Hudud:

Hudud kelimesi hadd'in cem'idir. Hadd, lügat olarak, sınır, iki şeyi birbirinden ayıran perde, bir şeyin son ucu gibi mânalara gelir. Dinî ıstılah olarak, dinin belirlediği bazı ağır cürümlere takdir edilen cezalara hadd denmiştr. Râğıb, Müfredât'ında: "Hudud'la, cürmün kendisi de kastedilir" der ve şu âyeti misal gösterir:



 تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وََ تَقْرَبُوهَا  



"...Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara yaklaşmayın" (Bakara 187). Kur'ân-ı Kerim, hakkında takdir edilen bir hüküm bulunan fiillere de hudud kelimesini kullanmıştır.



   وَتِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّهِ فَقدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ



"Bunlar Allah'ın hudududur. Kim Allah hududunu (çiğneyip) aşarsa  muhakkak ki kendisine yazık etmiş olur" (Talâk 1). Bu âyetler, helâl ile  haramı ayırdıkları için bunlara hudud denmiş olmaktadır. Bazı âyetler, fiilin yapılmasını zecrederken, bâzıları da fiile ziyade ve noksanda bulunmayı zecreder.



Hadd cezasını tam kavrayabilmek için onu, İslâm dininin derpiş ettiği cezalar arasındaki hiyerarşik yerine koymamız gerekir. İslâm başlıca dört çeşit ceza vaz'etmiştir: En ağırından başlamak üzere:



1- Hadd cezaları: (Zinâ, iftira, içki, hırsızlık, yol kesme ve irtidâd için takdir edilen cezalar.)



2- Kısas ve diyet cezaları: Şahıs aleyhine işlenen cürümlerin cezalarıdır.



3- Ta'zir cezaları: Az sonra genişçe açıklanacağı üzere, bunlar dinin yasakladığı fiilleri işleyenlere uygulanan cezalardır. Miktarı âyet ve hadislerle tesbit edilmemiş, devlet reisine bırakılmıştır. Şartlara, devirlere göre artar, eksilir, mahiyeti farklı kılınabilir.



4- Te'dib: Terbiyevî maksadlara yönelik, baba, hoca, efendi gibi büyüklerin selâhiyetine bırakılan cezalardır.



Had cezâları, bizzat Allah tarafından konulmuştur. Tesbit ve tayini insanlara bırakılmamıştır. İbn-i Âbidin gibi bazı hukukçular, "Allah'ın hakkı olarak konulup takdir edildiğini" belirtirler. Bunlar, insanlar tarafından artırılıp eksiltilemezler, affedilemezler, bir başka cezaya tebdil edilemezler.



Hadd ve kısas cezaları, dinin gerçekleştirmeye korumaya çalıştığı temel hedeflere taarruz mahiyetindeki suçların cezasıdır.



Bilindiği üzere dinin gayesi beştir:



1- Dini muhafaza,



2- Nefsi muhafaza,



3- Aklı muhafaza,



4- Nesli muhafaza,



5- Malı muhafaza.



Öyleyse hadd ve kısasdiyet cezalarını bu açıdan değerlendirecek olursak, her birinin, dinin bu ana gayelerinden bir veya ikisini korumaya yönelik olduğu görülür.



Hemen ifade etmek isteriz, kısas ve diyet cezaları da Kur'ân-ı Kerim tarafından tesbit edilmiş olmaları sebebiyle birçok vasıflarıyla hadd cezalarına benzerlik arzederler.



İslâm uleması hudud'a irtidâd, zinâ, kazf (iftira), şürbü'lhamr (içki içmek, sarhoş etmese bile) ve hırsızlığı dahil etmede müttefiktir. Ancak, âriyet, malın inkârı, hamr dışındaki  içkilerden çoğu sarhoş eden şeylerden içmenin, zinâ dışındaki bir suçla kazf (iftira) etmenin, kazf ve livâta ithamını -ki kendisiyle nikahı caiz olan biriyle bile olsa- ta'riz (kinaye) yoluyla yapmak, hayvana temâs, kadının insanla temas kuran maymun gibi hayvanla ciması, sihir yapmak, tenbellikle namazın terki,  Ramazan'da meşru bir özür olmadan oruç yemek gibi fiillerin hudud sayılması ihtilâflıdır. Bunlar, uğrunda mukâtele edilmesi caiz olan suçların dışında kalır. Sözgelimi bir kavm zekât borcunu ödemediği taktirde onlara karşı harp ilan edilir.



Hadid yâni demir kelimesinin de hudud kelimesiyle aynı kökten geldiğine dikkat çeken İbnu Hacer merhum,



  إنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ



"Allah ve peygamberine muhalefet (mümânaat) etmekte olanlar, muhakkak ki, kendilerinden evvelkilerin uğratıldıkları zillet gibi zillete giriftar edilmişlerdir.." (Mücâdile 5) âyetinde hudud kelimesiyle aynı kökten gelen   يُحَادّونََ  kelimesinin mümânaat etmek, yani karşı koyup engel çıkarmak mânasına geldiğine, burada mukatele'ye (savaşa) işaret etmek için hadid kelimesinin kullanılmış olma ihtimaline parmak basar.



Şu halde hudud'a giren fiili işlemede Allah ve Resûlü'ne karşı bir savaş, bir engelleme olduğu gibi, bu fiillere, Kur'ân-ı Kerim'in takdir ettiği cezaları vermek de onlara karşı bir savaş, onların cemiyete sirayetini önlemek, engellemek mânasında bir tedbir olmaktadır.[1]



METİN



Had lûgatta; menetmek manasınadır. Şer'i ıstılahta ise haddi gerektiren fena hareketlerden insanları zecr ve menetmek için Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi vâcib olan ve takdir edilmiş bir ukubet (ceza) dır. Binaenaleyh vâcib olan Allah haklarından olunca cani, hâkimin huzuruna çıkıp, cinayeti sabit olduktan sonra kendisine şefâatta bulunmak caiz olmaz. Biz Hanefilere göre; haddin icrası günâhtan temizleyici değildir. Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir. Tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine fukaha icma ve ittifak etmişlerdir. Tâzir had değildir. Çünkü tâzirde muayyen bir ölçü yoktur. Kısas da had değildir. Çünkü kısas da velinin hakkıdır.



İZAH



«Hadler ilh...» Musannıf yeminleri ve ibadet ile ukubet (ceza) arasında deveran eden yeminin kef taretin i bitirince bundan sonra sadece ukubet olanları zikretti. Eğer ibadetlerin arasını ayırma korkusu olmasaydı hududun oruçtan sonra zikredilmesi daha lâyık olurdu. Çünkü oruç kendisinde ukubet ciheti galib olan fıtır keffâreti (Ramazan-ı Şerifte özrü bulunmaksızın muayyen şartlar dahilinde orucunu bozan bir mükellefin bir köle âzâd etmesi yahut iki ay arka arkaya oruç tutması yahut sabahlı akşamlı altmış fakire yemek yedirmesi) ne şâmildir. Nehir. Fetih.



Hadler altı nevidir :



1 - Zina haddi.



2 - Şarapa mahsus had.



3 - Diğer sarhoş edici maddelerden sarhoşluk haddi. Şarap haddi ile diğer sarhoş edici maddelerin hadlerinin adeti birdir.



4 - Kazf (iftira) haddi.



5 - Hırsızlık haddi.



6 - Yol kesme haddi. İbn-i Kemal,



«Menetmek manasınadır ilh..» Binaenaleyh kapıcı ile gardiyana «haddâd» denilir, Kapıcı başkasının içer) girmesini, gardiyan ise içerden dışarı çıkılmasını men eder. Bir şeyin mahiyetini tarif ve tayin eden şeye de had denilir. Çünkü tarif girme ve çıkmayı men eder. Hâne gibi gayri menkullerin nihayetlerine yani sınırlarına da «hudûd» denilir. Çünkü bunlar başkalarının mülklerinin kendilerine girmelerini ve kendilerinin başkalarının arazilerine karışmalarını men eder. Tamamı Fetih'tedir.



«Bir ukubet (ceza)tir ilh...» Yani: Dövme ile yahut uzvu kesme ile yahut Öldürme ile yahut recm (taşlayarak öldürme) ile yapılan bir cezadır. Bu cezalara ukubet adı verilmiştir. Çünkü azâb cürmü takip edeceğinden bu münasebetle azaba ukubet adı verilmiştir. Kuhistânî.



«Takdir edilmiş ilh...» Yani: Kitap ile yahut sünnet ile yahut icmâ ile açıklanmış veya ölçüsü belirlenmiştir. Bundan dolayı Nehir'de «recm-de takdir ölümle, diğerlerinde dayak vurma ve uzvu kesmekledir» denilmiştir.



«Allah-ü Teâlâ'nın hakkı olmak üzere ilh...» Çünkü hadler, nesebi, malları, akılları, haysiyet ve namusu koruma gibi maslahat ve menfaati bütün beşeriyete ait olduğu için meşru kılınmıştır. Bu kelime hadlerin asıl hükümlerini beyandır ki insanların zarar görecekleri şeylerden men olunup İslâm beldelerinin fesad ve fitneden korunmasıdır.



