Günah Olayı

Günah, kendisine takvâsı ve fücuru öğretilen insanın (91/Şems, 7-8) yanılması, unutması, dengesizliği, sapması; bir anlamda Din’in, yani Yaratıcının çizdiği çizginin dışına çıkması, İlâhî kuralları ihlâl etmesidir. İslâm, insanların dünya hayatlarını düzenlemek için Allah (c.c.) tarafından gönderilen İlahî sistemin adıdır. Bu sistemin insana yüklediği bazı görevlerin yanında, yapmamasını istediği bazı yasaklar da bulunmaktadır. Emredilen şeyleri yerine getirmek, yasaklanan şeylerden uzak kalmak; hem insanın iç dengesini kurar, hem toplum düzenini sağlar, hem de üzerinde yaşanılan evrenin bozulmasını önler. Günahlar yalnızca işleyene zarar vermekle kalmaz; çoğu zaman başkalarına ve yaşanılan ortama da zarar verir.    



Günahı ifade eden kavramları incelediğimiz zaman görürüz ki bunların çoğu inkârcıların, ya da müşriklerin ahlâkıdır, tutumudur ve inandıkları değerlerdir. Günah, öncelikli olarak inkârcılıktır, Allah’a karşı gelmedir. Kur’an, isyan eden insanların bu karşı geliş şekillerine ve onların ifade ettikleri yanlışlara göre çeşitli isimler kullanmaktadır. İman ettiği halde Rabbinin emirlerini yerine getirmeyen ya da yasaklanan bir şeyi yapanlar da günaha düşmüş olurlar. Ancak onların bu günahı, bir karşı gelme, bir isyan, bir inkâr, bir kibir, bir tuğyan, bir meydan okuma değildir. Bunun tam tersine bir teslim olunmuşluktan sonra unutma, yanılma, ihmal etme veya nefse ve şeytana geçici olarak kanmadır.



Günah işlemek, kısmen insanın fıtratında vardır. Aslında insan İslâm fıtratı üzerine dünyaya gelir. Ancak daha sonradan yetişme ortamına ve aldığı eğitime göre başka dinlere de inanabilir, müslüman da olabilir. Kimileri de hevâsına uyarak azgın, haddi aşmış bir bağî haline de gelebilir. İnsan, beşer olarak yaratılmıştır. Hak olanı da seçme, batıl olanı da seçme hürriyeti vardır. Sevap işler de yapabilir, günaha da düşebilir. İnsanın sorumlu olabilmesi için özgür olması gerekiyor. İnsanın itaat etme, Allah’a kulluk yapma görevi olduğu gibi, itaat etmeme, günah işleme hürriyeti de vardır. İyinin ve kötünün anlaşılması için, her ikisinin de ortada imkân dâhilinde olması gerekir. İyi ve güzel, bazen kendilerinin karşıtı olan kötü ve çirkinle tanınabilir.



İtaatin yüceliği, itaatsizliğin çirkinliği ve zararlarıyla daha iyi bilinir. İnsanlar itaat veya isyan noktasında serbest olmasalardı; Din göndermenin, o dine inanmanın, sorumluluğun ve faziletin bir değeri olmazdı. İnsan; iyi olanla yanlışı, hak olanla bâtılı, itaat ile isyanı, Cennet veya Cehennemden birini seçme ile karşı karşıyadır. Sonucuna katlanmak şartıyla dilediğini seçebilir. İnsanı yaratan, onu böyle bir özgürlükle baş başa bırakmıştır, ama onun yalnızca Kendisine kulluk yapmasını, kendi gönderdiği dine inanmasını ve kendisine karşı isyan etmemesini de istemiştir. Çünkü insanın yaratılıp yeryüzüne gönderilmesinin ve ona sayısız nimet verilmesinin sebebi yalnızca Allah’a kulluk yapıp O’nun sonsuz nimetlerini elde etmedir.



Doğumdan mahşere kadar bir tekâmül yolculuğunda olan insan; bu tekâmül seyrinde güçlüklerle, sınamalarla, mücâdele şartlarıyla, nimetlerle, zafer ve yenilgilerle, hüsran ve başarılarla karşılaşır. Günah işleme bu tekâmül seyrinde inanan kişinin hem deneme sebebidir, hem de imanını güçlendiren bir şeydir. Çünkü inanan kimse, ihmalinden veya yanılgıdan dolayı yaptığı hatayı ve suçu terkeder, Rabbine sığınır. Günahlar onun için bir hatırlatmadır, bir yenilenmedir, bir bilinçlenme aracıdır. Şu hadis bu konuda oldukça dikkat çekici bir gerçeğe işaret ediyor: “…Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah (c.c.) sizi toptan yok eder, günah işleyip tevbe eden bir topluluk yaratır, onlar istiğfar edince (af dileyince) Allah (c.c.) onları affederdi.” (Tirmizî, Cennet 2, hadis no: 2526, 5/672). Bu hadiste, günaha teşvik değil, insanın beşer olması dolaysıyla günah işleyebileceği gerçeğine bir işaret bulunmaktadır. Hadis aynı zamanda mü’minleri günah işledikten sonra tevbe etmeye, istiğfarda bulunmaya dâvet ediyor, Allah’ın tevbeleri kabul edeceğini haber veriyor. Demek ki bir insan için günah işlemekten çok günahtan vazgeçmemek, tevbe etmemek ciddi bir durumdur. Peygamberlerin dışında bütün insanlar hata yapabilir, günaha düşebilir. Allah katında en sevimli insan günaha düşmemeye çalışan ile günaha düştükten sonra hemen tevbe edip Rabbinin büyüklüğüne sığınandır (42/Şûrâ, 25; 2/Bakara, 222).



