Kur'an'da Ruh Sağlığı, Psikolojik Denge ve Huzur

Kur’ân-ı Kerim, hastalık nedenleri olarak rûhî etkilere büyük ölçüde yer verir. Üzüntü ve rûhî bunalımları hastalıkların baş nedeni sayar: “Dediler ki: ‘Vallahi sen, Yusuf’u ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!” (12/Yûsuf, 85). Hastalıkların nedenlerini genellikle rûhî etkenlerde gören Kur’an, ruh hekimliğinin önemine işaret etmiştir. İnsanları özellikle psiko-somatik hastalıklardan korumayı hedeflemiştir. Ruh hastalıkları daha çok, sıkıntı, elem, çatışma, kaldıramayacak kadar ağır yük yüklenme gibi nedenlerden kaynaklanır.



Kur’an Allah’a, kadere, âhirete imanı, tevekkül ve sabrı emrederek, ruhsal gerilimleri hafifletici, sıkıntıları giderici, bunalımları yok edici esaslarıyla psikoz ve nevroz gibi hastalıkların büyük ölçüde önüne geçer.



Kur’anda ruhsal hastalıkları önlemeye yönelik genel esaslar vardır: “De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (39/Zümer, 53)



“Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden umut keser?” (15/Hicr, 56)



“Ve de ki: ‘Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden Sana sığınırım.” (23/Mü’minûn, 97)



“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu, yine O’ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini de geri çevirecek yoktur. Hayrını, kullarından dilediğine verir. O bağışlayan, merhamet edendir.” (10/Yûnus, 107)



Kur’an, insanın ruh sağlığının esası olan iç huzurunun sağlanması yolunda somut adımlar atar. Bu somut adımların başında “zikrullah” gelir. İman eden insanlar Allah’ı zikredip anmakla, Allah’a bağlılıklarını hissetmekle iç huzuru elde ederler. Yalnızlıktan doğan tedirginlik ve gerginlikten kurtulurlar. Bu iddiâyı özellikle hastalar ve yaşlılar üzerinde yapılan gözlemler isbat etmektedir. Yalnız kimselerin “zikrullah”ın verdiği iç huzuru sâyesinde psikolojik bir dinamizm kazandıkları görülmüştür. Ruhun dinçleşmesi insan bedenine de müsbet bir şekilde yansımaktadır. Bu gerçek Kur’an’da şöyle ifâdesini buluyor:



“Onlar iman eden ve Allah’ı zikretmekle gönülleri huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki ancak Allah’ı zikretmekle gönüller huzur bulur.” (13/Ra’d, 28).



Bu âyet-i kerimede, ancak Allah’ın zikriyle gönüllerin mutmain olup huzur bulacağı belirtiliyor. Gönüllerin huzur bulacağı, doyuma ulaşacağı zikir; Kur’an okumak, dinlemek, sübhânallah, elhamdü lillâh, Allahu ekber, lâ ilâhe illâllah gibi ifâdelerle Allah’ı hatırlayıp anmak veya Allah’ı kalpte ve zihinde tutmaktır. Allah’ı zikir, insanın gönlüne sevinç ve huzur verir.



Gönüller Allah’tan başka hangi şeye yönelip ulaşsa, hepsinin ötesi bulunduğundan hiç birinde karar kılamaz, hiç biri ruhunu doyuramaz, heyecanını dindiremez. Haz ve lezzette daha yükseğe erişmek ister. Fakat Allah’ı zikretmekten zevk almağa başladığında bütün arzuların ve isteklerin Allah’a râci olduğunu anlar ve artık ondan yüksek bir mercî ve maksûda yönelmeye imkân bulunmadığını anlar. Bundan dolayıdır ki, iman etmeyenlerin ve gâfillerin kalpleri hiçbir zaman ıstıraptan kurtulamaz, iç huzuru bulamaz, çırpınır durur. Sıkıntı, bunalım ve huzursuzluklar ise ruh sağlığını tehdit eden en büyük etmenlerdendir. Bu etmenlere ve bunları doğurabileceği psikolojik hastalıklara şifâ olarak Kur’an reçetesi, “zikrullah” ilâcını teklif ve tavsiye eder.[292]     