Fethü'l-Kadir'de zikredilmiştir ki: Gerçek olan bazı meşayıhın dedikleridir. Şöyle ki: Hadler, zararları bütün beşeriyete dokunan birtakım fena hareketlerden insanları alıkoyar. Bunlar suçlular hakkında birer ceza olduğu gibi bunları görenler hakkında da birer ibret ve uyanma vesilesi teşkil eder ve ammenin menfaatlerim tazammun bulunur.



«Kendisine şefaatte bulunmak caiz olmaz ilh...» Yani bir kimse had icab eden fena bir fiil irtikab ederek hakim huzuruna çıkıp cinayeti sabit olduktan sonra onun hakkında şefâatta bulunmak caiz değildir.



Fetih'te zikredilmiştir ki; şefâat vâcib olan birşeyin yapılmamasını istemektir. Bundan dolayı Üsâme b. Zeyd Beni Mahzum kabilesinden hırsızlık eden bir kadın hakkında şefâatta bulunmak istediğinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) kendisine «Allah'ın hadlerinden bir had hakkında şefaat mı ediyorsun?» buyurarak bunu red etmişlerdir.



«Hâkimin huzuruna çıkıp ilh...» Bir cani hâkimin huzuruna çıkmadan ve cinayeti sabit olmadan hâkimin huzurunda şefâatta bulunmak caizdir, Bir cani hâkimin huzuruna varıp sucu sabit olmadan, hâkimin huzuruna çıktığında onu salıvermesi için hâkime şefaatte bulunmak caizdir. Çünkü haddin vâcib olması hâkimin huzuruna çıkmadan sabit olmaz, Buna göre; haddin vâcib olması, sadece fena bir fiil işlenmesiyle sabit olmaz. Ancak fena bir fiil işlendiği hâkimin huzurunda sabit olunca had vâcib olur. Fetih'de de böyledir. Bundan dava hâkime varıp onun huzurunda sabit olmadan önce şefâatta bulunmanın caiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu Hamevî'den naklen Tahavi'de zikredilmiştir.



Bilâkis günâhtan temizleyici olan tevbedir ilh...» Yani bir caniye had vurulduğunda cani irtikab ettiği fenalıktan tevbe etmezse, haddin icrası günâhını temizlemez. Âlimlerden çokları «haddin tatbik edilmesi mücrimin günâhını temizleyicidir» demişlerdir. Nehir'de bu hususta izahat vardır.



«Tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine fukaha icma ve ittifak etmişlerdir ilh...» Yani bir cani hâkimin huzuruna çıkıp üzerine had vâcib olduktan sonra tevbenin dünyada haddi düşürmeyeceğine ittifak etmişlerdir. Ama hâkimin huzuruna çıkmadan had tevbe ile düşer. Hatta yol kesicilerin gerek bir nefis veya uzuv veya mal üzerine cinayet işlesinler gerekişlemesinler hâkimin huzuruna çıkmadan önce hadleri tevbe ile düşer. Nitekim babında gelecektir. Eğer yol kesiciler adam öldürmüşlerse kul hakkı olan kısas üzerlerinde baki kalır. Eğer mal almışlarsa, ödemeleri lâzım gelir. Velhasıl); kul hakkının kalması haddin düşmesine münafî değildir.



Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse bir fenalık işleyip sonra tevbe ederek Hak yoluna dönse, o kimsenin kendisine had vurulması için fenalığını kaadıya bildirmesi lâzım gelmez. Çünkü kötülüğü örtmek menduptur.



Cevahir'den naklen Bîri'nin Eşbah Şerhi'nde zikredilmiştir ki; Cevahir sahibine «bir kimse şarap içse, zina etse sonra tevbe edip kendisine dünyada had vurulmasa, âhirette kendisine had vurulur mu?» diye sorulmuş, o da «hadler Allah'ın hakkıdır. Ancak hadlere boyun eğme olan insanların hakkı da taalluk eder. Buna göre; o kimse nasuh tevbesi ile tevbe ettiğinde âhirette had vurulmayacağını umarım. Çünkü had, küfür ile mürtedlikten daha günâh değildir. Zira küfür ile mürtedlik İslâm ve tevbe ile zail olur» diye cevap vermiştir.



«Tâzir had değildir ilh...» Çünkü tâzirde muayyen bir ölçü yoktur. Bazılarının «tâzirin en azı üç. en çoğu otuzdokuz kamçıdır» diye beyânları «tâzirde ölçü yoktur» ifadesine münafî değildir. Zira üç kamçı ile otuzdokuz kamçı arasında muayyen bir ölçü yoktur. Bozan tâzir dövmeksizin de olur. Bahır.



METİN



Haddi icab eden zina, islâm memleketinde mükellef, nâtık (konuşan) bir şahsın o anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi bulunan ve mülkünden veya mülkü şübhesinden uzak bulunan bir kadının ön tarafına tenasül uzvunun sünnet mahallini kendi ihtiyacıyla ithal etmesidir. Musannif zinanın tarifinde «islâm memleketinde» diye kayıtladı. Çünkü dar-ı harpte zina haddi tatbik edilmez. «Mükellef» diye kayıtladı, çünkü sabiye, matuh (bunamış)a ve mecnuna zina haddi' vurulmaz. «Nâtık» diye kayıtladı, çünkü şüphe bulunduğu için mutlak surette dilsize had vurulmaz. Âmâya gelince zinayı ikrar ederse, kendisine had vurulur, fakat şahidlerin şehadetiyle had vurulmaz.



«O anda veya geçmiş zamanda şehvet sahibi bulunan» diye kayıtladı, çünkü şehvet sahibi olmayan küçük kız çocuğuna zina edildiğinde had lâzım gelmez. «Mülkü şübhesinden» ifadesini sarih fiilde olan şüphe değil mahalde olan şüpheden uzak olacak diye açıkladı. «Ön tarafından» diye kayıtladı, çünkü zina dübürden yapıldığında had lâzım gelmez.



«Kendi ihtiyarıyla» diye kayıtladı, çünkü erkek ile kadının her ikisi de mükreh olarak yaptıkları cinsi yakınlık haklarında haddi icap etmeyeceği gibi mükellef oldukları halde biri mükreh diğeri mekruh olmasa, mükreh olan hakkında da had lâzım gelmez.



Haddi icap eden zina şöyle de tarif edilebilir: Erkeğin cinsi yakınlığa imkân vermesidir. Şöyleki: Erkek arkası üstüne yatıp kadın onun tenasül uzvunun üzerine otursa, kadına imkân verdiği için her ikisine de had vurulur veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe imkân vermesidir. Çünkü kadının fiiline vatı denilmeyip bilâkis temkin denilir. Burada zinanın tarifi tamam olmuştur.



Muhit'te «zinanın haram olduğunun bilinmesi» ifadesi de ziyade edilmiştir. Yani bir kimse zinanın haram olduğunu bilmezse, şüphe olduğu için kendisine had vurulmaz.



Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde «zinanın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir.



İZAH



«Zina ilh...» Kur'an-ı Kerim'de vârid olduğu vecih üzere Hicaz ehli lügatinde kasr ile olup «yâ» ile yazılır, Necid ehli lügatında med ile olup «elif» ile yazılır.



Musannıf had icap eden günâhlara önce zinayı izah ile başladı. Çünkü zina haddinin meşru olmasının hikmet ve maslahatı aşikârdır. Allah-ü Teâlâ bu ceza ile beşeriyetin temizliğini, insan şerefini ve insan neslini korumayı temin edecek en kuvvetli bir adalet müeyyidesi vücuda getirmiştir. Zina, nice aileleri mahveder, nice namuslu kimseleri ebediyen bir mahcubiyet altında bırakır, nice şahsiyetlerin neseblerini şüpheli gösterir. Bu itibarla bir zina hadisesi her hangi bir düşmanlık neticesi olarak meydana gelen bir öldürme hadisesinden daha meş'um ve utanç veren bir cinayettir. Nehir. Fetih.



«Haddi icap eden ilh...» Sarih «zina» yi bu ifade ile kayıtladı. Çünkü zina lügat ile şeriatta bir mânâya olup pir erkeğin mülkünden ve mülkü şüphesinden uzak olan bîr kadının ön tarafına cinsî yakınlıkta bulunması demektir. Zira şeriatta «zina» ismi yalnız haddi gerektirene mahsus olmayıp haddi gerektirmeyene de şâmildir. Zinanın bir kısmı haddi gerektirir. Hatta bîr kimse, oğlunun cariyesine, cinsi yakınlıkta bulunsa, zina haddi vurulmaz. Her ne kadar bu kimseye had vurulmazsa da yaptığı iş zinadır. Tamamı Fetih'dedir.



«Mükellef ilh...» Yani zina eden kimsenin akıllı, erginlik cağında bulunması lâzımdır. Musannif zina edenin «müslüman olması lâzımdır» demedi Çünkü cezasının tatbik edilmesinde zina edenin müslüman olması şart değildir.



«Mutlak surette dilsize had vurulmaz ilh...» Yani zinanın sübutu gerek dilsizin kendi işareti ile ikrar yoluyla olsun gerekse şahitlerin şehadeti ile olsun had vurulmaz. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir.



