İslam'ın Yeryüzüne Yayılması

Yeryüzünde özellikleri bu olan bir ümmet varolduktan ve nitelik ve meziyetler böyle bir devlet kurulduktan sonra, Raşid Halifeler döneminde İslam, dünyanın dört bir tarafına büyür bir hızla yayılmaya başladı. Bu yayılma, tarihçiler tarafından patlama (explosion) diye nitelendirilmiştir. Yani İslam’ın yayılış hızı, yayılma ve dağılışında patlayıcı maüddelirn durumunu andırıyordu. Oldukça az sayılabilcek bir süre zarfında İslam, doğuda Afganistan ve Türkistan topraklarına, batıda ise kuzey Afrika’ya kadar yayıldı. Acaba bu parlak ve müthiş patlama neyin sonucu idi dersiniz?Orada harika yaratılışa sahip kaç kişi olduğunu görebilmek amacıyla Arap Yarımadası’na gidebilirsiniz. Bu Yarımada’nın zenginlik kaynaklarının neler olduğunu görmek üzere incelemeler yapabilirsiniz. Petrolü gözünüzün önüne getirmeyin; çünkü, son zamanlarda ortaya çıkartılmıştır. Petrolün dışında maddi imkanları nelerdir?Yine bu yarımada’da yaşayan insanların sayısına bir bakınız. Acaba tümüyle on milyondan fazla olabilir mi?Raşid Halifeler döneminde sayıların bundan da az olduğu kesindir. Buna göre böyle bir toplumun, bu derece geniş bir alana, hızla egemen olabilmesi, diğer toplumlara maddi güç itibariyle üstünlük sağlamasının sonucu olamaz. Aksine bu toplumun dünyaya boyun eğdirmesinin nedenleri, kişi olarak her bir müslümanın eşsiz parlak yaşayışında,  toplum olarak İslam Ümmeti’nin savaşta, barışta, fethedilen bölgelerin yönetilmesinde izlenen politikada ve bölge halklarına yaptıkları güzel muamelelerinde gizlidir.



İran Sasani ve Bizans İmparatorluklarının egemenlikleri altında yaşayan halklar, -görmek şöyle dursun- böyle bir yönetici tipiyle karşılaşacaklarını hayal bile etmiyorlardı:Bu eşsiz yöneticiler, yollarda yaya yürüyorlar, tüm bölge sakinleri ne şekilde yaşıyorlarsa onlar da öyle yaşıyorlar, dileği ve ihtiyacı olan herkese kapılarını ardına kadar açık tutuyorlar, şikayet konusunun çözüme bağlanması için herkesin karşılarına dikilmesine müsamaha gösteriliyorlardı. Bizans ve İran halkları bu tür yöneticileri, bir vakıa olarak görmek şöyle dursun, rüyalarında bile böyle bir yönetici tipini görememişlerdi. Hatta bu eşsiz yöneticilerin varlığı, hatırlarından bile geçmiyordu. Fakat İslam Düzeni, tüm yücelik ve temizliği ile bu bölgelere girip sakinlerine bu tip yöneticileri gösterince, körükörüne bağnazlık edenlerin dışında, herkes bu ahlaki yüceliği ve insani üstünlüklerini kabul etti. Çünkü bu ahlaki yücelik ve insani üstünlükler, yalnızca İslam’ın kazandırabileceği özelliklerdi ve ancak batılın fıtratlarını damgalayıp gözlerini hakka karşı körleştirdiği kimseler bunları görmezlikten gelebilirlerdi.



İslamOrduları’nın dünyaya sunduğu yüce ahlaki örneklerden bir tanesi:Fethettikleri bir kente girerler ve yollarında dolaşırlarken, kentin kadınları en güzel elbiseleriyle evlerinin balkonlarında geçen bu asker kafilelerini seyre koyulurladı. Fakat askerlerden bir tanesi bile, başını kaldırıp onlara bakmıyor, gözünü bile o tarafa çevirmiyordu. Asker kafileleri caddeleri ve yolları katediyor fakat, balkonlardan kendilerini gözetlemekte olan kadınlardan haberleri bile olmuyordu. Bu ise, geçmiş dönemlerde yenik düşenlere galip gelenlerden görmüş olduklarından tümüyle farklı bir davranış türü idi. Halkın dilinde fatih ulusların yenik düşenlere karşı uygulamalarına dair anlatıla gelen hikaye ve olaylardan tam anlamıyla değişikti onların davranışları. Çünkü, fatihler bir yere girdikleri  zaman orada fesat çıkartır, istisnasız olarak her kadının ırzını ayaklar altına alırlardı. İşte İslam Orduları’nın fethedilen bölge haklarına karşı takındıkları bu eşsiz tavırlardan sonra, bunların kalplerini kazanmamalarına imkan kalmazdı. Çünkü bu ordular, ellerine geçirdikleri bölgelerde hiç bir kimsenin şerefine en ufak bir leke bile sürmüyor, elini uzatmıyorlardı.



