Gaybın Bilinip Bilinememesi:

Kur'an'da gaybı sadece Allah'ın bildiği ifâde edilmektedir.



“De ki: ‘Ben size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilirim demiyorum.” (En’am, 50)



"Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez." (En'âm: 6/59)



"De ki: Gayb ancak Allah'ındır." (Yûnus: 10/20)



"Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah'a aittir." (Hûd: 11/123)



"Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir." (Nahl: 16/77)



"Göklerin ve yerin gaybı (gizli bilgisi) O'na (Allah'a) aittir." (Kehf: 18/26)



"De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez." (Neml: 27/65)



"Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Fâtır: 35/38)



"Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir." (Hucurât: 49/18)



Gaybı, sadece Allah'ın bildiği konusuyla ilgili hadis-i şerifler de vardır.[21]



Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:



“Kim bir arrâfa veya kâhine gider, gaybdan verdiği haberi tasdik ederse; şüphesiz ki o Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilmiş vahyi inkâr etmiştir.”[22]



Peygamberler, gayb konusunda özel bir konumdadır. Kendilerine gelen vahy, gaybla ilgili bir olaydır. Vahyi getiren Cebrail, bir melektir ve gaybdan gelmektedir. Peygamberler gayb âleminin yol göstericileridir. Toplumları gayba ve fizikötesine iman ve itikada davet için gönderildiler. Peygamberler, toplum ve gayb arasındaki ilişkiyi de sağladılar; toplum ve gayb âlemini birbirine bitiştiren bir halka oldular. Bazı âyetlerde, Allah'ın dilediği kullarını gayb hakkında bilgilendirdiği ifâde edilmektedir:  



"Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder." (Âl-i İmran: 3/179)



"O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır." (Cin: 72/26-27)



Bu bağlamda Hz. İbrahim'e yer ve göklerin melekûtunun gösterildiği[23], Hz. Yusuf'a rüya tabir etme ilminin ve kavminin yiyeceği yemekleri önceden bilme yeteneğinin verildiği[24], Hz. İsa'nın, İsrailoğulları'nın evlerinde ne yiyip neleri biriktirdiklerine vâkıf olup bunları kendilerine haber verdiği[25] belirtilmektedir.



Fakat, peygamberler de beşerdir, bizim gibi insanlardır. Beşer oldukları için de kendiliklerinden gaybı bilemezler. Tüm peygamberler gibi Peygamberimiz'in de kendiliğinden gaybı bilmesi söz konusu değildir. Allah, peygamberlerine gaybdan bazı bilgiler verirdi. Peygamberimiz'in, bir kısım gaybî sırlara sahip olduğu gerçektir ama, her şeyi biliyordu, gayba tümüyle vâkıftı demek yanlıştır. Başta Hz. Aişe olmak üzere sahabilerin çoğuna göre Hz. Peygamberimiz gelecek hakkında bilgi sahibi değildi. O gaybı bilmez.[26] İbn Abbâs der ki: "Yüce Allah, peygamberlere gaybdan vahyi bildirmiş ve gaybından olan şeyleri onlara vahyetmek ve indirdiği hükümleri sûretiyle onları vahyettiği kadarıyla gayba muttali kılmıştır. Gaybı Allah'tan başkası bilemez.[27]



Peygamberimiz şöyle buyurdular:



"Ben de ancak fâni bir insanım (beşerim). Siz bana birçok davalar getiriyorsunuz. Sizlerden biri, diğer tarafa nazaran beni ikna etmede daha kabiliyetli ve muktedir olabilir (meselesini daha beliğ olarak savunabilir). Ben de ondan işittiğime (ve delillere) göre hüküm veririm. Bununla bir kimseye, hakikaten din kardeşine ait bir şeyi verecek olursam, o kimse (bunu) asla almasın. Zira benim ona o şekilde vermiş olduğum şey, ancak ateşten bir parçadır. Dilerse o ateşi alsın, dilerse bıraksın."[28]



Dikkat edilirse Rasûl-i Ekrem, getirilen delillerin esas alınmasını ve ona göre hüküm verilmesini tavsiye etmiştir. Ayrıca "ben gaybı bilirim ve mutlaka her hakkı, hak sahibine veririm" dememiştir. Günümüzde bazı medyum, hoca veya şeyhlerin gaybı bildiğini ve ona göre davrandığını iddia edenlere dikkat edilmelidir.



Kurtubî de şu açıklamaları yapmaktadır: "Allah, peygamberi gaybından dilediğine muttali kılar. Çünkü peygamberler, mûcizelerle teyid edilmişlerdir. İşte gayb olan bazı şeyleri bildirmeleri de bunlardandır. Hz. İsa'nın bazı kimselere evlerinde neleri sakladıklarına dair haber vermesi gibi. Yüce Allah, peygamberlerden razı olduğu kimseleri istisna etti. Onlara vahyetmek sûretiyle gaybından dilediğini onlara öğretti. Bunu onlara bir mûcize ve peygamberliklerine  dair doğru bir delalet olarak vermiştir. Müneccim ve benzeri kimseler olan falcılar ve gayba dair haber verdiklerini iddia eden kimseler ise, Allah'ın beğenip seçtiği peygamberlerden değildir. Aksine bunlar, sezgi, tahmin ve yalanlarıyla Allah'a karşı yalan söyleyip iftiralarda bulunan kâfirlerdir.[29]



Buna göre, beşerin bilgi edinebilme sınırları içerisine girmeyen, insanın bilgi elde etme yollarıyla bilinemeyen bilgilere, yani ona dair bilgiyi Yüce Allah'ın tamamıyla kendisine tahsis ettiği ve ancak dilediği kadarını dilediği peygamberine bildirdiği "gayb bilgisi"ne sahip olduğunu iddia etmek, kişinin kâfir olmasına sebeptir. 