«Şahitlerin şehâdetiyle had vurulmaz ilh...» İbn-i Vehban bunu dilsize tahsis edip «Hâniyye'nin iki nüshasında şöyle gördüm: Dilsiz bir mektuba yazarak veya işaret ederek zina ettiğini ikrar etse, kendisine had vurulmaz. Şahitler «zina etti» diye dilsizin üzerine şehadette bulunsalar, şahitlikleri kabul edilmez. Ama zinayı ikrar ettiğinde ikrar hükmündegören kimse gibidir. Şahitler «zina etti» diye âmânın üzerine şehadette bulunsalar, âmâya had vurulur» demiştir. Yani zina hakkındaki şahitlerin şehadeti dilsiz hakkında kabul edilmez. Fakat âmânın zinayı ikrarı ve üzerine «zina etti» diye yapılan şahitlik sahihtir. Tatarhâniyye. Muzmarat. Şerhü'l-Kenz. Şerhü'l-Vehbaniyye.



«O anda veya geçmiş zamanda ilh...» Yani kendisine zina edilen kadın çok yaşlı ve çirkin olsa bile zina edene yine had vurulur. Çünkü o anda bu kadın şehvet sahibi olmasa bile geçmiş zamanda şehvet sahibiydi.



«Çünkü zina dübürden yapıldığında had vurulmaz ilh...» Dübürden zina edildiğinde had vurulmaması İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavlidir. İmameyn (Rh.A.)'in kavline göre; dübürden zina edildiğinde de had vurulur. Bu da zinaya dahildir. Nitekim ilerideki bâbda gelecektir.



«Küçük kız çocuğuna ilh...» Yani küçük kız çocuğuna yahut hayvana ölü bir kadına zina edildiğinde had îcab etmez.



«Mülkünden veya mülkü şüphesinden uzak ilh...» Yani mükellef bir kimsenin zina ettiği kadının mülkünden, nikâh mülkünden ve mülk ile nikâh mülkü şüphelerinden uzak bulunması lâzımdır. Mülk şüphesine misâl; bir kimsenin oğlunun yahut mükâtebinin yahut ticaret içirt izin vermiş ve borçlu olan kölesinin cariyesine yahut islâm memleketine getirildikten sonra bir gazinin ganimet cariyesine cinsi yakınlıkta bulunmasıdır.



Nikâh mülkü şüphesine misal; bir kimsenin şahitsiz evlendiği zevcesine yahut efendisinden izinsiz evlenen zevcesi olan cariyeye yahut efendisinden izinsiz evlenen kölenin kendi zevcesine cinsî yakınlıkta bulunmasıdır. Bu Miftah'dan naklen Hamevî'de zikredilmiştir. T.



«Mahalde olan şüpheden ilh...» Yani mülk şüphesi mahalde dan şüphedir. Mahallin helâl olduğuna dair şer'î bir hüküm şüphesi sabit olduğu cihetle buna «şüphe-i hükmîyye» de denilir. Meselâ: Bir kimse oğlunun cariyesine cinsi yakınlıkta bulunsa bir haramı irtikap etmiş olur. Bununla beraber hakkında had icap etmez. Çünkü evlâdın malı üzerinde babasının büyük bir alâkası vardır. T.



«Fiilde olan şüphe değil ilh...» Fiilde olan şüpheye «iştibah şüphesi» denilir. Bu, bazı hakların ve hükümlerin cereyanından meydana gelen şüphe demektir ki bazan akid şüphesiyle bîrarada bulunur. Meselâ: Bir kimse üç talâkla boşadığı zevcesine iddeti içinde helâl zannıyla cinsi yakınlıkta bulunsa kendisine had lâzım gelmez. Çünkü aralarında evvelce yapılmış bir akid vardır ki bundan akid şüphesi meydana gelmiş olur. Sonra iddet içinde kadının nafakası, boşayan zevcine aittir. Bunların birbiri lehine şahitlikleri kabul edilmez. Aralarında daha bazı haklar vardır. Bu cihet ise bir iştibah şüphesi vücuda getirmiş bulunur. Şüphe, sabit olmadığı halde sabite benzeyen şeydir. Fiil şüphesinde helâl zannıyla olursa, had icap etmez yoksa eder. Tevehhümünden nâşî sarih fiil şübhesini mahalşüphesinden istisna etti. Mahalde olan şüphe mutlak surette had icap etmez. Mülk şüphesini sarih ona tahsis etti.



«Veya kadının cinsi yakınlık için erkeğe imkân vermesidir ilh...» Kadına da zina haddinin vurulması vâcib olunca Allah-ü Teâlâ : En - Nur Süresi; âyet : 2



«Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun.» kavl-i keriminde kadına da zâniye ismini verince malum oldu ki kadına «zâniye» denilmesi mecaz olmayıp hakikattir. Kadına vâtıe: Cinsi yakınlıkta bulunucu denilmemesinden, zânîye denilmesinin mecaz olması lâzım gelmez. Bundan dolayı haddi icap eden zinaya kadının fiilinin de dahil olması için zinanın tarifinde «kadının cinsi yakınlığa imkân vermesidir» ifadesi ziyade edilmiştir. Eğer kadının cinsi yakınlığa imkân vermesi hakikaten zina olmasaydı zinanın tarifinde zikredilmezdi. Bu ise her ne kadar kadın vâtıe değil ise de hakikaten zâniye olduğunun alâmetidir. Nitekim erkeğe her ne kadar kendisinde hakîkaten vatı' bulunmasa bile cinsi yakınlığa imkân vermesiyle zânî ismi verilmesi hakikattir. Bu izah ile Bahır'da «Kadına zâniye denilmesi mecazdır» diye zikredilen ifade itibardan düşmüştür.



«Muhit'te «zinanın haram olduğunun bilinmesi» ifadesi de ziyade edilmiştir ilh...» Muhit'in ibaresi şöyledir: Zina haddinin vurulmasının şartlarından biri de zinanın haram olduğunun bilinmesidir. Hatta bir kimse zinanın haram olduğunu bilmeyip zina etse. şüphe bulunduğu için kendisine had vurulması vâcîb olmaz. Bunun aslı Said b. Müseyyeb'in «Yemen'de bir kimse zina etmiş, bu hadise Hz. Ömer (R. A.) 'e bildirildiğinde Hz. Ömer (R.A.): «Eğer o kimse Allah-ü Teâlâ'nın zinayı haram kıldığını biliyorsa, ona yüz dayak vurun, eğer zinanın haram olduğunu bilmiyorsa, ona öğretin, bir daha irtikab ederse, ona yüz dayak vurun» diye mektup yazdı» diye rivayetidir. Çünkü şeriatta hüküm ancak bildikten sonra sabit olur. İslâm memleketinde yayılma ve duyulma bilme yerine geçer. Fakat tebliğ olmadığı için en az şüphe îras eder. Bununla malum oldu ki İslâm memleketinde olmak haddin vâcib olmasında bilme yerine geçmez. Fakat diğer bütün hükümlerde islâm memleketinde bulunmak bilme yerine geçer.



«Fethü'l-Kadir sahibi; zinanın bütün dinlerde haram olduğu sabit olduğu için Muhit sahibinin zinanın tarifinde «zinânın haram olduğunun bilinmesi de şarttır» kelâmını reddetmiştir ilh...» Binaenaleyh bir harbî (kafir) İslâm memleketine girip müslüman olduktan sonra zina etse, her ne kadar bunu islâm memleketine girdiği gün irtikap etse bile ve «ben zinanın helâl olduğunu zannettim» dese sözüne bakılmayarak kendisine had vurulduğu halde nasıl «asıl müslüman olan bir kimse «zinanın haram olduğunu bilmiyordum» diye dâva eniğinde haddin şartı (bilmemesi) bulunmadığı için kendisine had vurulmaz» denilebilir. Bunu Bahır, Nehir, Minah sahibi de ikrar etmiştir. Fakat bu hususa Tahavi sahibiHz. Ömer (R.A.)'den rivayet edilenle ve her millette zinanın haram olmasının sabit olması insanlardan bir kısmının bunu bilmemesine münafi değildir, nasıl münafi olabilir. Bu bâbda şüpheler kabul edilir. Harbî meselesine gelince galiba ona had vurulması zinanın haram olduğunun bilinmesini şart kılmayan kimsenin kavline göredir» diye karşı çıkmıştır.



Ben derim ki: Bir dağ başında tek başına yaşıyan yahut kendi gibi zinanın haram olduğunu bilmeyen yahut zinanın mubah olduğuna inanan bir kavmin arasında yaşayan ve zinanın haram olduğunu bilmediğini iddia eden kimse hakkında «zinanın haram olduğunun bilinmesi had vurulmasının şartlarındandır», böyle bir kimse islâm memleketine girip hemen zina etse, hiç şübhe yok ki kendisine had vurulmaz. Çünkü şer'î hükümlerle teklif, hükümleri bildikten sonradır. Muhit'de zikredilen ile zinanın haram olduğunun şart olmasında fukahanın îcmaı vardır diye nakledilen, böyle bilmeyen kimse üzerine hamlolunur. Fakat islâm memleketinde müslümanlar arasında yetişen yahut zinanın haram olduÛuna inanan ehil harp memleketinde yetişip sonra müslüman memleketine getto zinâ eden kimseye had vurulur. «Zinanın haram olduğunu bilmiyordum» . diye özür beyân etmesi kabul edilmez. Yukarda gecen harbî meselesi de bunun üzerine hamledilir ve böylece müşkül zail olur.



