2-

Vad’í Hükümler:



        



Şâri’in, bir şeyi bir başka şey için sebep, şart ve engel kılmasıdır. Şâri’ iki durum arasında bir bağ kurarsa ve bu bağ birisi için sebep, şart veya engel olursa bu; Vad’í hüküm olur.



Ramazan orucunun farz olması, Ramazan ayının başlamasıyla mümkündür. Öyleyse Ramazan Hilâl’inin görülmesi orucun farz oluşuna bir sebeptir, vaz’í bir hükümdür. Namaz kılmak için abdest almanın şart olması, katilliğin mirasçı olmaya engel olması gibi.



Allahû Teâla (cc)'nın kanunlarında herhangi bir değişiklik olmaz. İslâm ûleması buna sünnetûllah veya âdetûllah adını vermiştir. İnsan anne rahminden, hiçbir şey bilmediği halde dünyaya gelir. İlk yılları tam bir zaaf içerisindedir. Annesi onu sevgi ve merhametle bağrına basar, korur ve büyütür. Çocuk bülûğa erdikten sonra güçlenir ve belli bir meslek sahibi olur. Nihayet belli bir süre sonra evlenir. Eğer Allahû Teâla (cc) imtihan için ona çoluk çocuk verirse, o da bir anne veya baba olur. Derken ihtiyarlık gelip çatar... Bu sünnetûllah; Hz. Âdem (as)'dan beri hep böyle devam etmektedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah sizi bir zaaftan yaratan, sonra diğer bir zaaf ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından da yine zaafa (ve ihtiyarlığa) getirendir. Allah ne dilerse yaratır" (Rum: 30/54) buyurulmuştur. Dikkat edilirse, insanın geçirdiği devreler, kuvvet ve zaaf dönemleri sarih olarak ortaya konulmuştur.[295] Bilindiği gibi insanlar, yaratılış itibariyle birbirine bağımlıdırlar. Dolayısıyla cemiyet halinde yaşamak durumundadırlar. Cemiyetin düzeni ise, bir takım emirlerin ve hükümlerin çevresinde teşekkül eder. Bu noktada karşımıza: "Hüküm nedir? Hükmetme hakkı kime aittir?" gibi sualler çıkacaktır. Şimdi bu konuyu ele alalım.



Hukm Arapça bir kelime olup Ha-Ke-Me fiilinden mastardır. Lûgatta; karar vermek, birşeyi diğer bir şeye ispat veya nefy sûretiyle isnat etme, güç ve tahakküm gibi mânâlara gelir. Araplar atı gemlemeye de hukm demişlerdir. Dolayısıyla "zaptu rapt altına alıp, terbiye etme, boyun eğdirme" mânâsı sözkonusudur. Hâkim, mahkeme ve hakem gibi, günümüzde sık sık kullanılan kelimeler, aynı kökten gelir.[295]



"Hüküm sahibi" denildiği zaman, Türkçe'de kullanıldığı şekliyle, "hâkimiyet ve egemenlik" kelimeleri gündeme girer."Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız ulusundur"(!) sloganında; yönetme ve hüküm koyma hakkının kime ait olduğu noktasında bir tercih vardır. Bu tercih "ulusun gücünün üstünde, hiçbir gücün olmadığını" iddia ve ifade eder. (Lâ ilâhe!.)



İslâmî ıstılâhta; "mükellefin fillerine iktiza (talep, tağyir veya tavsiye yoluyla taalluk) eden hitab-ı ilâhinin eserine hüküm denilir" şeklinde tarif edilmiştir. Çoğulu ahkâmdır.



Kur'ân-ı Kerîm'de, Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "(Ve şu emri indirdik) İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmet!. Sakın onların (insanların) hevâ ve heveslerine uyma." (Maide: 5/49) emri verilmiştir. Dolayısıyla hiç kimsenin, Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve hükümlerin yerine geçmek üzere hüküm icad etme hakkı yoktur. İnsanların hevâ ve heveslerinden kaynaklanan hükümlere cahiliyye hükmü denilmiştir. Kelime-i şahadeti ikrar ve tasdik eden bir kimse, kayıtsız ve şartsız olarak, Allahû Teâla (cc)'nın ve Resûl-i Ekrem (sav)'in hükümlerine tâbi olmuştur. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve Rasûlü'ne çağrıldıkları zaman, iman edenlerin sözü âncak `işittik ve itaat ettik demeleridir. İşte asıl muradına erenler bunlardır." (Nur: 24/51) buyurulmuştur. Esasen arzularını İslâm'a tâbi kılmayan kimselerin imam iddiaları bir vehimden ibarettir. Zira Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz."[295] buyurduğu sabittir.



