HELAL - HARAM

İnsanın kendi nefsine karşı sorumluluklarını, insan eşya ilişkilerini ve insanın birbiri ile olan ilişkilerini izah edebilmek için, öncelikle teklif ve mükellef kavramlarını izah etmek durumundayız. Allahû Teâla (cc)'nın imtihan için beyan buyurduğu emir ve nehiylerin tamamına teklif adı verilmiştir. Malûm olduğu üzere, insanın lehindeki ve aleyhindeki haklarına sahip olabilmesine de "ehliyet" denilmiştir. Allah Teâla (cc)'nın tekliflerine muhatap olabilmek için ehliyet şarttır. İslâm'ın emir ve yasakları karşısında sorumlu olan insana (erkek veya kadın) mükellef denilir. Her mükellefin, yapmak veya yapmamak hususunda sorumlu tutulduğu amelleri ef’al-i mükellefin (mükellef olan kimsenin fiilleri) şeklinde ifade etmek mümkündür. Bu noktada karşımıza hüküm veren (hâkim) ve hükme muhatab olan (mahkûm) çıkar. Kelime-i şehadeti ikrar ve tasdik eden her insan, Allahû Teâla (cc)'nın Hakim-i Mutlak olduğunu ve O'nun her emrini "işittim ve itaat ettim" tavrıyla karşılayacağını taahhüt etmiştir. Dolayısıyla helâl ve haram hudutları, imtihan hayatının en önemli unsurlarıdır. Zira bir kimse; helâlin haram olduğuna veya haramın helâl olduğuna inanırsa kâfir olur.[295] Bu sebeple; her mükellefin; "helâl" ve "haram" hususunda ilim sahibi olması farz-ı ayndır. Bu girişten sonra meselemize geçebiliriz.



Önce kelime üzerinde duralım. Helâl kelimesi; Halle-yehıllû-hıllen-hâlen fiil kökünden masdardır. Lûgatte; düğümü çözmek, yükü indirnıek, borcu ödemek ve ağırlıktan kurtulmak gibi manâlara gelir.[295] İmam Fahrüddin-i Razi: "Helâl, kendisinden mahzurluk düğümü çözülen mübah demektir. Bu kelimenin aslı akd (düğümlemek) kelimesinin zıddı olan hall (çözmek) masdarıdır."[295] diyerek, meseleye açıklık getirmiştir. Nitekim İslâm ümmetinin işlerini düzene koyan kimseler ehl-i hal ve'1- akd denilmiştir. İslâmî ıstılâhta "yapılması caiz olan bütün ameller ve yenilmesi-içilmesi mübah olan bütün nimetler" helâl kavramı ile açıklanmıştır.



Kur'ân-ı Kerîm'de halle kelimesi, muhtelif âyetlerde geçmektedir. Şimdi birkaç misal verelim:"



"(Musa) Dedi ki: `Rabbim, benim göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz ki (ûhlûl) sözümü iyi anlasınlar." (Taha: 20/25-28)



"Allah'ın nimetlerine bedel (olarak) küfrü ihtiyar edenleri ve kavimlerini de helâk yurduna (cehenneme) indirip sokanları (ehallû) görmedin mi? onlar oraya gireceklerdir. Orası ne körü bir karargâhtır." (İbrahim: 14/28)



"Allah yeminlerimizin (keffaretle) çözülmesini (tehillete) size farz kılmıştır. Allah sizin velinizdir ve O, hakkı ile bilendir Tam hüküm ve hikmet sahibidir." (Tahrim: 65/2)



Bir padişahı veya sultanı tahtından indirmeye hall denilir. Türkçe'de kullanılan halletmek (meseleyi çözmek) aynı kökten gelmektedir. Günümüzde en çok kullanılan (ve sık sık başvurulan) ihtilâl kelimesi de halle fülinin ifti'âl babındandır. İktidarı (şöyle veya böyle) indirmek mânâsınadır. Yine hastahanelerde sık sık kullanılan tahlil (çözme, analiz etme) kelimesi aynı kökten gelir.