METİN



Zina, bir mecliste zina lafzıyla dört erkeğin şehadetleriyle sabit olur. Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz. Şahitler bir mecliste olmayarak birer birer şahitlik yapsalar, kendilerine kazf (iftira) haddi vurulur.



Dürer'de «zina mânâsını ifade eden lâfız zina yerine geçer» diye zikredilmiştir.



Zinaya şehadet eden dört erkekden biri her ne kadar zina eden kadının kocası olsa bile kadına kazfetmiş ve kendisinin başka zevcesinden olan çocuğuyla kadının zina ettiğine şehadet etmiş değilse, şahitliği kabul edilir. Çünkü kazfi suretinde zevç kendi nefsinden lianı defetmesi ve başka karısından olan oğluyla yeni zevcesinin zina ettiğine şehadeti yeni zevcesine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce ise mehrinin yarısını, cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra ise iddet nafakasını düşürme töhmetleri vardır. Zahiriyye.



İZAH



«Sabit olur ilh...» Yani zina, kaadının huzurunda toplu oldukları halde dört şahidin zina lafzıyla şehadet etmeleriyle sabit olur. Ama zinanın kendi nefsinde sübutu kadınla erkeğin bu çirkin fiili irtikap etmeleriyledir. Çünkü bu, hissi bîr fiildir. Nehir.



«Dört erkeğin ilh...» Çünkü hadlerde kadınların şehadeti kabul edilmez.



«Şahitler bir mecliste olmayarak birer birer şahitlik yapsalar kendilerine kazf haddi vurulur ilh...» Eğer birer birer gelip şahitlerin hazır olduğu yerde oturup kaadının huzuruna birer birer kalkıp şahitlik yapsalar, şehadetleri kabul edilir. Mescidin dışında olurlarsa hepsinekazf haddi vurulur. Mescidle tabir edildi, çünkü mescid kaadının oturduğu yerdir. Yani şahitlerin toplanmaları kaadının oturduğu yerde muteberdir, mescidin dışında değildir. Hatta mescidin dışında toplanıp kaadının huzuruna birer birer girip şahitlik yapsalar ayrı ayrı şahitlik yapmış sayılacakları için kendilerine kazf haddi vurulur.



«Zina lafzıyla ilh...» iki erkek bir şahsın zina ettiğine, diğer iki erkekte ayni şahsın zinayı ikrar ettiğine şahitlik yapsalar, o şahsa da şahitlere de had vurulmaz. Ancak dört şahitten üçü bir şahsın zina ettiğine dördüncüsü zinayı ikrar ettiğine şahitlik etseler, üç şahide kazf haddi vurulur. Çünkü dördüncü şahidin zinayı ikrar ettiğine şehadeti muteber olmayacağı için üç şahidin sözleri kazf olarak kalmış olur. Zahiriyye. Bahır.



«Fakat vatı veya cima lafzıyla sabit olmaz İlh...» Çünkü haram olan cinsi yakınlığa delâlet eden zina lâfzıdır, Vatı ve cima lâfzı değildir. Hatta şahidler «filan şahıs filan kadını haram vatı ile vat etti» diye şehadette bulunurlarsa, zina sabit olur. Bundan anlaşılan hangi lisanla olursa olsun zinayı açık olarak ifade eden lâfız kifayet eder. Nitekim Şürünbulâli bunu kazf haddinde açıklamıştır. Kazfin de açık zina lafzıyla yapılması şarttır. Nitekim burada öyledir.



«Dürer'de ilh...» Dürer'in ibaresi şöyledir: Zina hakkındaki şehadet, zina lafzıyla veya başka bir lisanda zina mânâsını ifade eden diğer bir lâfızla yapılır.



«Mehrinin yansını ilh...» Yani zevç bu şehadetiyle mehrin yarısını düşürür. Çünkü zevcesi kocasının başka karısından olun oğlunun kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde ona imkân verdiği için ayrılık kendi tarafından gelmiştir. Ama zevç yeni zevcesine cinsi yakınlıkta bulunduktan sonra bu yeni zevcesi zevcinin eski karısından olan oğlu kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde cinsi yakınlık için oğlana imkan verse bile mehrinden bir şey düşmez. Ancak iddet nafakası düşer. Çünkü kötülük kadın tarafından gelmiştir. Zahiriyye.



Muhit'ten naklen Bahır'da da Zahiriyye'deki gibi zikredilmiştir. Yalnız şu ziyade vardır: Yani bir kadının zina ettiğine dört erkek şahitlik yapıp bunlardan biri kadının kocası olup kadının zina ettiği şahıs kocasının eski zevcesinden olan oğlu olursa töhmet bulunduğu için zevcin şahitliği kabul edilmez. Zevcin şahitliği kabul edilmeyince diğerlerinin sözü kazf olarak kalır ve kendilerine kazf haddi vurulur, zevce vurulmaz.



METİN



Kaadı, şahitlere zinanın mahiyetini (erkeğin tenasül uzvunun, kadının tenasül uzvuna dahil olmasından) sorar. Zinanın nasıl olduğunu sorar. Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir.



Zinanın nerede olduğunu sorar. Çünkü zina dar-ı harpte olabilir. Ne vakit zina ettiğini sorar. Çünkü çocukken yapmış olabilir.



Hangi kadınla zina ettiğin sorar. Çünkü oğlunun cariyesiyle zina etmiş olabilir. Maddin düşmesine çare aramak için kaadı şahitlere inceden inceye sorar. Şahitler kaadının sorduğu sorular,) açıklarlar ve o şahsın tenasül uzvunu zina ederken o kadının tenasül uzvunda sürmedanın içindeki mil gibi gördüklerini açıklarlar ve şahidlerin hallerini kaadı bilmiyorsa onların gizlice ve açıktan adaletli olup, olmadıkları sorularak tezkiyeleri yapılınca kaadı mücrim hakkında vâcib olarak had ile hükmeder. Zinâ eden kimse açıktan zina etmezse, zina hakkında olan şehadetin terki evlâdır. Açıktan zina ederse, zina hakkında olan şehadetin yapılması evlâdır. Nehir.



Dört erkeğin şehadetîyle zina sabit olduğu gibi, zina edenin dört mecliste dört defa zina lâfzını ayık iken kendisini zina ettiği kadın yalanlamaksızın tenasül uzvu kesik olmakla, kadının tenasül uzvu birleşik olmakla yalan olduğu meydana çıkmaksızın, dilsiz olan kadınla veya kadın dilsiz olan erkekle zinasını ikrar etmeksizin kendisinin ikrarıyla da zina sabit olur.



Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması kendisinden haddi düşürecek birşeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir.



Bir kimse zinayı veya hırsızlığı sarhoşluk halinde ikrar etse, kendisine had vurulmaz. Fakat sarhoş iken hırsızlık veya zina edip şahit ile üzerine sabit olursa, had lâzım olur. Çünkü sarhoşluğu halinde şahitlerin gördükleri zina ve hırsızlığı yapmasının yalana ihtimali yoktur. Ama ikrarın yalana ihtimali vardır. Nehir.



Bu ikrar eden kimse, her ne zaman zinayı kaadımn huzurunda ikrar ederse kaadı onu birinci, ikinci ve üçüncü defa reddeder o kimse de kaadının göremiyeceği yere kadar gider. Buna rağmen o kimse dördüncü defa olarak kaadının huzuruna gelerek ikrarını tekrar edince, yukarda geçtiği üzere kaadı: «zina nedir? Nasıldır? Kim ile zina ettin? Nerede zina ettin?» diye kendisinden sorar. Çünkü oğlunun cariyesiyle zina ettiğini beyân etmiş olabilir. Nehir.



Zinayı ikrar eden kimsenin bu fena fiili haddi icap edecek tarzda irtikab etmiş olduğu anlaşılınca kaadının «belki aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şübheye binaen vuku bulmuş olmasın» gibi zina suçundan dönmesi için kendisine telkinde bulunması menduptur. Kaadının bütün irşadına rağmen o kimse ısrar ederse artık hakkında had cezasıyla hükmeder ve o kimseye had tatbik edilir.



Binaenaleyh zinanın sübutu şehadet veya ikrardan biriyle olunca, bu hususta kaadının malumatıyla veya ikrarı üzere şahit getirmekle sabit olmaz. Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir defa ikrar etse, imam Ebû Yusuf'a göre; had vurulmaz. Esah olan kavil de budur. Eğer dört kere ikrar ederse, şehadet icmaen batıl olur Sirac.



İZAH



«Kaadı. şahitlere zinanın mahiyetini sorar ilh...» Yani kaadının şahitlere zinanın mahiyetini, nasıl, nerede, ne vakit ve kimle olduğunu sorması vâcibdir. Çünkü şahitlerin bunları açıklaması haddin vurulması için şarttır.



