1- Günahkâr Kavimlerin Cezalandırılması:

Kur'anda beyan edildiği üzere, cezalandırmada daha önceden ikaz edilmiş olmak esastır (6/En'âm, 131; 17/İsrâ, 15; 28/Kasas, 59). Buna göre Allah, bir kitap ve peygamber göndermek sûretiyle işlenen şeyin yanlış olduğu hususunda uyarıda bulunmadan, açıkça nehyetmeden, yanlışı ve doğruyu göstermeden, yapmış oldukları kötülükler sebebiyle toplulukları cezalandırmaz, aksi halde cezalandırılanlar tarafından haklı bir itiraz gelecektir (20/Tâhâ, 134). Öte yandan ufak bir rücû (Hakka dönüş) işareti, Allah'ın cezalandırmadan vazgeçmesine yetmektedir (8/Enfâl, 33).



Kur'ân-ı Kerim'de belirtildiği üzere (3/Âl-i İmrân, 197), Cenâb-ı Hak mânevî ve psikolojik türden bir ceza biçimini, hissî ve bedenî olanla beraber âhiret hayatına bırakarak, günahkâr toplulukları dünyevî çizgide, mânidar olan cezalarla cezalandırmaktadır. Günahkâr kavimlerin dünyadaki cezalandırma yöntemlerinin çeşitleriyle ilgili olarak Kur'an'da şu bilgilere yer veriliyor: Allah'ın yakalamasından (ahz, 8/Enfâl52; 11/Hûd, 102), intikam almasından (7/A'râf, 136; 30/Rûm, 47; 43/Zuhruf, 55) bahsedilmekte, 29/Ankebût, 40 âyetinde de günahkâr kavimlerin nasıl cezalandırıldıklarından bir bölüm sunulmaktadır: Taş yağdıran bir kasırgaya tutulma (hâsıb), korkunç gürültüye (sayha) yakalanmak, yere batırılmak (hasf), suda boğulmak (ğarak) gibi...



Allah'ın cezalandırması, daha çok uyarıcı ve yıldırıcı olsun diye, çeşitli deyim ve üslûplarla gösterilmiştir. Bu aynı zamanda, günahkâr kavimlerin cezalandırılma motiflerini yansıtacaktır. Bunlardan olmak üzere, kökünü kazıyıp kurutmak mânâsına ishât (20/Tâhâ, 61), paramparça ederek yok etmek mânâsına tetbîr (17/İsrâ, 7; 25/Furkan, 35), helâk etmek mânâsına tedmîr (17/İsrâ, 16; 37/Sâffât, 136; 46/Ahkaf, 25; 47/Muhammed, 10), azabın ve helâkın bürümesi, kaplaması mânâsına demdeme ve dümdüz etmek mânâsına da sevvâ (91/Şems, 14), Cibrîl-i Emîn'in kanadında göğe yükseltildikten sonra çarpılıp yere vurulma mânâsına ehvâ (53/Necm, 53), azabı giydirmek, azaba büründürmek mânâsında ğaşşâ (53/Necm, 54), kezâ paramparça ettikten sonra külliyen yok etmek anlamında kasame (21/Enbiyâ, 11) gibi deyimlere rastlanmasının yanında azabın kamçısından (sevt, 89/Fecr, 13), ağıl sahibinin derip toplayıp ağıla doldurduğu çalı-çırpıya dönmekten (heşîmu'l-muhtazır, 54/Kamer, 31), taş yağdıran rüzgâra tutulmaktan (hâsıb, 54/Kamer, 34),son derece uğursuz, bereketsiz, arkası kesik ve uğradığı her şeyi küle (remîm) çeviren (51/Zâriyât, 42) bir rüzgâra tutulmaktan (rîh akîm, 51/Zâriyât, 41), şiddetli bir sayhaya mâruz kalıp sel süprüntüsüne (ğusâ') dönmekten (23/Mü'minûn, 41), yine zulüm ve haksızlık edenlerin bir sayhaya yakalanmaları sonucunda perişanlıktan diz üstü çöküp (câsimîn), orada hiç bulunmamışçasına (keen lem yağnev fîhâ) mahvedilmelerinden (11/Hûd, 94, 95; 29/Ankebût, 37), helâkten kurtulamamaktan ve azabın içinde kalmaktan (ğâbirîn, 7/A'râf, 83) da bahsedildiği görülür.