Haram; Ha-Ra-Me kökünden gelir ve sebep ne olursa olsun, yapılması yasak olan şeydir. Bir kimsenin herhangi bir şeyden yoksun olmasına "mahrumiyet" denilmiştir. Hacc ve ûmre ibadeti esnasında giyilen özel kıyafete de ihram denilmiştir. Lûgatta ihram; "ayaklar altına alınmayan bir hürmete girdi" mânâsına gelen ahrame fiilinin masdarıdır. Haram kelimesinde masdar olarak hürmet ve muhterem kelimeleri türetilmiştir.[295] Bilindiği gibi insan, yeryüzünde Allahû Teâla (cc)'nın halifesi olması hasebiyle, hürmet edilmesi gereken bir varlıktır. İnsanı öldürmek veya haksız yere her hangi bir uzvuna zarar vermek "haram"dır. Dolayısıyla muhterem; "zarar verilmesi haram olan, saygı duyulması gereken" insan mânâsınadır.[295] İslâmî ıstılâhta: "Kat'i nasslarla işlenilmesi yasaklanan fiillere haram denilir" şeklinde tarif edilmiştir. Haramın sabit olması için, kat'i ve şüphesiz bir delil şarttır. Zira Kur'ân-ı Kerîm'de: "Dillerinizin yalan yere vasıflandıra geldiği şeyler için: `Şu helâldir bu haramdır demeyin. Çünkü (bu suretle) Allah'a karşı yalan düzmüş olursunuz. Allah'a yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki, asla felâh bulamazlar." (Nahl: 16/116) hükmü beyan buyurulmuştur. Hesap gününü düşünen her mükellef; "helâl" ve "haram" kelimelerini kulanırken, mutlaka delile dayanmak durumundadır.



Haram olan fiiller liaynihi ve li-gayrihi olmak üzere ikiye ayrılırlar. İnsanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini tahrip eden füller li-aynihi haram sınıfına girer: Adam öldürmek, eşkiyalık (yol kesme) ve hırsızlık yapmak şarap içmek, domuz eti yemek zina etmek, mü'min ve muhsan kadınlara zina isnadında bulunmak... Li gayrihi haram ise; bizzat haram olmadığı halde, bir başka saik sebebiyle haram haline gelmektir. Mesela: Elma yemek haram değildir, helâldir. Ancak bir başkasına ait bahçeden, sahibinin izini olmaksızın alınan elmayı yemek haramdır.



Yeryüzünde yaşayan bütün insanlar için "müşterek helâller" ve "müşterek haramlar" vardır. Esasen bir şeyin helâl veya haram olarak nitelendirilebilmesi için tek ölçü vahydir. Nitekim İbn-i Abidin: "Hiçbir şey akıl ile haram olmaz. Yani bir şeyin haram olduğuna akıl hüküm veremez. Bir şeyin haram olduğuna hüküm vermek ancak Allahû Teâlâ ya (cc) mahsustur (...) Bir şeyin güzel veya çirkin olduğunu isbat eden şeriattır. Akıl ise, güzellik ve çirkinliği idrak etmek için vasıtadır."[295] diyerek önemli bir inceliği gündeme getirmiştir.



Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Allah'ın size helâl ettiği temiz ve güzel şeyleri (nefsinize) haram kılmayın. (Sakın) haddi aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez." (Maide: 5/87) hükmü beyan buyurulmuştur. İbn-i Abbas (ra), "haramı helâl etmek ne kadar tehlikeli ise, helâlin haram olduğunu söylemek de aynıdır" demiştir. Esasen helâl ve haram hududlarını, hevâ ve heveslerine göre tayin etmeye gayret edenlerle cihad etmek emredilmiştir.