Fetih sahibi «kaadının şahitlere bunları sorması vâcibdir» diye açıkladıktan sonra «kaadı, şahitlere sorduğunda şahitler «filanca kadın ile filan erkek zina ettiler» sözleri üzerine bir şey ziyade etmeseler, zina edenlere de şahitlere de had vurulmaz» demiştir.



Fetih'de zikredilmiştir ki; kaadının zinanın mahiyetini sormasının faydası: Şahit, kadın ile erkeğin tenasül uzuvlarının birbirine dokunmasını veya her haram olan vatı had icap eden zina zanneder de zina diye şahitlik yapabilir.



«Çünkü zina o kimseye zorla yaptırılmış olabilir ilh...» Zira bir kimseye zorla zina yaptırılırsa, kendisine zina haddi vurulmaz



«Çocukken yapmış olabilir ilh...» Keza akıl baliğ olduktan sonra da yapmış olabilir. Fakat uzun zaman önce yapmış olursa, kendisine had vurulmaz. Nitekim Fetih'de de böyledir. Uzun zamanın tarifi gelecektir.



«Onların gizlice ve açıktan adaletli olup olmadıkları sorularak ilh...»



Gizlice tezkiye şöyle yapılır: Kaadı şahitlerden her biri diğerinden ayırt edilecek şekilde isimlerini, mahallelerinin isimlerini bir kağıda yazıp tanıyanlara gönderir. Tanıyanlar da şahitlerin isimlerinin altına «bu adaletlidir, şahitliği kabul edilir» diye yazarlar.



Açıktan tezkiye ise şöyle yapılır: Kaadı tezkiye eden ile şahidi bir-araya getirip tezkiye edene gizlice «tezkiye ettiğin şahıs bu mudur?» diye sorar. Şahidlerin tezkiyeleri müddeti içinde zina ile müttehem olan şahıs tazır yoluyla hapsedilir. Borçlarda ise şahidlerin adaleti zahir olmadan önce borçlu hapsedilmez.



«Hallerini kaadı bilmiyorsa ilh...» Eğer kaadı şahidlerin adaletli olduklarını bilirse, onların hallerini sorması lâzım gelmez. Çünkü kaadının bilmesi, tezkiye ile hasıl olacak bilgiden daha kuvvetlidir. Kaadı, kendi bilgisine dayanarak had vurmasıyla şeriatın heder olacağından kork-masaydı kendi bilgisiyle had vururdu. Nitekim Fetih'de de böyle zikredilmiştir.



«Zina eden kimse açıktan zina etmezse ilh...» Fetih sahibi, günâhı örtmenin mendup olduğuna delâlet eden hadis-i şerifi zikrettikten sonra «günâhı setretme mendup olunca zina hakkındaki şehadet, evlânın hilâfına olduğu için kerâhet-i tenzihiyyedir. Bu zina hakkındaki şehadetin terkedilmesinin evla olması, hürmeti yıkıp -Allah'a sığınırız- helâl gibi açıktan zina etmeyen kimseye nisbetledir. Eğer zina eden kimse hürmeti yıkıp -Allah'a sığınırız- açıktan helâl gibi zina ederse, bu kimse hakkında şehadet etmek vâcib olur. Çünkü Şâri'in matlubu yeryüzünü günâhlardan ve fuhuştan korumak olup bu da açıktan zina eden kimse hakkında had icra etmekle temin edilir. Fakat korkarak gizilce zina eden kimse böyle değildir» demiştir. Bir mesele kaldı ki; zina eden kadın ve erkekten birisi açıktan hürmeti yıkarak, diğeri ise gizilce ve korkarak zina etse, fesadı önlemek için bunlar hakkında şehadetin yapılması evlâdır.



«Kendisinin ikrarıyla da zina sabit olur ilh...» Musannif dört erkek şahidin şehadetiyle sabit olan zinayı önce zikretti, çünkü dört erkek şahidin şehadetiyle zinanın sabit olması Kur'an-ı Kerim'de zikredilmiştir. Kur'an-ı Kerimle sabit olan daha kuvvetlidir. Hatta şehadetle sabit olan bir zinadan dolayı celd veya recm suretiyle had vurulan şahıs kaçıp da derhal yakalansa, bu had cezası ikmal edilir. Şehadet müteaddi (geçerli) hüccetdir, ikrar ise kaasır hüccettir.



«Kendisini zina ettiği kadın yalanlamaksızın ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben filan kadınla zina enim» deyip kadın da «o benimle evlendi» veya «ben onu asla tanımıyorum» diyerek onu yalanlasa, o kimseye had vurulmaz.



Bir kadın da «filan erkekle zina ettim» deyip erkek de onu yalansasa kadına da had vurulmaz. Bu İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmameyn (Rh. Aleyhima) buna muhaliftir. Bahır.



«Kadının tenasül uzvu birleşik olmakla ilh...» Yani bir kimse «ben filan kadınla zina ettim» diye ikrar edip kendisine had vurulmadan önce «zina ettim» dediği kadının tenasül uzvunun birleşik olduğunu kadınlar haber verseler bu kimseye had vurulmaz. Çünkü kadınların kendisine zina yapıldığı iddia edilen kadının tenasül uzvunun birleşik olduğunu haber vermeleri şahitlerin şehadetinde bile şüpheyi gerektirir. Bahir.



«Dilsiz üzerine ikrarın sahih olmaması, kendisinden haddi düşürecek bir şeyin meydana gelmesi caiz olduğu içindir ilh...» Yani dilsiz olan kadın veya dilsiz olan erkeğin dilsiz olmadıkları takdirde haddi düşürecek bir şey söylemeleri ihtimali vardır. Buna göre; «bir kimse gaib olan bir kadınla zina ettiğini ikrar etse, kadın geldiğinde haddi düşürecek bir şey söylemesi ihtimali olmakla beraber kadın gelmeden önce bu kimseye had vurulur» meselesi müşkül olur. Aralarında ki farkın açıklanması gerekir.



Ben derim ki; Cevhere'de zikredilenden bunun cevabı anlaşılır, Şöyle ki: Kıyas; bir kimse gaib olan bir kadınla zina ettiğini ikrar ettiğinde kendisine haddın vurulmamasıdır. Çünkü kadın gelince zinayı inkâr edip kazf haddi dava etmesi veya nikâhlı olduğunu dava edip mehir talep etmesi caizdir. Kadın gelmeden o kimseye haddin vurulmasında kadının hakkını iptal vardır. İstihsana göre; Maiz hakkındaki hadis-i şeriften dolayı o kimseye kadın gelmeden önce had vurulur. Çünkü Malz'e kadın gaib iken had Vurulmuştur. Velhâsılı kıyasa göre; iki mesele arasında fark yoktur. Fakat ikinci meselede hadis-i şerif bulunduğu için kıyasa muhalif olarak had vurulur.



Ben derim ki: iki mesele arasındaki fark şöyle de izah edilebilir. Dilsizliğin kendisi; gerçektenhadde mani olan bir şüphedir. Fakat gaib olma, gerçekten hadde mani şüphe değildir. Bundan dolayı bir kimse «tanımadığım bir kadınla zina ettim» diye ikrarda bulunsa, kendisine had vurulur.



«Dört mecliste ilh...» Her ayda bir defa ikrar etse bile yine ikrarı kabul edilir. Ama bir mecliste dört defa ikrarda bulunsa bir ikrar yerine geçer. Nehir. Bu dört meclis ikrar eden kimseye göredir. Bazıları «kaadının meclisleridir» demişlerdir. Ama esah olan birinci kavildir. İmam Muhammed (Rh.A.) meclisin ayrı olmasını «zinayı ikrar eden kimsenin meclisten kaadının gözünden kayboluncaya kadar gitmesiyle» açıklamıştır.



Hidaye'de «ikrarın ayrı ayrı dört mecliste yapılması lâzımdır. Bu da zina ettiğini itirafta bulunan kimsenin birinci, ikinci, üçüncü itiraflarını kaadı hakimane bir surette reddeder, her seferinde kaadının görmeyeceği yere kadar gidip gelir. Çünkü meclislerin değişmesi ancak kaadının o kimsenin ikrarını reddetmesiyle olur. Buna rağmen o kimse dördüncü defa kaadnın meclisine gelerek itirafını tekrar edince yukarıda geçtiği üzere kaadı ona sorulması lâzım olan şeyleri sorar» diye zikredilmiştir.



«Zinaya şehadetle hükmolunduktan sonra bir defa ikrar etse ilh...» Yani zina ettiği şehadetle sabit olan bir kimse, hüküm verilmeden önce bir, iki veya üç kerre ikrarda bulunsa, artık had vurulmaz. Çünkü şehadet inkâr halinde kabul edilmez. İkrar vuku bulunca şehadet zail olmuş. Bu ikrar ise had vurulması için kâfi bulunmamıştır. Hüküm verildikten sonra bu vecihle ikrarda bulunduğu takdirde de İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre; had düşer. Esah olan da budur. Fakat imam Muhammed (Rh. A.)'e göre; düşmez, Fakat hükümden evvel veya sonra dört defa ikrarda bulunduğu takdirde şehadet ittifakla bâtıl olup bu ikrarların gereğince muamele yapılır. Şehadetin gereğiyle muamele olunmaz.



