1. Makul ve Normal Karşılamamız Gereken İhtilâflar:

İnsanların bulunduğu her yerde az veya çok, küçük ya da büyük ihtilâfların olmasının kaçınılmaz olduğundan, her biri ayrı bir insan olan müslümanlar arasında da, elbette ki birçok ihtilâflar olabilecektir. Müslümanlar arasında vuku bulacak olan bu ihtilâflardan, makul ve normal karşılamamız gereken ihtilâflar, İlâhî vahyin müslümanlara seçme muhayyerliği, tasarruf yetkisi, ictihad ve tercih hakkı verdiği meselelerdeki ihtilâflardır. Yarattığı insanın ne olduğunu ve bizlerin sözkonusu meselelerde hangi ihtilâflara düşeceğimizi hakkıyla bilen Yüce Rabbimiz, hiç kuşkusuz ki bu gibi ihtilâflarla bizleri sınamakta, denemektedir. Bu ihtilâflar karşısındaki kulluk mükellefiyetimiz, sözkonusu ihtilâfları ortadan kaldırıp kaldıramayacağımız noktasında değil; nefsî ve şeytanî vesveselere aldanarak bu ihtilâfları birer fitne ve fesat sebebi durumuna getirmemek hususundadır. Çünkü bu ihtilâfları ortadan kaldırmaya çalışmamız, insanların tabiî durumlarından kaynaklanan bu gibi ihtilâfları ortadan kaldırmamıza değil, bu ihtilâfların birer fitne ve fesat sebebi olmasına neden olacaktır. Şeytanın ortamı kızıştırıcı bir ateşle yaklaştığı bu gibi ihtilâflar, bilinçli müslümanların suyla yaklaşması gereken ihtilâflardır.



Müslümanların muhayyer bırakıldıkları bu gibi meselelerdeki ihtilâflar, insanların fıtratını, farklı özelliklerini, çeşitli yaklaşımlarını, değişik önceliklerini dikkate aldığımız zaman makul karşılamamız gereken ihtilâflardır. Bu yaklaşım, elbette dinden tâviz vermek ya da tevhid dinini zedelemek anlamına gelen bir yaklaşım değildir. Çünkü ihtilâfa neden olan bu mesele, şayet müslümanların ihtilâfa düşmeden tek bir görüşte birleşmeleri gereken bir mesele olsaydı, tevhid dininin sahibi olan Rabbimiz hiç kuşkusuz ki kesin bir hüküm vazeder ve bu meselede müslümanlara muhayyerlik hakkı vermezdi. Dolayısıyla bu gibi ihtilâflar, ortadan kaldırıp yok edemeyeceğimiz ancak makul karşılayarak pasifize edebileceğimiz ihtilâflardır. Bu gibi ihtilâflarda birbirine karşıt görüşlerden herhangi birisini kabullensek ve bu görüş bize çok doğru, çok güzel gelse dahi, bize doğru ve güzel gelen bu görüşü mutlaka karşı tarafa empoze etme kaygı ve ısrarına kapılmamamız gerekir. Çünkü bu gibi ihtilâfların fitne ve fesada yol açmasını engellemenin yegâne yolu; ihtilâf meselesini çok öncül ve çok önemli bir mesele durumuna getirmeden kendi görüşümüzü makbul, karşı tarafın görüşünü makul karşılamamız ve bunun da ötesinde iç dünyamızda küçük bir “belki”ye yer vermemizdir. “Belki, karşı görüş daha doğru olabilir.”  “Benim görüşüm, yanlış ihtimali olan doğru; karşımdaki görüş, doğru ihtimali olan yanlıştır” diyebilmeli, kendi göreceli/tartışmalı doğrularımızı “mutlak doğru” ilân etmemeliyiz.