İslam'ın Yola Koyulması

Tarihimizin ilk aşaması, Yüce Allah’ın Mekke halkından birisini Peygamber olarak görevlendirmesi ve böylelikle İslam güneşi’nin doğmasıyla başlamıştır. Allah O’na, hayatının binasını Tevhid, ahirete iman ve ilahi risalete uymak esasları üzerinde yükseltmeyi emr etmişti. Bu yüce ve büyük insan da Mekke-i Mükerreme’de aralıksız olarak onüç yıl süreyle Allah’ın kullarına çağrısını sundu. O, çağrısını yalnızca diliyle sunmakla yetinmiyordu. Bilakis onun çağrısı, kişisel yaşayışında da varlığını gösteriyordu. Onun tüm davranışları ve sosyal yaşayıştaki tüm tavırları İslam’ın istediği örnek insan tipini, İslam’ın ortaya koyduğu yüce ahlakı, İslam’ın öngöndüğü yaşıyışı, Allah’ı rab, İslam’ı da din olarak kabul eden herkesin dünya hayatında izlemesi gereken yolu ortaya koymakta idi. Rasulullah (s.a.v.) , insanlığı çağırdığı her şeyi, pratik yaşayışla elle tutulur ve gözle görülür canlı bir olay olarak ortaya koyuyordu.



O’nun çağrısını dilinden işitip pratik hayatında da bir gerçek olarak gören ve onun davasına iman eden bir grup insan da, görevini yerine getirmekte Rasulullah (s.a.v.) a destek olmuşlar, bu uğurda herşeyi bir kenara bırıkıp büyük bir anlayış, dikkat ve titizlikle onunla birlikte çalışmışlardır. O yüce peygamberin çağrısına hiç bir kimse, bu çağrının gerçeğini ve gereklerini iyice bellemeden, bilgisizce ve körükörüne kabul etmemişti. Bilakis onun çağrısını kabul eden herkes, bu çağrının yüceliğini, sorumluluğunun büyüklüğünü iyice biliyor ve bunun sonucunda O’na bağlanıyordu. Hiç zaman kaybetmeden de bu çağrının kendisinden istediği şekilde hayatını yönlendiriyordu. Onüç yıllık bir süreyi bulan bu dönemde, Allah’ın Dini’ne giren bu kimselerin her birinin hayatında oldukça parlak bir devrim meydana gelmişti. İşte İslam, tüm insanlığın hayatında bu devrimi gerçekleştirmek amacındaydı. Fakat durum, onların hayatında devrim yapmakla kalmadı. Bilakis büyük bir istekle mücadeleye atıldılar. İslam’ın ilerlemesi ve tüm insanlığı hayır ve bereketleriyle mutlu kılabilmesi için kendilerine ayakbağı olan iç ve dış tüm güç herşeyleriyle karşı koydular. Onların her zaman için, inandıkları ilkeler uğruna her türlü zarara huzurlu kalpleriyle ve gönül hoşluğuyla göğüs gerdiler. Çünkü onlara göre dünya hayatının en büyük ve en yüce değeri, İslam ile elde ettikleri inançlarıydı. Bu nedenle herşeye rağmen ondan vazgeçmeyi asla kabul ettiler, dünyadaki her şeyi onun uğrunda feda etmeye hazırlandılar. Hatta bunun da ötesinde imanları nedeniyle onların içerisinde doğan bu duygu, inandıkları dini dünyaya egemen ve onu önder kılmak için olanca güçleriyle çalışmaya itti. Herhangi bir batıl görüşün kendilerine galip gelmesi ihtimalini doğurabilecek herşeyi ortadan kaldırmaya kesinlikle karar verdiler. İsterse bu uğurda canlarını ve en değerli varlıklarını feda etmek gereği ortaya çıksın...