Baş Problem:

Sıradan müslümanlar da genel olarak bu iki kesim karşısında, şaşkınlık içerisinde ve dehşete düşmüş olarak kalakalıyorlar. Bunların bilgisizlik içerisinde oldukları doğrudur. Hatta gelenekleri bozulmuş, ahlakları çözülmüş de olabilir. Fakat az öncede değindiğimiz gibi, ilk İslami Hareketin sahip bulunduğu muazzam kuvvetin ebedi etkilerini İslam Ümmeti’nin yapısından hiç bir kimse silip kaldıramamıştır. Bu nedenle sıradan bir müslümanla karşılaştığınız zaman, istediği kadar bozuk olsun, içkinin haram olup olmadığını soracak olursanız, onun helal olduğunu söylemeyecektir sizlere. Yine zina ve kumar hakkında ne düşündüğünü soracak olursanız, bunların İslam’a göre helal mı haram mı olduğunu soracak olursanız, helal oldukların hiç bir zaman söylemeyecektir. Tüm münkerleri ve kötülükleri teker teker sorunuz, onları çirkin saydığını göreceksiniz. Acaba neden?... Çünkü onun inandığı İslami değerler, henüz o derece değişmemiştir. Şu ana kadar bile onlara saygılı ve kutsal şeyler olarak bakmaktadır. Alışkanlıklarının, yaşayışının bozukluğuna, tükenmişliğine (bozulmuşluğuna) tefessühüne rağmen bunların yüceliğine ve değerli olduklarına inanmaktadır. Çünkü o, bu değerleri annesinin sütü ile birlikte emmiştir, bunlar onun ruhunda damarlarındaki kan gibidir. Yine müslümanlardan birisine, sahnede çıplak bir kızın dans etmesinin İslam uygarlığında yerinin olup olmadığını soracak olursanız, hiç düşünmeden böyle bir şeyi kabul etmediğini göreceksiniz. Hatta böyle bir çalışma şeklinin İslam ile uzaktan yakından  bir ilgisinin bulunabileceğini hatırına bile getirmemiştir. Onun İslam’ı bilmediği doğrudur. Kur’an-ı anlamadığı bir gerçektir. Hadis Kitaplarında neler olduğundan -genel çizgileriyle de olsa- bilgisi yoktur. Tüm bunlara rağmen, İslam Uygarlığı hakkında büyüklerinden öğrenegeldiği, miras aldığı tasavvurların muhayyilesinden silinmesine, yapısından kalkmasına imkan var mıdır? Hatta o, İslam’ı çok az bilinmesine rağmen, karşı kaşıya kaldığı tüm şart ve problemleri geleneklerinin ve İslami değerlerinin ışığında ele almakta ve ancak bunların çerçevesinde görüşünü ortaya koymaktadır. Sıradan her müslümanın İslam Düzeni ve gerekleri hakkında toplu bir düşüncesi ve kanaati vardır. Tüm İslam Dünyası’nı dolaşabilirsiniz. Müslüman kalabalıkların değindiğim şekilde duygu ve düşüncelere sahıp olduklarını göreceksiniz. Bu konuda Pakistan’daki müslümanlarla Türkiye’deki müslümanlar arasında fark yoktur. İran’ın müslümanları ile Mısır’ın müslümanları, Cezayir’in müslümanları ile kardeş ülkelerin müslümanları arasında fark göremezsiniz. Nereye giderseniz gidiniz, onların aynı İslami değerlere iman ettiklerini, ancak bunlara içten gelen bir özlem duyduklarını göreceksiniz. hiçbir kimse de onları “gerçek İslami değerlerin” batıdan gelenler olduğu ve batılı efendilerimizin yanında bulunduğumuz değerler olduğu konusunda inandıramaz.



İkinci husus da şudur: sıradan bir müslümanın İslami bilgileri oldukça basit olmasına rağmen, onun İslam’ı vurguncasına sevdiğini görürsünüz. Özgürlük savaşları sırasında komutanlarının müslümanları yakın tarihte nasıl savaşa teşvik ettiğini, canını ve tüm değerli şeylerin feda ederek nasıl altın sahifeler yazdığını gördük. Onları ancak İslam adını kullanarak harekete getirmek mümkün olabilirdi. Onlar, ancak Allah yolunda şehid düşeceklerine, Allah’ın kendilerini cennetiyle mükafatlandıracağına inandıkları taktirde ölümle karşı karşıya gelen ve ona kucak açabilirlerdi. Fakat eğer toplumun üyelerinde bu inanç ve kanaat yoksa, o taktirde sen ondan ölüme karşı koymak konusunda daha korkağını göremezsin, ondan kanını feda etmesini bekleyemezsin silahlı olanların üzerine atılmasını veya sevimsiz şeylerle dolu yollara sapmasını umamazsın. Sıradan müslüman, belirttiğimiz bu şekildedir. Fakat İslam Ülkeleri’nin pek çoğunda yönetimi ve halkın dizginlerini elinde bulunduranların durumu bundan çok daha farklıdır. Bunlar, hala toplumsal hayatı, islam’ın istediği yönün aksine  itmeye çalışmaktadır. Bununla  ümmetin ülkülerine, emellerine, duygu ve  eğilimlerine ters düşmektedirler. Bunlar kimi zaman açıktan açığa din dışılığa çağırmaktadırlar, kimi zamanda da istediklerine kavuşabilmek için İslam’ı kullanmakta, onun arkasına gizlemektedir. Fakat bunları da İslam’ın gerçegini tanınmaz hale getirdikten sonra yapmaktadırlar. Batı uygarlığını içindeki acı ve kötülükleriyle kucaklar, ondan sonra da bunların üzerine İslami bir kabuk geçirmektedirler. İthal malı- fakat İslam’dan yer ile gök arası kadar uzak olan-parola ve ilkelerle  kaynayıp çoşan her ülkede gördüğümüz bundan başka birşey değildir. Ancak genelde müslümanlar, bu güçlüklere teslim olacak şekilde ahmak  ve geri zekalı değildirler. Böylece bir musibet yanlızca Pakistan’a özgü bir musibet değildir. İslam Dünyası’nın her tarafının musibetidir bu. Çünkü İslam Dünyası’nın her yanında bu kesim aynen vardır. Bunların kalpleri birbirine benzer, belirtileri de birbirinin aynıdır, sahip oldukları güdüler birdir. Bu kesim, batının önünde yenik düşmüş ve topraklarımızda yönetimi ellerinde tutmaktır. İktisadi hayatımızın kilit noktalarına bunlar egemenlerdir ve İslam Ümmeti’ni batı hayat düzenine uymaya mecbur tutmaktadır. Oysa ümmet, böyle bir değişimi kabul etmemekte ve bu yanlışlık yola sapmak istememektir.