Kendilerini Allah’a vermiş bu yeni fatihlerin dünyaya sundukları paralak ahlaki örneklerden bir diğeri de şudur: Onlar fethettikleri bir bölgeden geri çekilmek zorunda kaldıklarında, bölgede güvenliği sağalamak amacıyla halktan almış oldukları tüm vergi ve malları geri veriyorlar ve onlara şöyle diyorlardı: “Biz bu vergileri sizlerden sizleri korumak ve güvenliğinizi sağlamak üzere almış idik. Ancak şimdi buralardan çekilmek zorunda kalmış bulunuyoruz ve sizlere karşı ve görevimizi yapamayacağız. İşte sizlerden almış olduğumuz malları tekrar geri veriyoruz.” Bu olaylar olduğunda durum bundan farklı idi. O zamana kadar fatihler fethettikleri bir yerden geri çekilmek zorunda kaldıklarında, halkın yanında kalan malları da onlardan yağma ediyorlardı. Bu nedenle kimse ancak peygamberlerden ve Allah’ın veli kullarından beklenebilecek yüce Ahlakı ve erdemleri, yeni yönetici ve valilerden bekleyemiyordu; onların siyaset ve yönetim alanlarında bile bu derece yüksek bir emanete ve temizliğe sahip olabileceklerini sanmıyordu.



İşte bu, İslam’ın ilk dönemlerinde müslümanların sahip oldukları muazzam gücün kaynağını teşkil ediyordu. Bunun sayesinde dünyanın büyük bir kısmını ellerine geçirebildiler. Hiçbir kimsenin tartışmaya giremeyeceği gerçek de şudur: onların yüce ahlaklarının ve temiz yaşayışlarının gerçekleştirdiği mucizeler, kılıçlarının gerçekleştirdikleriyle kıyas edilemeyecek kadar büyüktür. Çünkü onlardan herhangi bir kimse İslam Dini’ne bağlanmadan önce, onun gerçeğini ve gereklerini tam anlamıyla idrak ediyor ve öyle bağlanıyordu. Ondan sonra da kişiliğini, yaşayışını ve davranışlarını bu kalıba göre şekillendiriyordu. Bu nedenle bunlar, yaptıkları herhangi bir davranışta, tam anlamıyla İslam’ı ortaya koyabiliyorlardı. İşte bu ilahi özellik sayesinde dünyadaki hiçbirgüç onların  karşısında duramıyordu. Onların ahlaki davranışları karşılarındakinin kalplerini, enselerine kılıçları vurmadan, etkileyebiliyordu. İşte bizzat bu nedenle onların fethettikleri bölge halkı, siyasal güçlerine boyun eğmekle kalmıyor,  bilakis onların iyiliklerini isteyip onlara hayran olanlara katılıyorlardı. Onların dinlerini kabul ediyor, uygarlıklarına bağlanıyor, dillerini öğreniyorlardı. İşte ilk müslümanların fethettikeri bölgelerin halkı, Hala onlara tarih boyunca saygı duyuyorlar, onların kahramanlarına ve önderlerine hayranlıklarını sürdüyorlar. Onlardan önceki kafir atalarına dönmeyi, ya da eski geçmişlerine nisbet edilmeyi asla kabul etmiyorlar. Şimdi sorarım. Acaba böyle bir mucizeyi gerçekleştirebilecek bir kılıç bulunur mu dünyada, dersiniz?



