Özgürlük Hareketleri

İslam Ülkeleri’nde özgürlük hareketleri başgösterince, halkın kalplerinde vatanın özgürleştirilmesi ateşi tutuşunca -ki bu, batıda yazılmış kaynakları ve batılıların tarihlerini inceleyip kendi kötü durumlarının farkına varmaları sonucunda olmuştu- içinde bulunulan şartların doğal bir sonucu olarak, bu hareketlerin komutasının, topraklarını ellerine geçiren emperyalistlerin dilini bilen, onların yapı ve yöntemlerini tanıyan, onlara nasıl etki edebileceklerini bilen kimselerin elinde olması gerekiyordu. Bu tür bir komuta, özgürlük isteyen müslüman halkların içinde bulundukları şartların mantıki bir sonucu idi. Müslüman hakların böyle bir komutayı kabul edip ona teslim olmaktan başka bir çıkar yolları da yoktu. Dini enstitülerden -daha doğru bir deyimle eski öğretim düzeninden- mezun olmuş kimseler, müslümanların komutanlığını, liderliğini yapmaya elverişli değillerdi. Halklara komutanlık edip özgürlük hareketlerinin gerektirdiği savaşlara tahammül edebilecek durumda değillerdi. Bu nedenle halk, çaresizlik içerisinde birinci tip liderlere yönelmek zorunda kaldı ve onları komutan olarak başlarına geçirdi. Onların gözetim ve rehberliğinde olmak üzere Emperyalizme karşı özgürlük savaşlarına giriştiler. Bu nedenle tüm bu dönem boyunca, şayet İslam Ülkesi’nin herhangi bir kesimine göz atacak olursanız, özgürlük hareketlerinin başında bulunanların ve bunların liderliklerini yapanların, ister doğuda ister batıda olsun, birinci tip kimseler olduklarını göreceksiniz. Diğer taraftan bu tip liderler, müslümanların İslami duygularını da tutuşturup harekete getirmeyi de ihmal etmediler. Çünkü, halkın kalbinde böyle bir ateş tutuşturmadan bu özgürlük hareketlerini tırmanışa geçiremezlerdi. İşte bu liderler, İslam Halklarını İslam adına harekete geçirdiler. Özgürlük savaşlarının olduğu her müslüman alan üzerinde bu böyle olmuştur. Bu liderler şöyle diyorlardı: Bu savaş, İslam ile küfür arasındaki ölüm kalım savaşıdır. O halde ey müslümanlar, canınızı, malınızı, kabiliyetlerinizi ve zamanınızı feda etmekten geri kalmamalısınız. Taki zaferi kazanıp din Allah’ın oluncaya, herşey yerli yerine oturuncaya, yeryüzü gerçek sahibi olan Allah’ın nuruyla aydınlanıncaya kadar...



Bu şekli durum, yalnızca bir yerde ortaya çıkmadı. Yakın tarihini incelediğiniz her bölgenin aynı şartların baskısı altında kalmış olduğunu göreceksiniz. Sizlere, son derece kanlı savaşlara girip çıktıktan sonra bağımsızlığını elde eden Cezayir’i örnek olarak vermek istiyorum. Aynı şekli durum orada da ortaya çıkmıştır. Bunu sizlere gelişi güzel söylemiyorum. Bilakis bu sonuca bu İslam Ülkesi’nin yakın tarihteki şartlarını inceledikten sonra varmış bulunuyorum. Çünkü orada cereyan etmekte olan olayların gelişmesini yakın izliyordum. Diğer taraftan bu konuyu, savaşların kızgın olduğu dönemlerde Cezayir ‘li liderlerle birden çok kere tartışmış idim. Bu konuda benim görüşümü doğrulamaktan başka bir çıkar yol bulamıyorlardı: “Eğer bizler Cezayir’deki normal bir insana, başlattığımız bu savaşın bir İslam-Küfür savaşı olduğunu pekiştirerek söylemeyecek olursak, bunun Allah’ın ve Rasulü’nün emrettiği Allah Yolu’nda Cihad olduğunu belirtip bu harekette şehid olan Cennete girer demeyecek olursak, bizim çağrımızı hiçbir şekilde kabul etmez, kellesini koltuğuna alıp savaş meydanına atılmazdı.” Eğer bu bir gerçek  ifade ediyorsa, o da şudur: Cezayir halkı, özgürlük savaşlarına ancak İslam adıyla katılmıştır. Her türlü zulüm ve işkenceyle bundan sonra karşılaşmış ve zayiatını bundan sonra fedakarlık ve kahramanlıklarıyla akılları durdurmaş; solukları kesmiştir. Bunu gözlemleyen bir kişi, ancak bundan sonra, kıyıda köşede kalmış bir halkın, bu çağda en modern ve en gaddar silahlarla donanmış emperyalizme karşı nasıl böyle bir direniş gösterdiğine hayret eder.



Tarihini incelediğiniz her bir islam Ülkesi’nin aynı durumla karşı karşıya kaldığını görürsünüz. Komutayı ve hareketleri yönlendirme yetkisini ellerinde bulunduranlar, islam’dan uzaktır ve İslam’ı bilmeyen kimselerdir. İslam hakkında hiçbir şey bilmezler ve onu uygulamak arzusuna da sahip değildirler. Çünkü onların almış oldukları kültür, değer ölçülerini değiştirmş, İslam Uygarlığı dışında kalan bir uygarlığın hayranı yapmış, kalplerin İslam’ın dışında kalan sistemler fethetmiştir. Önceden de söylediğimiz gibi, müslüman kitleler de ister istemez komutayı ellerine vermek zorunda idi. Daha sonra da bu liderler, elde ettikleri tüm zaferleri, müslümanların İslami duygularını harekete getirmenin sonucunda gerçekleştirebilmişlerdir. Aynı yol izlememiş zafere kavuşmuş bir tek özgürlük hareketinin varlığı söz konusu değildir.