İZAH



"Mirâs kaçıranın karısı hakkında" Sözünden murad ölüm hastalığında karısının rızası olmadan onu talâk-ı bâinle boşamasıdır. Böylesi mirâs kaçıran olur. Kendisi kadının iddeti içerisinde ölürse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed'e göre kadın iki iddetin uzun olanını bekler. Ebû Yusuf buna muhâliftir. Zira talâkla nikâh bağı hakikaten kesilmişse de mirâs hakkında hükmen bâkîdir. Binaenaleyh talâk iddetiyle vefat iddeti ihtiyaten biraraya getirilir. Tamamı Fetih'dedir.



Ben derim ki: Bu adam hastalığı esnasında karısını onun rızasıyla bâin olarak boşarsa mirâs kaçıran olmayıp kadın yalnız talâk iddeti bekler. Bu açıktır ve fetva vakasıdır. Bellenmelidir. Şu suret dahi hariçtir: Bu adam sağlam İken karısını talâk-ı bâînle boşar da sonra ölürse kadının iddeti intikal etmez ve bil ittifak ondan mirâsçı olamaz. Bunu Fetih sahibi açıklatmıştır. Çünkü bu adam mirâs kaçıran değildir.



"Şayet kadın iddet beklerken kocası ölürse" Bu kocası ölmeden üç hayız görmediğine göredir. O ölmeden üç hayız görürse iddeti bitmiş olur ve bu meseleye dahil olmaz. Çünkü iddet bitmeden kocası ölmezse kadına mirâs yoktur. Bu mesele düşüncesizlikten dolayı zamanımızın bazı Hanefilerine müşkül görünmüştür. Bahır.



"Bu ifadede kusur vardır." Çünkü "Bunun içinde üç hayız da vardır." sözü üç hayzın veya bir kısmının mutlaka dört ay on gün zarfında bulunmasını iktiza eder.



"İddeti hayızdan kesilme çağına kadar devam eder." Hayızdan kesilme çağına vardımı artık iddetini aylarla bekler. Nitekim bunu da Fetih sahibi açıklamıştır.



"Talâk-ı bâinle kayıdlaması şundandır." Bu meselenin hâsılı şudur:



Bir adam sağlam veya hastayken karısını boşar da kadın iddet beklemeye başlarsa, iddet içinde adam öldüğü takdirde kadının iddeti bil ittifak ölüm iddetine döner. Çünkü kadın onun karısıdır ve ona mirâsçı olur. Fakat iddet bitmişse onun karısı değildir. Bu adamın ölmesiyle kadına bir şey vâcib olmaz. Ona mirasçı da olamaz. Kezâ sağlamken talâk-ı bâinle boşar da sonra kad
İDDET
  • İddet Türleri:
i1 harfi