İslam Tarihi’nin ilk aşaması işte böyledir. Burada bu aşama hakkında detaylı bilgiler vermek istemiyorum. Burada benim için önemli olan, size şu hususu kesin belirtmektir: İslam eğer yeryüzünün büyük bir kesiminde dehşet verici bir şekilde egemenliğini sağlamış idiyse bunun nedenleri yalnızca şu belirteceğim hususlar olabilir:Ümmet tümüyle içten bir imanla islama iman etmiş, büyük bir kararlılıkla İslam’a bağlanmış, gerçekten ve doğru olarak İslam’ı anlamıştı. İslam’ın nuru onların hem kişisel ve hem de toplumsal yaşayışlarında en parlak ve en mükemmel şekliyle aydınlık suretiyle kendisini gösteriyordu. Öyle bir devlet ortaya çıkmıştı ki İslam’ı kendisine ana hedef haline getirmişti. Sahip olduğu tüm araç ve imkanlarını onu galip getirmek ve yeryüzünde egemen kılmak uğrunda kullanmıştı. İşte İslam, ilk dönemlerinde böylesine güçlü bir harekete sahip olabilmişti. Bu hareketin tarihteki izleri, hala gözle görülecek şekilde apaçıktır. Aradan öndört asırlık bir zaman geçmiş olmasına rağmen. İslam Ümmeti’nin düştüğü bu kötü duruma rağmen, tarihinin ilk aşamalarında bu ümmetin sahip olduğu karakteristik özelliklerin etkilerini görebilmek, şu anda bile mümkün olabilmektedir. Ne kadar kötü olursa olsun, ne derece fena bir ahlaka sahip bulunursa bulunsun, önünüze gelen bir müslümanın için düşecek ve nabzını yoklayacak olursanız onun hala Hz. Muhammed (s.a.v.) in ve O’nun Raşid Halifelerinin kurduğu örnek topluma özlem duymakta olduğunu  ve başka bir hayatın özlemini çekmediğini göreceksinizdir. Her zaman için gözünün önünde duran ve asla unutmadığı hedef budur. Sanki bu toplum gözlerinin önünde ışık saçıp duran ve asla gözünden kaybolmayan bir güneştir. Her bir müslüman bu altın devreyi, örnek olarak değerlendirmektedir. Ona aşıkmış gibi bağlıdır, vurgundur. Onu tekrar gözlerinin önünde canlanmış olarak bir daha görmeyi arzulamaktadır. Raşid Halifeler Dönemi’nden bu güne kadar İslam, ışıklarıyla dünyayı aydınlatıp durmuştur, aralıksız olarak. O’nun ışığının varmadığı bir bölge kalmamıştır dünyada. İslam, bu ümmetin başına geçen lüks ve tekebbüre gömülü yöneticiler tarafından yönetilmek belasına düçar olmasına, azgın ve isyankarların emri altında bulunmak bedbahtlığına rağmen, bu derece yayılabilmiştir. Münkerleri işleyenler, hiçbir zaman onların başından eksik olmamıştır. Bu ümmet, çok kısa bir süre dışında uyulmaya değer ve insanların kalplerini kendisine bağlayabilecek örnek bir ümmet olma niteliğini koruyamamıştır. Fakat tüm bunlara rağmen İslam yayılmasına devam etmiştir. Bunun nedeni ise, müslümanların insanları kendilerine çekebilecek örnek bir yaşayışa sahip olmaları değildir. Bilakis günümüzde İslam Dini’ni kabul edenler, “İslam, kesinlikle bugünkü müslümanların hayatlarında görülenden başka birşeydir. Gerçek İslam ancak Allah’ın Rasulü Muhammed (s.a.v.) in ve onun yüce sahabilerinin sundukları hayat olabilir” kanısına kesin olarak sahip olduktan sonra müslüman olabiliyorlar. Diğer taraftan bugün müslümanların yaşayılarında bir dereceye kadar yücelik ve temizlik görülebiliyorsa, onların davranış, düşünüş ve ahlaki hareketlerinde iyi yönler bulunuyorsa, tüm bunların kaynağı, İslam’ın onlarda bırakmış olduğu henüz yitirilmemiş kalıntılarıdır. Aradan ondört asır geçmesine rağmen bu kalıntılar hala etkilerini sürdürebilmektedir. Başka biri ifade ile, tarihimizin birinci aşaması, öyle canlı bir noktaya ulaşmıştı ki, onun tarihe vurduğu damganın etkilerinin kalkması imkansızdır. Hatta bugün İslami alanlarda gördüğümüz canlılık, İslam’ın ilk aşamasında ortaya koyduğu ideal hareketin bir sonucudur.