Şimdi konuya değişik bir açıdan bakalım. Kur'ân-ı Kerim'de "Dinde zorlama (ikrah) yoktur. Hakikat iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır. Artık kim tâgût'u tanımayıp da A1lah'a iman ederse, o muhakkak kopması mümkün olmayan en sağlam kulpa yapışmıştır. Allah, hakkı ile işitici ve her şeyi kemaliyle bilicidir." (Bakara: 2/256) hükmü beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla insan için iki yol mevcuttur. Birincisi: Allahû Teâla (cc)'ya iman etmek ve hayatını İslâmî hükümlere göre düzene koymak. İkincisi: Tâgût'a kalben teslim olup, hevâ ve heveslerine göre yaşamak!.. Bu iki yolun dışında, üçüncü bir yoldan söz etmek mümkün değildir. Tâgût kelimesi; tuğyan etmek (azgınlaşarak isyan etmek) mânâsınadır. Kendisi için tayin edilmiş olan sınırın dışına taşan her şey tâgûttur. İslâmî ıstılâhta; Allahû Teâla (cc) indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hüküm icad eden her güçe tâgût ismi verilmiştir. İmaın-ı Kurtubi: "Tâgût kelimesi; tâğa yetgû kökünden müennes olarak türetilmiştir. Haddi aşıp, kendisine çizilen sınırların dışına çıktığı andaki durumu izah için kullanılır. Tâgût kelimesinin aslının, tuğyandan alınmış olduğu da zikredilmiştir. Bu kelime türemeksizin bile bu mahiyeti ifade ediyor. Cevherî diyor ki: "Tâgût sapıklıkta önderlik (liderlik) eden herkese şamildir. Çoğulu ise tevâğit gelir."[295] diyerek, meseleyi izah etmektedir. Dolayısıyla tâgûtî güçlerin icad ettiği hükümlere cahiliyye hükümleri demek mümkündür. Nitekim bir âyet-i kerimede: "Onlar hâlâ cahiliyye (devri)nin hükmünü mü arıyorlar? Şüphesiz yakîn sahibi (gerçek iman ve ilim sahibi) bir kavm indinde, hükmedici olarak Allah'dan daha güzel kim vardır." (Maide: 5/50) buyurulmuştur. Cahiliyye devrinin hükmünden maksad; "Darû'n-Nedve" isimli mecliste, insanların hevâ ve heveslerinden (ideolojilerinden) yola çıkılarak hazırlanan ve bütün zümreleri bağlayıcı olan kanunlardır.



Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hz. Âdem (as)'dan itibaren bütün peygamberler insanları, Allahû Teâla (cc)'nın emirlerine ve hükümlerine göre yaşamaya dâvet etmişlerdir. Bu davet, peygamberlerin vârisleri olan âlimler tarafından kıyamete kadar devam edecektir. Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Yusuf (as)'ın kıssası beyan edilirken bütün insanlığa şu hatırlatma yapılmıştır:



"Sizin Allahû Teâla (ec)'yı bırakıp da taptıklarınız kendinizin ve atalarmızm takmış olduğu (kuru) isimlerden başkası değildir. Allah bunlara hiçbir hüccet indirmemiştir. Hüküm sadece ve sadece Allah'a mahsustur. (O'ndan başkasına ait değildir) Allah, kendisinden gayrisine ibadet etmemizi emretmemiştir. Doğrusu din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 12/40)



Unutmayalım ki, hüküm ve emir Allahû Teâla (cc)'ya mahsustur. Hesap gününü düşünen her insan yeryüzünde, Allahû Teâla (cc)'nın emirlerini tebliğ ve hükümlerini infaza me'mur kılındığını asla unutmamalıdır. [295]