METİN



Kaadının huzurunda dört defa zina ettiğini ikrar eden kimse hakkında had vurulmasına hüküm olunduğu halde kendisine had vurulmadan önce veya had vurulurken ikrarından dönse, her ne kadar bu dönmesi kaçma gibi fiili ile olsa bile, serbest bırakılıp had vurulmaz. Fakat şehadet böyle değildir. Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir. Nitekim mürtedliği inkâr etmek tevbedir. Mürted babında gelecektir.



Keza; ihsan (akıllı, bulûğ, hürriyet. İslâm, sahih nikâhla evlenmek, zevcesinin de bu vasıflar ile muttasıf olması, bu vasıfların toplanmasından sonra aralarında cinsi yakınlığın bulunmuş olması) ile ikrardan dönme de yine sahih olur. Çünkü ihsan, recmin şartı olduğu için Allah-ü Teâlâ'nın hakkıdır. Binaenaleyh kendisini yalanlayan bulunmadığı için ihsan ile ikrarından dönmesi sahihtir. Bahır.



Keza; içki haddi, hırsızlık haddi gibi halis Allah hakkı olan hadlerde -her ne kadar hırsızlıktamal ödense bile- ikrardan dönmek sahihtir.



Zinayı ikrar eden kimseye kaadının «galiba sen onu öpmüşsün» yahut «sen ona yapışmışsın» yahut «şüphe ile cinsi yakınlıkta bulunmuşsun» diye zina suçundan dönmesi için telkinde bulunması Mâiz (R.A.) hakkında vârid olan hadis-i şerife binaen menduptur. Zina eden kimse zina ettiği kadının şahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse, her ne kadar kadın başkasının zevcesi olsa bile had kendisinden düşer. Zina eden kimse, zina ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa, zinâ vaktinde şüphe olmadığı için esah olan kavle göre; had düşmez.



Muhsan (akıllı, baliğ, hür, müslüman, iffetli bir erkek, kendisinde aynı vasıflar bulunan bir kadınla sahih nikâhla evlenip cinsi yakınlıkta bulunmuş) olan kimse hakkında zina suçu sabit olunca bir meydanda ölünceye kadar recm (ufak taşlar atılmak suretiyle) yapılır. İnsanlar recm için namaz safları gibi saf olurlar. Bir taife recmedip taşları katlini kasdederek attığında onlar uzaklaşır, diğer kimseler recm ederler. Üzerine recm ile hükmolunan bir kimseyi başka bir şahıs öldürse veya gözünü çıkarsa, onun kanı ve gözü heder (öldürene bir şey lâzım değil) dir. Fakat kaadıdan önce yaptığı için tazir edilir. Nehir. Eğer recm ile hükmedilmeden önce öldürürse amden öldürdüğü takdirde kısas, hataen öldürdüğü takdirde diyet lâzım gelir. Çünkü şahitlerin şehadetiyle hüküm verilmezden önce şehadetin hükmü yoktur. Recmin yapılmasında ufak taşlarla olsa bile önce şahitlerin başlaması şarttır. Ancak hastalık gibi bir özürden dolayı şahitler recmden aciz olurlarsa, onların huzurunda recme önce kaadı başlar. Eğer şahitlerin hepsi veya bazısı recmden imtina ederler yahut ölürler yahut gaib olurlar yahut şahadetten sonra elleri kesilirse, recme önce şahitlerin başlama şartı fevt olduğu için recm düşer, Şahitlerin recmden imtina etmeleri suretinde esah olan kavle göre; imtinaları sarahaten şahitlikten dönme olmadığı için kendilerine kazf haddi vurulmaz. Nitekim fısk yahut âmâ yahut dilsiz yahut kazf gibi bazı şeylerle şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten çıktıklarında recm hükümden olduğu halde had derhal yapılmayıp şahitlerin bir kısmı şehadete ehliyetten çıksalar, yine recm düşer. Bu surette haddin düşmesi zina eden muhsan olduğuna göredir. Ama ondan başkasında şahitlerin ölmeleri veya gaib olmaları suretinde had vurulur. Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı kitabında da böylece zikredilmiştir.



Recme önce şahitler, sonra hâkim daha sonra halk başlar. Hâkimin recmi vâcib değildir, vâcib olmak söyle dursun orada olması bile lâzım değildir. Bunu İbn-i Kemal nakletmiştir.



Musannifin İbn-i Kemal'dan naklettiği şeyi Nehir sahibi reddetmiştir. Nehir sahibi «recm yapılırken halkın hazır bulunmaları şart olmadığı gibi taşlamaları da şart değildir. Binaenaleyh halk recimden imtina ederse, had düşmez» diye ifade etmiştir.



İZAH



«Fakat şehadet böyle değildir ilh...» Yani zina ettiği şehadetle sabit olan kimse recm edilirken kaosa, peşi bırakılmayıp ölünceye kadar taşlanır. Havi'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Fakat ileride gelecektir ki; haddin bir kısmı vurulduktan sonra kaçıp tekadüm-i zaman (bir ay) dan sonra yakalansa, haddin bakiyesi düşer.



«Zina ikrarını inkâr etmek dönmektir ilh...» Yani bir kimse dört defa ayrı ayrı dört mecliste zina ettiğini ikrar edip hakkında kaadı recmine hüküm verdikten sonra bu ikrarını inkâr ederek «vallahi ben böyle bir şey ikrar etmedim» diyecek olsa kendisinden had düşer. Çünkü bu inkâr ikrardan dönmek demektir.



«Keza; ihsan ile ikrardan dönme de sahih olur ilh...» Yan] hakkında recm suretiyle had tatbik edilecek kimsenin ihsanı (evli olduğu) kendi ikrarıyla sabit olup sonra bu ikrarından dönse, sahih olur. Eğer ihsanı şehadetle sabit olursa, had vurulur. Nitekim içki haddinden önce gelecektir.



«Kendisini yalanlayan bulunmadığı için ilh...» ihsanını kendisi ikrar edip sonra bu ikrarından dönse, bu hususta kendisini yalanlayan bulunmadığı için ikrarında şüphe tahakkuk eder ve kendisine had vurulmaz. Fakat kul hakkı olan kısası ve kazf haddini ikrardan dönmesi böyle değildir. Zira bunlarda kendisini yalanlayacak şahıs vardır. Bahır.



«İçki haddi, hırsızlık haddi gibi...» Yani bir kimse içki içtiğini veya hırsızlık yaptığını ikrar edip kendisine had vurulması lâzım gelip sonra ikrarından dönse, içki haddi veya hırsızlık haddi kendisinden düşer. Nitekim bâblarında gelecektir.



«Her ne kadar hırsızlıkta mal ödense bile ilh,..» Yani bir. kimse hırsızlık yaptığını ikrar edip sonra ikrarından dönse, kendisinden hırsızlık haddi düşer. Fakat ikrar ettiği malı öder. Çünkü mal hukuku olduğundan hırsızlığını ikrar ettikten sonra düşmez.



«Mâiz (R.A.) hakkında vârid olan hadis-i şerife binaen ilh...» Mâiz b. Mâlik el-Eslemî (R.A.) bir kadınla zina edip sonra Resûlüllah (SAV.)' in huzurunda ikrar ettiğinde, Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'İn ona «sizden zina ümit edilmez. Galiba öptünüz yahut yapıştınız yahut baktınız» diye ikrardan dönmesi için telkin buyurdukları rivayet edilmiştir.



Asıl'da zikredilmiştir ki; zinayı ikrar eden kimseye kaadı «belki aranızda bir nikâh vardı» veya «bu hadise bir şüpheye binaen yapılmış olmasın» diye telkinde bulunmalıdır. Telkinden maksat; ne olursa olsun ikrar eden kimsenin haddi defedecek bir şey söylemesidir. Bahır, Fetih.



«Zina eden kimse, zina ettiği kadının sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse ilh...»



Bahır'da zikredilmiştir ki; zina eden kimse, zina ettiği kadının sahidsiz kendi zevcesi olduğunu iddia etse «şahit getir» diye teklif edilmez. Nitekim bir şeyi çalan kimse o şeyinkendi mülkü olduğunu iddia etse, mücerred davasıyla eli kesilmez.



«Esah olan kavle göre; had düşmez ilh...» Yani bir kimsenin zina ettiği şahitlerle veya kendi ikrarıyla sabit olduktan sonra bir ay geçmemeden zina ettiği kadınla evlense veya onu satın alsa esah olan kavle göre; had düşmez.



«Muhsan ilh...» Muhsan «sâd» harfinin üstünüyle «evlendi» mânâsına olan «ahşana» fiilinden ism-i fail olup ism-i meful sıygası üzere kullanılan kelimelerdendir. «Sözü uzattı» mânâsına olan «eshebe» fiilinden «müsheb» ve «muhtaç oldu» mânâsına olan «elfece» fiilinden «mülfece» gibi. Bu, hulâsa olarak Fetih'den alınmıştır.