"İnsan, iki nimet hakkında yanılgıdadır: Sağlık ve boş vakit." (Hadis-i Şerif)



"İki şeyin elden gitmeden değerini takdir etmek zordur: Sağlık ve gençlik." (Hz. Ali)



"Biri bütün gece hastanın başında ağladı. Sabah olunca o öldü, hasta iyileşti." (Sâdi)



"Acının ve hastalığın erişmediği ölümlü yoktur."



"Hastalık, ruh ile vücut arasındaki dengenin bozulmasıdır."



"Hastalık, hiç aldatmayan bir nasihatçi ve ikaz eden bir mürşiddir."



"Hastalık, bazılarına önemli bir definedir, çok kıymetli bir İlâhî hediyedir."



"Eğer hastalığın mânâsı güzel bir şey olmasa idi, Rahîm olan Yaratan, en sevdiği kullarına hastalıkları vermezdi."



"Bir derdin dermanı, başka bir derde zehir olabilir. Bir derman, haddinden geçse, dert getirir."



"Hastalıklar, kötü zevklerin ücretidirler."



"Hastalık, ölümün hizmetçisidir."



"Hastalık ölümün elçisidir; ondan yüz çevirme!"



"Hastalık seni hastalık olmayan âleme çağırır."



"Hastalık hissedilir de, sağlık hissedilmez."



"Kendini sağlam bilen hastanın tedâvisi olmaz."



"Hastalık her şeyden çok, sağlığı korur."



"Hastalık dediğin şey, atla gelir; yaya gider. Kiloyla girer; gram gram çıkar."



"İnsan tuhaftır; binlerce hastalıktan bir-ikisine sahip, diğer yönlerden sağlıklı ise, çoğa bakarak şükredeceğine 'hastayım' der, şikâyet eder."



"Musîbetlerden sonra, insanı terakkî ettiren ikinci faktör, hastalıklardır. İnsan, musîbetleri de, hastalıkları da Rabbinin ihsanlarından saymalı ve şükür içinde sabretmeli." 



"Hastalığın kaynağı mide, şifânın temeli perhizdir."



"Ümitsiz bir hastaya mânevî bir teselli, bin ilâçtan daha faydalıdır."



"Sağlıktan daha tatlı bir şey yoktur, derler. Ama hasta olmadan önce hiç de öyle düşünmezler."



"Sağlığın değeri, hastalıkta belli olur."



"Sağlık, bir vücut değil; bir kafa ve gönül işidir."



"Bedenimizde görülen bazı hastalıklar, ruhlarımızda saklanan hastalıkların küçük parçalarıdır."



"Sağlık, hiç kimsenin kesin olarak güvenemeyeceği tek nimettir."



"Doktorlar, bedenin hastalığını iyileştirmeye çalışırlar, dâvetçi âlimler de ruhun/kalbin hastalığını. 



"Hazreti Eyüp'ten miras kalmıştır



Derde sabredene dermân bulunur."



"Dertli derdini anlatırken dertsizin uykusu gelir."



"Kendi dertlerini unutmak isteyenler, başkalarının dertlerine yardımcı olmaya çalışmalıdır."



"Geçmiş bir dert için yakınmak, yeni dertler edinmektir."



"Huzurlu ve mutlu olmak istiyorsan, derdini gözünde büyütme."



"Bir dert atladıldıktan sonra insana bir kazanç olur."



"Herkesin kendine göre birtakım derdi vardır; ama bu kiminde gramladır, kiminde kiloyla. Ya da kimi aynı derdi duymaz, kimi inlemeden duramaz."



"Dünyada herkes dert çeker; Sen Allah için, O'nun yolunda dert çeken dâvâ adamı ol ki, dertler bitmeyen zevklere dönüşsün!"



"Başkalarını kendi dertleri karşısında soğukkanlı gördükmü överiz; ama soğukkanlılığı bizim dertlerimize karşı gösterdilermi darılır, kızarız."



