e- Gıybet (Arkadan Çekiştirmek):

"... Kimse kimseyi çekiştirmesin, gıybet etmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bundan tiksindiniz..." (49/Hucurât, 12). Bu âyet, arkadan çekiştirmeyi yasaklamakla kalmıyor, gıybetin çirkinli ve iğrençliğini gözler önüne  sererek onu, ölmüş kardeşin etini yemeye, yani yamyamlığa benzetiyor. Hz. Âişe, Efendisine, eşi Safiyye'nin kısa boylu olduğundan bahsedince şöyle buyurdu: "Öyle bir söz söyledin ki, denize katsan onu kirletir!" (Tirmizî, Kıyâmeh 51; Ebû Dâvud, Edeb 35). Efendimiz ashâbına sordu: "Gıybet nedir, biliyor musunuz?"  'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dediler. "Din kardeşini, hoşuna gitmeyen bir şey ile anmandır (arkasından hoşlanmayacağı bir sözü söylemendir). Söylediğin, gerçekten onda varsa gıybet etmiş olursun; söylediğin onda yoksa iftirâ etmiş olursun." (Müslim, Birr 70; Ebû Dâvud, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23). Hadise göre, bir kimsenin arkasından, duyduğu takdirde hoşlanmayacağı -dinî veya dünya işlerine âit, bedeniyle, ahlâkıyla, soyuyla ilgili- bir eksiklik veya kusurunu söylemek gıybettir ve haramdır. Eğer söylenen şey o kimsede yoksa iftirâ edilmiş olur ki, bu daha büyük bir günahtır ve haramdır.



Gıybet eden, yani arkadan çekiştiren haram işlediği gibi, bunu dinleyen ve önlemeyen kimse de ona katılmış olmaktadır. Bu sorumluluktan kurtulmak için ya önlemek veya -buna gücü yetmiyorsa- dinlememek gerekir. "Gıyâbında din kardeşinin nâmus ve şerefini koruyan kimseyi Allah cehennemden âzâd edecektir." (Ahmed bin Hanbel, 6/461). "Bir kimse, kardeşini bir kusur ile ayıplarsa, o kusuru işlemeden o kimse ölmez." Bir kimseyi ister yüzüne karşı, ister arkasından kınamak, ayıplamak, kusurlarını yüzüne vurmak, başkaları içinde mahcup etmek; aradaki kardeşlik bağını gevşetir, gönülleri karartır, fayda yerine zarar getirir. Bunun için de haram kılınmıştır. Ancak, bazı durumlar, istisnâî haller, doğru olmak ve iyi niyete dayanmak şartıyla bunu daha faydalı ve zarûrî kılar; bu takdirde gıybete ruhsat verilmiştir:



1- Şikâyet: Haksızlığa uğrayan kimse, sırf kendisini tatmin, gazabını teskin için değil; hakkını almak veya suçluyu cezalandırmak için onun yaptıklarını söyleyerek şikâyet edebilir.



2- Islah teşebbüsü: Bir kimsenin, meşrû olmayan bir davranışını gören kimse, bizzat onu düzeltmeye çalışır; eğer bir başkasının bu konuda daha başarılı olacağını umuyorsa ona da söyleyebilir.



3- Fetvâ sormak: Bir olayın dinî hükmünü öğrenmek şahısları zikretmeyi gerektiriyorsa, gerektiği kadarı söylenebilir.



4- Müslümanları korumak: Bir müslüman birisiyle evlenmek, ortak olmak, iş akdi yapmak... ister ve onun hakkında tanıyanlardan bilgi almak isterse -sırf soranı muhtemel zarardan korumak için- sorulanın kusurlu yönleri söylenebilir. Kezâ bir âlim veya mürşidin (böyle zannedilen birisinin) etrafında toplananlar saptırılmak, itikadları bozulmak gibi bir tehlikeye mâruz iseler ikaz edilebilirler. İmam Gazzâlî'nin deyişiyle bu ikazı yapanların kendilerini kontrol etmeleri gerekir; kendisini aleyhte konuşmaya, ikaz etmeye sevkeden duygu müslümanlara şefkat midir, yoksa hakkında konuştuğu kişiyi kıskanması, gözden düşrümek istemesi midir? İkinci ihtimal sözkonusu ise, söylenen gıybete girer. Ayrıca, isnad edilen vasıf, bir zan ve kanaate değil; kesin delillere dayanacaktır; meselâ İslâm iman ve anlayışı çerçevesi içinde meydana gelmiş mezhep, meşrep, ictihad, yorum veya metoddan dolayı görüş ayrılıklarında taraflardan biri diğeri hakkında "kâfir, münâfık, sapık, fâsık" gibi vasıfları kullanamaz. Bu ağır vasıflar, ancak üzerinde ittifak edilen dinî esaslara kesin olarak aykırı inanç ve davranışlar için kullanılabilir.



5- Anlatmak/Tanıtmak için: Bir kimsenin kel, topal gibi bir lakabı olup bu söylenmeden onu tanıtmak mümkün değilse "Topal Hasan, Uzun Kemal" gibi bir ifâde kullanılabilir.



6- Fıskını, günahını gizlemeyen, açıkça yapan bir kimseyi o günah ile anmak da câiz görülmüştür.



7- Şahısların değil de topluluk ve grupların kusurlarını söylemek de gıybet sayılmamıştır.