"Kendilerine kitap verilenlerden ne Allah'a ne ahiret gününe inanmayan, Allah'm ve Rasûlü'nün haram ettiği şeyleri haram tanımayan, İslâm dinini din olarak kabul etmeyen kimselerle zelil ve hakir olup, kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe (savaş) edin." (Tevbe: 9/29)



Dürri'l-Muhtâr'da, "Cizye, mülhidlerin dediği gibi, müslümanlarm kâfirlerin küfrüne râzı olmaları değildir. Bilâkis cizye, kâfirlerin küfürleri üzere kalmalarının cezasıdır. İmânâ davet etmek için kâfirlere cizyesiz mühlet vermek caiz olduğu takdirde, cizye ile mühlet vermek evveliyetle caizdir. Nitekim Allahû Teâla (cc)'nin "Kâfirlere, zelil ve hakir olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamânâ kadar onlarla muharebe ediniz" âyet-i kerimesi ve Peygamberi efendimizin Hacer mecûsilerinden, Necran hıristiyanlarından cizye alıp kendilerini dinleri üzerinde bırakmaları da cizyenin caiz olduğunun delilidir."[295] hükmü kayıtlıdır. İnsanlardan bir zümrenin veya siyasî iktidarın "helâl" ve"haram" hududlarını değiştirmesi sözkonusu olamaz. Eğer bu fiil tahakkuk eder ve diğer insanlar râzı olurlarsa, Allahû Teâla (cc)'yı inkâr ederek yeni bir ilâha (tâgûta) inanmış olurlar. Sünen-i Tirmizi’de kayıtlı olan şu hadis-i şerif meseleyi kavramamızı kolaylaştırmaktadır. Adiy b. Hatem (r.a)'den rivayet edilen hadis şudur: "Henüz İslâm'a girmeden önce, Resûl-i Ekrem (sav)'in: `Onlar Allah'ı bırakıp bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i ilâhlar edindiler.' (Tevbe: 9/31) âyetini okuduğunu işittim. Bunun üzerine: `Yâ Muhammed!.. Onlar, bunlara ibadet etmediler' şeklinde itirazda bulundum. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav); `Gerçi onlar bunlara ibadet etmiyorlardı. Fakat bunlar herhangi bir şeyi onlara (helâl) kıldıkları vakit, onu helâl kabul ediyorlar veya herhangi bir şeyi onlara (haram) kıldıkları vakit, onu haram kabul ediyorlardı.' buyurdu."[295]



Hevâ ve heveslerini ilah edinen ve keyiflerine göre helâl ve haram sınırlarını tesbit eden zümrelere itaat edenler büyük bir tehlike içerisindedirler. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "Üzerlerine Allah'ın ismi anılmadan boğazlananlardan yemeyin. Çünkü bu muhakkak ki bir fısktır. Hakikaten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için dostlarına (evliyalarına) mutlaka telkinde bulunurlar. Eğer, onlara (müşriklere) itaat ederseniz, şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz." (Enam: 6/121) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Kurtubî; "Müşrikler müslümanlarla mücadele ederek şöyle derlerdi: `Size ne oluyor ki, Allah'ın öldürdüğünü (eceliyle ölen, meyte) yemiyorsunuz, fakat bizzat sizin öldürdüğünüzü (kestiğinizi) yiyorsunuz?' diyorlardı... Mücadele, delil göstermek sûretiyle ve kuvvetle bir sözü geri çevirmektir. Eğer onlara (müşriklere) meytenin yenmesinin heâl kılınması hususunda itaat ederseniz, siz de onlardan olursunuz."[295] diyerek, meselenin inceliğine işaret etmiştir. Allahû Teâla (cc)'nın haram kıldığı bir şeyi, helâl kılma konusunda gayret sarfeden ve delil ileri süren müşriklere itaat etmek, onlardan (müşriklerden) olmayı beraberinde getirmektedir.



Şurası unutulmamalıdır ki; haram ve helâl hudutları, kat'i nasslarla tesbit edilen sınırlardır. İnsanlardan bir zümre (bilginler, rahipler, şahlar, meclisler, vs.) insanlardan aldıklarını iddia ettikleri hak ve yetkilerle, bu hudutları değiştiremezler. Eğer değiştirnıeye kalkarlarsa, mü'minlere düşen vazife, meşrû her türlü vasıta ile cihad etmektir. [295]