Hamd Bilinciyle Hayata Bakış

Farkında olmadığımız, önemsiz görüp üzerinde düşünmediğimiz öylesine büyük ve öylesine çok nimetler içinde yüzüyoruz ki... Her şeyden önce, insan olarak yaratılmışız. Ot veya it olarak yaratılabilirdik. Tabii, insan olarak yaratıldığımız halde, ot gibi düşüncesiz, kaygısız hayat da sürebilir; dört ayaklılardan daha aşağı olabilirdik. İnsan olarak, yaratıkların en şereflisi olarak yaratıldık. Annemizi, babamızı, doğduğumuz memleketimizi biz seçmedik.



Herhangi bir kentin fuhuş ortamında, batakhanelerinde veya çok fakir bir ülkenin çölünde, dağında ya da ormanında yarı aç yarı tok, çelimsiz, kültürsüz, daha da kötüsü dinsiz imansız olabilirdik. Elsiz, ayaksız, dilsiz, kulaksız veya görme özürlü olabilirdik. Daha da kötüsü, hakkı görmeyen, gözleri perdeli, kalbi mühürlü olabilirdik. Felçli, sakat, yatalak değiliz. Uyuşturucu bağımlısı, alkolik, kumarbaz, hilebaz, düzenbaz, ahlaksız... olabilirdik.



Bütün bu nimetler, zenginlik değil de; dünyada bile mutluluk sağlamayan emanet paraların veznedarları olan kapitalistlerin para hamallığı mı zenginlik? Gözlerinizi bir milyon dolara satın almak isteyen olsa verir misiniz? Demek ki, ne kadar pahalı, ne kadar kıymetli varlıklara sahipmişiz! Ya aklınızın değeri? Kaça satardınız? Bütün bunların üstünde imanınızı değişebileceğiniz bir değer olabilir mi? Müslümanca mutluluğun, huzurun, kanaat denilen hazinenin, sabır denilen hazzın, dâvâ yolunda çekilen çilenin,  infak  etme,  verme  lezzetinin,  ibadetlerden  aldığımız  zevkin,   bereketin, ağız tadının, gönül şenliğinin, hele ebedî mükâfatın, cennetin değeri, bedeli?! Bütün bunlara hamdedilmez, şükredilmez de ne yapılır?



İnsanlar Allah'a layık olduğu şekilde hamdedemezler. Ancak mecaz yoluyla ve hamdle ilgili emirlere uyarak hamdetmeye çalışırlar. Çünkü Allah'a hamdetmek, ancak yüce Zatının gerçek mahiyetiyle bilinmesi ve O'na layık olan bir hamd ile hamdedilmesiyle mümkündür. Oysa Kur'an'da, insanların O'nu bilgi bakımından kuşatamayacakları açıkça bildirilmiştir. Nitekim Peygamberimiz, mirac gecesi Yüce Allah'ın "Allah'a senâ et"  emrine muhatap olunca  "Seni gerçek anlamıyla hamd ü senâ edemem"  demesi bu gerçeğin ifadesidir. Fakat bu ilahi emre uyulmalı ve kulluk durumu açıklanmalıydı. Bunun için Allah Rasûlü "Ey Allah'ım, Sen yüce Zâtını senâ ettiğin, medhettiğin, hamdettiğin gibisin!"  diyerek bu emre karşılık vermiştir.



Biz de Yüce Allah'ın  "El-hamdü lillâh deyin"  (17/İsrâ, 111; 29/Ankebût, 63) emrine uyarak O'na hamdetmekle yükümlüyüz. O'nun için, ulaştığımız her çeşit nimetten dolayı “el-hamdü lillâh” demeliyiz. Hamd, sadece bir nimete karşılık değildir. Hamd, kulun nimet içinde yaşamasından dolayı iç âleminden coşan şükrandır. Bu şükran duygusunun, içinde kaynadığını hisseden müslüman için bu coşku, Allah'la olan en samimi bağlantıdır. Bu bağın kuvveti, dilimizin ve gönlümüzün, bütün organlarımızla uyumlu olarak hamd vazifesini yerine getirmesiyle kendini gösterir.[32]