Halife olarak yaratılan (2/Bakara, 30) insan, ‘emâneti taşımakla yükümlüdür (33/ Ahzâb, 72). Emânetin gereğini yaparsa, ahsen-i takvîm (en güzel bir biçimde) yaratılan aslını korumuş olur, emâneti korumazsa bütün varlıkların en aşağısı olur, esfel-i sâfilîne düşer (95/Tîn, 4-6). İslâm’ın ‘günah’ konusunda kendine özgü prensipleri vardır. Her şeyden önce günah, İslâm'ın koyduğu sınırların dışına çıkma yanılgısı ve hatasıdır. Günah, yalnızca Allah’a karşı işlenen bir suçtur. Şüphesiz insan haklarını ya da toplum haklarını zedeleyen günahlar da, Allah’ın hükmüne aykırı olduğu için O’na karşı işlenmiş gibidir.



İslâm'a göre affedilmeyecek bir günah yoktur (4/Nisâ, 48; 39/Zümer, 53). "Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez" (4/Nisâ, 48) gibi ifâdeler, müşriklerin tevbe etmediği durumlar için söz konusudur. Şirk ve küfürden vazgeçip iman edenleri Allah (c.c.) elbette affeder. Günahta aşırı giderek nefislerine zulmedenlere bile "Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin"  buyurulmaktadır (39/Zümer, 53). Bazı ibâdetler, işlenen birtakım hatalar için, küçük günahlar için keffârettir, onların affolunmasına sebeptir. Ebû Hureyre’nin (r.a.) anlattığına göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Beş vakit namaz ve cuma namazı diğer cuma namazına, bir Ramazan diğer Ramazan’a keffârettirler. Arada büyük günah (kebâir) işlenmedikçe aralarındaki (küçük) günahları affettirirler.” (Müslim, Tahâret 14, hadis no: 233, 1/209; Tirmizî, Salât 160, hadis no: 214, 1/418) 



Kişi ve toplum haklarını zedeleyen günahları işleyenlere hem dinî, hukukî cezâ gerekir, hem zarar vermişlerse zarar ödetilir, hem de haklarına tecâvüz edilenden hak helâlliği -tabii eğer mümkünse- istenmesi gerekir. Günahlar aslında insana hem dinî cezâyı, hem de bedenî veya toplumsal cezâları kazandırır. Kişi günahı işlemekle kendine zarar verdiği gibi, günahın cinsine göre başkalarına da zarar verebilir. İçki içmek kişinin kendine zararlıdır ama sarhoş bir toplumun sağlıklı olduğunu kimse iddia edemez. Zinânın zührevî hastalıklara yol açtığı, insan, hayvan ve tabiat haklarına saldırının, açgözlülüğün, mal hırsının doğal dengeye zarar verdiği, dünyayı yaşanmaz hale getirdiği açıktır.



İslâm'a göre ‘eşyada asıl olan husus mubahlık-helâl olma’ durumudur. Dinen bir şey kesin delillerle haram kılınmamışsa o helâldir. Haram ve sakıncalı şeyler bir nevi az ve istisnâîdir. İnsan, suçlu olduğu isbat edilinceye kadar suçsuzdur, dürüstlüğü temel prensiptir. Suçlu veya günahkâr olmak istisnâdır. Fıkıhta bu ‘beraat-i zimmet asıldır’ şeklinde ifade edilir. İnsanın nefsinde, ailesinde, yaşadığı ortamda ve dünyanın genelinde bir bozukluk, huzursuzluk, bir fesat varsa; bunun sebebi insanların hatalarıdır, işledikleri günahlardır. Allah’ın koyduğu hükümler işte bütün bu birimlerdeki huzuru sağlamaktadır (30/Rûm, 41).



Günahların kişisel, toplumsal, psikolojik, sosyolojik ve hatta ekolojik zararları vardır. Günah işleme anlayışı; insanı çevreleyen her yerde kaosa, huzursuzluğa, felaketlere sebep olur. Günahlar, ilâhî bereketi azaltır, insandaki iyi duyguları köreltir, çirkinlikleri artırır, hakları ihlal eder, rezilliklere ve yıkımlara sebep olur, mü’min kalpleri karartır. Günahlar, insanları korkuya, şüpheciliğe, dengesizliğe, doymazlığa, utanmazlığa sürükler. Günah olayında ihmal ile inkâr farkını unutmamak gerekir. Bir insan mü’min olarak günahın haramlığını kabul ederek onu işlerse, tevbe ettiği zaman affedilmesi umulur. Ancak bir kimse Allah’ın emirlerini yerine getirdiği halde açık bir günahı inkâr ederek, ‘kabul etmiyorum, işime gelmiyor’ diyerek yaparsa tehlikeli olur. Böyle bir kimse çok amel işlese bile inkârı sebebiyle azabı hak eder. Çünkü bir bütün olan Allah’ın dininin bir parçasını aklınca beğenmiyor, inkâr ediyor. İnkâr ile, inandıktan sonra hatalı davranma ayrıdır.



İmanlı kimse hatasını anlar, Allah’ın karşısında boyun büker ve affına sığınır. İnkârcı ise Allah’ın yerine kendi nefsini ilâh olarak koymaktadır. Mü’min günahın açık olanından da gizli olanından da kaçınır, ihmalinden dolayı da günaha düşerse hemen Rabbine sığınır ve tevbe eder (4/Nisâ, 31; İbn Mâce, Zühd 30, hadis no: 4248-4249, 2/1419).[67]