«Bir meydanda ilh...» Yani recm, halkın birbirine vurmaması için geniş bir meydanda yapılır.



«ölünceye kadar ilh...» Musannif «ölünceye kadar» ifadesiyle taş atanlardan herbirlnin recmedilen kimseyi öldürmeyi kasdederek taş atmasında bir beis olmadığına işaret etmiştir. Çünkü o kimsenin öldürülmesi vâcibdir. Ancak taş atan, recmedilen kimsenin akrabası olursa, evlâ olan öldürmeyi kasdetmesfdir. Zira bunda, bir nevi akrabalığı kesme vardır. Kuhistâni. Tamamı gelecektir.



«Hederdir ilh...» Yani üzerine recm ile hükmolunan bir kimseyi, bir şahıs öldürse veya gözünü çıkarsa, eğer amden öldürmüşse kısas edilmez, hataen öldürmüşse diyet lâzım gelmez.



«Recme önce şahitlerin başlaması şarttır.» Çünkü bazı kimseler, şehadeti eda etmeye cesaretleri olduğu halde öldürmeye sıra gelince bunu büyük görerek rücû ederler. Binaenaleyh bu recm hadisesinde şahitlerin recmden imtina etmeleri ve bu suretle bir insanın ölümden kurtulması melhuzdur. Muhit, Kuhistâni.



«Şehadetten sonra elleri kesilirse ilh...» Sarih, şahitlerin ellerinin kesilmesini «şehadetten sonra olursa» diye kayıtladı. Çünkü elleri şehadetten önce kesilirse, onların huzurunda recme önce kaadı başlar. Zira onların elleri şehadetten önce kesilmiş olunca recme önce başlama hakkı onların değildir. Elleri şehadetten sonra kesilirse, recme önce başlama onların hakkıdır. Recme önce şahitlerin başlamalarının şart olması, recme kudretleri olduğuna göredir. Şahitlerin elleri onları fâsık yapacak bir cinayet istemeksizin kesildiği takdirde recme önce kaadı baslar. Eğer şahitlerin elleri kendilerini fâsık yapacak bir cinayetten dolayı kesilmiş olursa, şehadete ehliyetten çıkarlar ve zina ile müttehem olan kimseden had düşer.



«Nitekim Hâkim-i Şehid'in Kâfi adlı kitabında da böylece zikredilmiştir ilh...» Hâkim-i Şehid «zina eden kimse muhsan olmadığında şahitler ölürler veya gaib olurlarsa had vurulur» diye Kâfi adlı kitabında zikretmiştir. Bununla bazılarının «hâkim ölüp veya gaib olursa had vurulur» kavillerinin doğru olmadığı ortaya çıkar. Nasıl doğru olabilir, bilindiği gibi haddinşahitlerin şehadetinin akabinde icra edilmesi hükümdendir. Bundan dolayı Kâfî'de «hâkim recmle hükmedip sonra recm yapmadan önce azledilip yerine başka bir hâkim tayin edilse, ikinci hâkim birinci hâkimin hükmüyle recmi tatbik edemez» diye zikredilmiştir.



«Bunu ibn-i Kemal nakletmiştir ilh...» Bu mesele nakle muhtaç olduğu halde bunu İbn-i Kemal hiç bir kimseden nakletmemiştir. Çünkü bu mesele metinlerin zahirine muhaliftir.



«ifade etmiştir ilh...» Nehir sahibi «Diraye'de «kaadının hadlerin yapılması için müslümanlardan bir taifenin hazır bulunmalarını emretmesi müstehaptır. Bu cemaatin kaç kişi olacağında ihtilaf edilmiştir.



ibn-i Abbas (R.Anhüma)'dan «bir kişi» olması rivayet/edilmiştir. Ata (Rh.A.) «iki kişi», Zührî «üç kişi», Hasan-ı Basrî (Rh.A.) «on kişi» olmasını söylemiştir. Bu, recm yapılırken halkın hazır olmalarının şart olmadığını açıklar. Buna göre halkın taş atmaları da şart değildir. Hatta halk recmden imtina etseler had düşmez» yazılıdır» diye zikretmiştir.



Ben derim ki: Bu söz götürür. Çünkü bu ihtilaf Allah-ü Teâlâ'nın: En - Nur Sûresi; âyet: 2



«Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun.» kavl-i keriminde ki taifenin tef si rindedir. Ayet-i kerime de vâki olan «celd» dir, «recm» değildir. Recm olduğu teslim, edilse bile kaadının yanında recm yapacak kimseler bulunduğu takdirde başkalarına da hazır olmaları için emretmesi lâzımdır. Çünkü had teşhir edilerek yapılır. Halkdan murad şahitlerle kaadıdan başka bizzat recmi yapan kimselerdir. Onların hazır olması lâzımdır. Eğer recim yapacak halk hazır olmazsa, recm yapılmamış olacağı için hepsi günahkâr olur.



METİN



Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce hüküm veren kaadı başlan Bunun muktezası kaadı recmden imtina ederse, her ne kadar kaadı halka «recm ediniz» diye emretse bile recme önce kaadının başlaması şartı bulunmadığı için halkın onu recm etmeleri helâl olmaz. Fetih. Fakat yakında gelecektir ki adaletli bir kaadı «ben bu kimseye recmle hükmettim» dese, halk her ne kadar şahitleri ve ikrarı görmese bile o kimseyi recm etmeleri caizdir. Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi mekrûhdur. Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz.



Recmolunan kimse öldükten sonra yıkanıp, kefenlenir ve üzerine namaz kılınır. Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in, zinasını ikrar ile recmolunan Gâmidli kadının üzerine namaz kıldıkları sahih olup rivayet edilmiştir.



Şehadetle veya ikrar ile zina suçu sabit olan kimse evlenmemiş ve hür olursa kendisine yüz değnek vurulur. Köle olursa, âyet-i kerimenin delaletiyle yansı vurulur. Kaadı Beyzâvî ve diğer Kibar-ı Müfessirîn âyet-i kerimedeki «muhsanât» ı hür olan kadınlarla tefsir etmişlerdir.



Zeyleî «Kur'ân-ı Kerîm'de erkeklerin kadınlar üzerine tağlib kaidesinin aksine olarak buradakadınlar erkekler üzerine tağlib olunmuştur» demiştir. Efendi kendi kölesine kaadıdan izinsiz had vuramaz. Faraza efendi kölesine had vursa kifayet eder mi? Zahir olan kifayet etmemesidir. Çünkü fukaha «haddin rüknü kaadının yapmasıdır» demişlerdir.



Celd; vücudu yaralayıcı olmayıp budaksız acıtacak bir surette orta halde bir değnekle yapılır.



İZAH



«Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce, hüküm veren kaadı başlar ilh...» Çünkü Hz. Ali (R.A.) «ey insanlar, zina biri gizli diğeri aşikâr olmak üzere iki kısımdır. Gizli zina şahitlerin şehadetiyle sabit olur. Böyle şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit olan kimseye recm cezası verildiğinde recme önce şahitler sonra kaadı daha sonra halk başlar. Aşikâr zina ise gebelik veya ikrar ile sabit olur. Böyle gebelik veya ikrar ile zina ettiği sabit olan kişiye recm cezası verildiğinde recme önce kaadı sonra halk başlar» demiştir. Tamamı Fetih'dedir.



«Bunun muktezası ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Recm hadisesi ikrar ile sabit olmuş ise recme önce, hüküm veren kaadı başlar. Bu ifadenin mânâsı: Kaadı recmden çekinirse, her ne kadar halka recm etmelerini emretse bile recmin şartı olan kaadının başlamadığını halk bildiği için recmetmeleri helâl olmaz. İkrar suretinde recme önce kaadının başlaması halka hüküm ve hadlerin şartlarında müsamaha yapmadığını göstermek içindir. Kaadı recme önce başlamaktan çekindiği takdirde dönme alâmeti zahir olup şüphe belirdiği için had düşer.



Şahitlerin şehadetiyle zina ettiği sabit olan kimseye recmedilirken recme önce şahitler başlar, ikinci olarak recme hüküm veren kaadı başlar. Eğer kaadı şahitlerden sonra recmden çekinirse, yine had düşer.



«Yakında gelecektir ki ilh...» Yani kaza bahsinde gelecektir. Fakat orada kaadı recme başlamaktan çekinirse ifadesi yoktur. Bilâkis hâkimin yanında had şahitlerin şehadetiyle veya ikrar ile sabit olduğunda halka recmi emretse - her ne kadar halk hüküm meclisinde bulunup şahitlerin şehadetini ikrar, edenin ikrarını görmeseler bile- recm yapmaları caizdir. Bazıları «zaman bozuk olduğu için halkın recmetmeleri caiz değildir» 'demişlerdir.



Gurerü'l-Ezkâr'da «bu hususta tafsilat vardır. Şöyle ki: Kaadı adaletli ve âlim olursa araştırmaksızın emrettiğini yapmak vâcib olur. Eğer adaletli olup cahil olursa, vermiş olduğu hükmün keyfiyetinden sorulur. Eğer haber verdiği şeriata muvafık ise kavli kabul edilir. Eğer zâlim olursa âlim olsun, cahil olsun kavli kabul edilmez» diye zikredilmiştir.