"Hangi dertli, içini dökmeye doymuş, usanmıştır ki..."



"Gönülde olup da söylenmeyen dert cana benzer, ruh gibidir. Görünmezse de, eseri vücudun her tarafına yayılır."



"Dert daima insana yol gösterir."



"İnsanı kâmil olmaya iten derttir."



"Derde dert ile devâ, zehire panzehir ile şifâ gerek."



"Derdi veren dermânını da verir."



"Derdini saklayan derman bulamaz."



"Her derdin olur çâresi, her inleyen ölmez.



Her mihnete bir âhir olur, her gâma pâyân."



"Muvakkıt u müneccim ne bilür şeb-i yeldâyı



Mübtelâ-yı gâma sor, giceler kaç saat?"



"Hepimizde başkalarının dertlerine dayanacak kadar güç vardır."



"Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi,



Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi!"



“Kader deyince ne anlardı, dinle bak ashâb:



Ebû Ubeyde’ye imdâda eylemişti şitâb,



Maiyyetindeki askerle bir zaman Fârûk.



-Tereddüt etme sakın, çünkü vak’a pek mevsûk-



Tarîk-ı Şâm’ı tutup doğru “Surg”a indi Ömer.



Ebû Ubeyde hemen koştu almasıyla haber.



Halîfe, Hazret-i Serdâr’a: “Nerdedir ordu?



Ne yaptınız? Yapacak şey nedir?” deyip sordu.



Ebû Ubeyde: “Vebâ var!” deyince askerde;



Tevâbi’iyle Ömer durdu kalkacak yerde.



“Vebâya karşı gidilmek mi, gitmemek mi iyi?”



Muhâcirîn-i kirâmın soruldu hep re’yi.



Bu zümreden kimi: “Maksad mühim, gidilmeli” der;



“Hayır, bu tehlikedir” der, kalan muhâcirler.



Halîfe böyle muhâlif görünce efkârı;



Çağırdı: Aynı tereddüdde buldu ensârı.



Dağıttı hepsini, lâkin sıkıldı... Artık ona,



Muhâcirîn-i Kureyş’in müsinn olanlarına



Mürâcaat yolu kalmıştı; sordu onlara da.



Bu fırka işte bilâ-kayd-ı ihtilâf arada:



“Vebâya karşı gidilmek hatâ olur” dediler;



“Yarın dönün!” diye ashâba emri verdi Ömer.



Ale’s-seher düzülürken cemâatiyle yola,



Ebû Ubeyde çıkıp: “Yâ Ömer, uğurlar ola!



Firârınız kaderu’llah’tan mıdır şimdi?”



Demez mi, Hazret-i Fâruk döndü: “Doğru, dedi,



Şu var ki bir kaderu’llah’tan kaçarken biz,



Koşup öbür kaderu’llah’a doğru gitmedeyiz.



Zemîni otlu da, etrâfı taşlı bir derenin



İçinde olsa devenin yâ Ebû Ubeyde, senin;



Tutup da onları yalçın bayırda sektirsen,



Ya öyle yapmıyarak otlu semte çektirsen,



Düşün: Kaderle değildir şu yaptığın da nedir?”



Ömer bu sözde iken İbn-i Avf olur zâhir,



Hemen rivâyete başlar hadîs-i tâûnu



Ebû Ubeyde tabîî susar duyunca bunu.



Muhâcirîn-i Kureyş’in, kibâr-ı ashâbın,



Şerîatin koca bir rüknü: İbn-i Hattâb’ın;



Kader denince ne anlardı hepsi, anladın a!...



Utanmadan yine kalkışma Hakk’a bühtâna. (Mehmed Âkif Ersoy, Safâhat, Fâtih Kürsüsünde, s. 235-236) 



"Rabbimiz! Bize dünyada hasene (iyilik, güzellik, sağlık, âfiyet ve hayır), âhirette de hasene ver. Bizi ateş azâbından koru." (2/Bakara, 201)