Bu anlatımların yanı sıra, oldukça çarpıcı bazı muhtevâlara da rastlanmaktadır. Meselâ 23/Mü'minûn, 44 âyetinde peygamberleri yalanlayan ümmetlerin peşpeşe helâk edilmelerinden ve dillerde eğlenilmek için dolaşan masallara çevrilmekten (ehâdîs) bahsolunur. Aynı şekilde 34/Sebe', 19 âyetinde de günahkâr ümmetlerin masallara çevrilişinin ifâde edilmesinin devamında Sebe' kavmiyle ilgili şu ifâdeye rastlıyoruz: "... Biz onları paramparça ettik!" Âyet-i kerimede, tefrîk kelimesi yerine, bitişik olan bir şeyi parçalamaya tahsis edilmiş olan "temzîk" kelimesinin kullanılması, durumun vehâmetini göstermek maksadıyladır. İbn Sellâm tarafından, "rüzgârların savurduğu toprağa çevrildiler" şeklinde anlaşılmış ise de, daha tercih edilen görüşün, "cemaat bütünlüğünün parçalanıp, fertlerin ülkenin her tarafına serpiştirilmek sûretiyle küçültülmesi yolunda olduğunu da ifâde edelim.



Allah'ın bu tür cezalandırma şeklini, öz vatanlarından koparmak sûretiyle gönülleri hasret ve özlem içinde yakmak tarzında, nostaljik ve sosyal ceza olarak anlayabiliriz. Öte yandan 21/Enbiyâ, 15 âyeti bize, oraklarla biçilmiş ekinlerle, henüz tütmekte olan sönmüş ateşleri hatırlatarak, günahkâr toplulukların uğratıldığı bir ceza türünü işaret eder. Buradaki sahne ile 54/Kamer, 20; 67/Mülk, 7 âyetlerinin muhtevâsı birleştirilince ortaya şu sonuç çıkar: Köklerinden sökülmüş çürük hurma kütükleri gibi (a'câzu nahlin hâviyeh) yerlere yıkılmış insanlar bir yanda, harap olma ve sona ermenin alâmeti olarak tüten ateşler, dumanlar ve boğuk bir hava öte yanda...



2/Bakara, 65 âyetinde yahûdi milletine verilen ürkütücü cezâdan bahsolunmaktadır: Maymuna çevrilmek!... Mücâhid'in hilâfına olara, müfessirlerin hemen hepsi, buradaki maymuna dönüşün hakiki mânâda olduğunu söylemiş, hatta Mukatil maymun sûretindeki yahûdilerin yedi gün yaşadıktan sonra, sekizinci gün öldüklerini söylemiştir. Müfessir Mücâhid ise, buradaki çevrilmenin konusunun sûret olmayıp, kalp olduğunu, yani âyetin "onların kalpleri hiçbir öğüt ve nasihat dinlemeyecek bir biçime sokuldu" şeklinde anlaşılması gerektiğini söyler ve 62/Cum'a, 5 âyetinde olduğu gibi, burada da bir teşbihin bulunduğunu belirtir.



Bütün bu cezâ örneklerinde dikkatimizi çeken şey şudur: Cezalandırma fiili, Allah'ın emrindeki tabiat güçleri tarafından îfâ edilmektedir. Böylece bu dünyanın günahkâr insanları, tanığı oldukları tabiat unsurları ile çarpılmakta, onların günahkârlıklarına bu güçlerin de gizli bir başkaldırısı bizlere sezdirilmektedir.