«Zirahm-i mahrem olan akrabanın recm etmesi mekrûhdur ilh...»



Muhit'ten, Zeylai'den ve diğer fıkıh kitablarından naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Zirahm-i mahrem eğer recmederse öldürmeyi kasdetmez. Çünkü kendisinden başkalarının recmetmeleriyle had yapılmaktadır. Bundan anlaşılan Zirahm-i mahrem öldürmeyikasdetmediğinde mekruh olmaz., Ancak Zirahm-i mahremin recminin mekruh olması şahit olmadığı takdirdedir. Dört kimse babalarının zinasına şahitlik yapsalar recme önce bunların başlaması vâcib olur. Keza: Kardeşler ve Zirahm-i mahrem de böyledir. Yalnız öldürmeyi kasdetmemeleri müstehaptır. Amca oğluna gelince bunun öldürmeyi kasdetmesinde bir beis yoktur. Çünkü bunun mahrem olması tam olmadığı için akraba olmayana benzemiş olur. Kuhistânî. Cevhere.



«Eğer recm ederse mirastan mahrum olmaz ilh...» Bir kimse babasının zinasına veya kısasına şahitlik yapsa, mirastan mahrum olmaz. Kâfi. Cevhere.



«Âyet-i kerimenin delaletiyle ilh...» Bu, Allah-ü Teâlâ'nın:



Cariyeler evlendikten sonra bir fuhuş irtikâb ettilermi o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerinde ki cezanın yarısı (verilir).» (En - Nisa Sûresi; âyet: 25) kavl-i kerimidir. Bu âyet-i kerime cariyeler hakkında nazil olmuştur. Âyet-i kerimenin ibaresi cariyeler hakkındadır. Âyet-i kerimenin delaletiyle hükümde erkek köleler de dahildirler. Çünkü cariyelerle erkek köleler kölelikte müsavidirler. Delâlette meskût (zikredilmeyen) ün mantûk (zikredilen)a müsavi kifayet edip evlâ olması şart değildir.



«Tağlib kaidesinin aksine olarak ilh...» Yani tağlib kaidesinde esas olan erkeklerin kadınlar üzerine tağlib olunmasıdır. Fetih'de ifade edildiği üzere burada kadınların erkekler üzerine tağlib edilmesinin vechi, kadınlardaki zinaya davet edici haslet daha kuvvetli olduğu içindir. Bundan dolayı âyet-i kerimede zina eden kadınlar zina eden erkeklerden önce zikredilmiştir.



«Haddin rüknü ilh...» Haddin rüknü celd veya recmdir.



TEMBİH: Hâkim-i Şehid Kâfi adlı kitabında «köle, zina veya başka bir had icab eden suç işlediğini ikrar ettiğinde efendisi gaib olsa bile kendisine had vurulur. Keza: Hırsızlığı ikrar etse, eli kesilir, amden adam öldürdüğünü ikrar etse, kısas edilir. Azâd olduktan sonra «ben köle iken zina etmiştim» diye ikrar etse, kendisine kölelere vurulan had vurulur» diye zikretmiştir.



«Budaksız ilh...» Celd yapılacak değneğin budaksız olması lâzımdır. Fetih'de zikredilmiştir ki: Enes (R.A.)'e celd yapmak için değnek getirmesi emredildiğinde bir ağaç dalı keser, onu yumuşayıncaya kadar iki ateş arasında inceltir, sonra onunla celd yapılırdı. Celd yapılacak değneğin bir tarafı kurumuş olursa yaralayacağı veya çok acıtacağı için onunla celd yapılmaz. Değnek budaklı olursa onunla hiç yapılmaz. Kendisine celd vurulan kimse zayıf olup helâkından korkuluna, tahammül edeceği şekilde celd yapılır,



METİN



Celd edilecek şahıs erkek ise avret mahallini örtmek için yalnız İzârı: Baştan ayağa kadar bedenini örten entari, don, gömlek gibi elbisesi üzerinde bırakılır, diğer elbisesi çıkarılır. Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka arkaya vurulur. Yalnız başına, yüzüne, tenasül uzvuna vurulmaz. Bazıları «göğsüne, karnına da vurulmaz» demişlerdir. Yüz celdenin arka arkaya ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde vurulsa, esah olan kavle göre, kifayet eder.



Hz. Ali (R.A.) «hadler ve tazirlerde yere yatırılmaksızın erkek ayakta olduğu halde, kadın oturduğu halde celdeler vurulur» demiştir. Zamanımızda yapıldığı gibi had vurulacak kimse yere yatırılıp basma ve ayağına birer adam oturtturularak yapılan hadler caiz değildir. Nehir.



Keza; celd yapılırken değneği celd vuran kimse başından kaldırmaz veya vurduktan sonra değneği uzuv üzerinde sürümez. Hakkında celd yapılacak şahıs kadın ise Hz. Ali (R.A.)'den rivayet edildiği üzere kendisine oturduğu halde bu ceza tatbik edilir. Üzerinde kürk ve pamuklu gibi kalın elbisesinden başkası çıkarılmaz.



Recm yapılırken kadının göğsüne kadar bir çukur kazılır. Elbisesi ile kapalı bulunduğu için çukurun kazılmaması da caizdir. Erkek için çukur kazılması caiz değildir. Bunu, Şumunni zikretmiştir. Kendisine had tatbik edilen kimse bir yere bağlanıp tutulmaz. Recm edilen kimse kaçtığı takdirde, eğer recmi kendinin ikrarıyla ise arkasına düşülmez. Eğer recmi şahadetle ise ölünceye kadar peşi takib edilir. Nitekim yukarıda geçmiştir.



Evli hakkında celd ile recmin arası cemedilmez. Evlenmemiş kimse hakkında da celd ile nefyin arası cemedilmez. Nihaye sahibi «nefy»; hapisle tefsir etmiştir. Hapsetmek; başka memlekete nefyetmekten fitneyi daha çok önleyeceği için bu tefsir güzel görülmüştür. Çünkü suçlu başka memlekete sürgün edildiğinde yine suç işleyebilir. Veliyyü'l-emrin siyaset ve tazir için celd ile nefyin arasını cem etmesi caizdir. Bu veliy-yü'l-emrin re'yine bırakılmıştır. Keza: Her cinayette vellyyü'l-emr lüzum görürse, siyaseten aralarını cem edebilir. Nehir.



İZAH



«Celdeler bedeninin çeşitli yerlerine arka arkaya vurulur ilh...» Çünkü celdelerin bedenin yalnız bir uzvuna vurulması bu azanın bozulmasına veya başına, yüzüne, tenasül uzvuna vurulması sahibinin hakikaten helâkına yahut zahiri veya batini bazı duygularının bozulmasıyla manen helâkına sebeb olabilir,



«Bazıları göğsüne, karnına da vurulmaz ilh...» Bu, bazı meşayıhın kavlidir ki imam Ebû Yusuf'tan rivayet edilmiştir. Ama bu söz götürür. Göğüs vücudun tahammüllü yerlerindendir. Orta bir kamçı ile bir kaç defa karna vurulması ölüme sebep olmazsa, göğse vurulduğunda ölüme nasıl sebeb olabilir. Evet, zamanımızda zâlimlerin evlerinde istendiği gibi celd asa ile yapıldığı takdirde layık olan karna vurulmamasıdır. Fetih.



«Ellisi bir günde, ellisi de ikinci günde vurulsa, esah olan kavle göre; kifayet eder ilh...» Çünkü peşi. peşine vurulan elli kamçıyla acı ve ağrı hasıl olur. Bundan dolayı Cevhere'de«her gün bir kamçı veya iki kamçı vurulsa, bununla ağrı ve acı hasıl olmayacağı için caiz olmaz» diye zikredilmiştir.



«Yere yatırılmaksızın ilh...» Yani had vurulacak kimse yere yatırılmaz. Çünkü had, bütün insanları suç işlemekten men etmek için teşhir edilerek yapılır. Erkeğe ayakta bulunduğu halde haddin vurulması halkı suçtan men etme bakımından daha tesirlidir. Kadının örtülü bulunması lâzım olduğu için kendisine oturduğu halde had vurulur. Eğer erkek durmayıp imtina ederse bir direğe bağlanmasında veya tutulmasında bir beis yoktur. Fetih.



«Erkek için çukur kazılması caiz değildir ilh...» Galiba Musannıf bu ifadeyi Hidaye ve diğer fıkıh kitablarının «recmedilecek kimsenin bağlanması ve tutulması meşru değildir» ibaresinden almıştır. Kadın için çukur kazılması kadını örtücü olduğundandır.



Ben derim ki: Had kendi ikrarıyla sabit olduğunda kaçıp ikrarından dönme mümkün olsun diye bağlanması veya tutulması meşru değildir. Fakat had şehadetle sabit olup recmedilirken durmayıp imtina ederse, bağlanması veya tutulmasında bir beis yoktur.



«Evli hakkında celd ile recmin arası cem edilmez! ilh...» Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) celd ile recmin arasını cemetmemiştir. Zira recmle birlikte celdin