İyi ki Gaybı Bilemiyoruz:

Gelecekle ilgili şeylerin bir kısmını önceden bilmek, insanı rahatsız eder. Peygamber bile olsa, insan için istikbalin kapılarının ardına kadar açılması bir nimet ve lütuf değildir. Allah, rahmetinden dolayı, bize zarar verecek, imtihan dünyası özelliğiyle de bağdaşmayacak bilgiler vermemiş, geleceği gayb perdesinde saklamıştır. O yüzden her taraftan gayblarla çevrili bir âlemde yaşıyor ve imtihan oluyoruz. Allah, nice hikmetlerden dolayı, bin geceden daha hayırlı olan Kadir gecesini Ramazan'da saklamıştır. Duânın kabul olduğu zamanı Cuma gününde gizlemiştir. Öleceğimiz zamanı ömür içinde ve kıyametin kopacağını dünyanın ömrü içinde bizim için gayb olacak şekilde saklamıştır. Çünkü bunları bilmemiz, bize fayda değil; zarar verecektir. İnsan, öleceği zamanı bilse, eceli belli olsa, hayâtının önemli bir kısmını "daha ölmeme çok var, nasıl olsa yakında  ölmeyeceğim!" diyerek gafletle geçirir, ibâdet bilinci içinde yaşamazdı. Eceli yaklaştıkça da bir idam mahkûmu gibi dehşet içinde yaşar, kalan hayâtı kendine zindan olurdu.  Ecelimizi  bilmememiz,  yani  bunun gayb olması, bizim dünya ve ahiret dengesini kurmamız açısından çok önemlidir. Hem ölmek, hem yaşamak mümkün olduğundan, dünya ve ahiret maslahatı bu gizliliktedir.  Böylece korku ve ümit arasında, belki yarın ölebilirim diye bir taraftan ahirete hazır olurken; belki daha ölmem diyerek dünyasını da ihmal etmeyip düzenlemeye gidebilecektir. Birini öbürüne feda etmeden denge içinde huzurla yaşayabilmek için ölüm zamanımızın gayb olması en güzeldir.



Gaybın perdeli oluşu, Allah'ın engin rahmetinin ve sayısız hikmetinin gereğidir. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler hayli çoktur. Meydana gelmeden önce, gelecekte başımıza gelecek olanları bilmek, bize acı verecek, elemin uzamasına sebep olacaktır. Bu yüzden ecelimiz gibi, başımıza gelecek musibetler de gayb olarak gizlenmiştir. Mesela, bir yıl sonra biricik çocuğunun öleceğini bilen bir anne ve babaya hayât zindan olur. Yıllar sonra başına gelecek bir felaketi bilmek, insanı mutlu etmez; tam aksine şimdiden huzursuz eder. Bu yüzden bazı şeyleri bilmememiz, bize faydalı olmayacak gayb sırlarına muttali olmamamız bizim için rahmettir.            



Kur'an-ı Kerim'de Hz. Adem'in yaratılışını anlatan âyetler "türâb (toprak)"[39] "tıyn (çamur, balçık)"[40] ve "hame-i mesnûn (kurumuş balçık)"[41] gibi kelimelerle, fizik âleme ait maddî yönüne; ona ruh üflendiğini ifâde eden âyetlerle[42] gayb âlemine ait yönüne dikkat çekerek insanı gayb ve şehadetin birleşimi olarak göstermektedir. Onun yaratılışındaki bu toprak ve ruh özelliğine çeşitli hadislerde de işaret edilmektedir.[43] Bu yaratılış özelliğinden dolayı, insan gaybla ilgili konulara büyük çapta merak sarar ve yaratılış sırrını çözmek ister. 



Kur'an'da insanla sürekli ilişki halinde olduğu belirtilen ikinci gaybî varlık meleklerdir. Melekler her an insanların yanı başında onların yaptıklarını kaydetmekte[44], onları tehlikelerden korumakta[45], mü'minlere mağfiret dilemekte[46] ve günü gelince ruhlarını kabzetmektedir.[47] Bu anlamda üçüncü gaybî varlık ise şeytandır. Şeytan insana vesvese vererek[48], düşmanlık yaparak[49], kötü şeyleri güzel göstererek[50] meleklerin aksine kişiyi olumsuz yönde etkilemeye çalışmaktadır. Kur'an-ı Kerim, diğer bir gaybî varlık olan cinlerin hem varlığını, hem de insanlarla temasını, melek ve şeytan kadar sık olmasa da vurgulamaktadır.[51]



Kur'an-ı Kerim, gayba inananlara mü'min; gayba inanmayanlara ise kâfir demektedir. Kur'an'a göre bu ikinciler gaybdan kendilerine yönelen yaratma, murakabe, yanıltma gibi mekanizmalardan habersiz oldukları için, her şeyi dünya âlemi ve fizikî çevre ile sınırlı görürler. Halbuki Kur'an'ın gayb telakkisi insanın dünya hayâtı ve ahlak anlayışıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu dünyada yapılan her işin gaybî âlemin bir bölümünü oluşturan ahiretle çok yakın münâsebeti vardır. Mü'min, ahiret sorumluluğuna ve gaybî murakabeye inanır, davranışlarını da buna göre düzenlerse İslâm'ın öngördüğü ahlakî seviyeye, takvâya ulaşır.      



Heva ve heveslerini ilah edinen kitleler, "insanın dışında, insanı aşan herhangi bir hakikat yoktur" sloganını, sık sık tekrarlarlar. Bununla hem vahyi, hem gaybı inkâr etme gayretindedirler. Bütün beşerî ideolojilerde vahyi ve gaybı inkâr hastalığına rastlamak mümkündür. Esasen dinle beşerî ideolojilerin arasındaki temel fark, bu noktada yoğunlaşmaktadır. Kelime-i şehadeti ikrar ve tasdik eden bir insan; Allahu Teâlâ'nın kitabında ve Rasûlüllah'ın sahih sünnetinde yer alan her hükmün mutlak hakikat olduğunu tasdik etmiş demektir. Zira bu sebeple "müslüman" (Allah'a teslim olan) vasfını elde eder. Unutulmamalıdır ki; gayba iman etmek, mü'minlerin temel vasıflarından birisidir.[52]