Gayb, iki kısımda değerlendirilir: a- Mutlak gayb,  b- İzâfî (göreceli) gayb. Mutlak gayb, yalnız Allah'ın bildiği gaybdır. Gaybın bu çeşidini Allah, başkasına bildirmemiştir. İzâfî gayb ise, bazılarına göre gayb iken, bazılarına gayb sayılmayandır. Mesela, kişinin içinden geçen duygular, kalbindeki manalar, kendisine malum olduğu, gayb olmadığı halde, başkası için mechul olduğundan gaybdır. Dağın eteğinde olan bir kimse için, dağın ardı gaybdır. Ama uçaktan bakan kimse için, dağın hiçbir yanı gayb değildir. Gayb ile idrak ve duyularımız arasında engel ve duvarlar, maddi perdeler yoktur. Gayb, gaybın varlığı, gizliliğin var oluşu, idrak ve duyularımızın gücü ile ilgilidir.[30]



Duyularımızın ve idrakimizin belirli kapasiteleri vardır. Mesela mikropları göremediğimiz gibi, radyonun rahatlıkla aldığı sesleri de çıplak kulağımızla duyamıyoruz. Bu yüzden gayb, bizim idrak ve duyularımızın sınırlı olması yönünden gaybtır. Allah için gayb diye bir şey sözkonusu değildir.



Kur'an-ı Kerim, mutlak gaybın bilinmesini sadece Allah'a tahsis etmek sûretiyle bu husustaki cahiliyye inancını reddetmektedir. Kur'an, gaybı bilme özelliğini Allah'a âit bir kemal sıfatı olarak göstermektedir.[31] Yalnız Allah'a ait olan gaybı bilmenin, diğer yaratıklardan birine tahsis edilmesini Kur'an tevhide aykırı bulmaktadır. Gayb kapılarını zorlama denemeleri olan fal, kehanet vb. yollara başvurmayı yasaklamaktadır. Allah'ın dilediklerini muttali kılacağı gayb alanına ait bilgi edinme yollarının vahiyden ibâret bulunduğu, böyle bir bildirim olmadan gaybı bilmenin mümkün olamayacağı vurgulanmaktadır. Allah ve bildirdiği kadarıyla Rasûlüllah dışında hiç kimsenin mutlak gayb olan âlemle ilgili şeyler bilmesi mümkün değildir. Sihirbazların, büyücü, medyum ve onların yardımcıları olan cin ve şeytanların gaybı bilmesi mümkün değildir. Kur'an onlar için kulak hırsızları[32] der.



Yüce Allah, birçok âyetinde gayb ilminin kendine has olduğunu belirtmiştir. Allah tarafından, bilgisi kendisine has olduğu açıkça belirtilen gayb bilgisini bilmek iddiasında bulunanlar kâfir olurlar. Deney yoluyla bilinebîlen hususlarda bir takım emare ve sebeplere istinaden meydana gelecek hallere dair kanaat belirtip tahminlerde bulunmak ise, kişiyi küfre götürmediği gibi, fâsık da yapmaz. Ancak gelecekte kazanacaklarına dair iddialarda bulunmanın, genel ve özel anlamda gelecekte meydana gelecek olayları haber vermenin ise küfür olacağında şüphe yoktur. Yine, kehanet yoluyla ya da arraflık, medyumluk ile gayb bilgisi iddiasında bulunmak da aynı hükümdedir. Arraf ve kâhin  gaybı bilmek iddiasında bulunan kimselerdir. Bu gibi kimselere gidip gayba dair bilgiler soranların, Muhammed (s.a.s.)'e indirilenleri yalanlamış olacaklarını açıkça belirten ve onlara gitmeyi yasaklayan pek çok hadis vardır.[33]



Bu arada kâinatta cereyan eden birtakım olayların meydana gelmesini, başka bazı olayların etkisiyle meydana  geldiğini ileri sürerek, onları Allah'ın yaratma ve takdiri dışında kalan sebeplerle meydana geldiklerini söylemek de aynı şekilde küfür ve inkârdır. Nitekim Peygamber (s.a.s.)'in Hudeybiye'de bir sabah namazını kıldırdıktan sonra, yağmur yağışını Allah'ın lütuf ve rahmetine değil de; belli bir yıldızın belli bir burca girmesine bağlı olarak kabul edenlerin kâfir olduklarını belirten hadis-i şerifi bu konuda açık deliller arasındadır.[34]



Kurtubî'nin naklettiğine göre, Hz. Ali, Hâricîler üzerine yürümek istediğinde, birisi bu vakitte çıkmamasını ve filân yıldızın doğmasını beklemesini tavsiye etmiş, dediği vakitte yola koyulacak olursa zaferi kazanacağını belirtmiş. Ancak Hz. Ali, ona kesin bir şekilde şöyle cevap vermiş: Muhammed (s.a.s.)'in müneccimi yoktu. Ondan sonra benim de olmayacaktır. Senin bu söylediğin sözün doğru olduğunu kabul eden bir kimsenin, Allah'a şirk koşmuş bir kimse gibi olmayacağından emin değilim. Bundan dolayı biz seni hem yalanlıyor, hem de sana muhalefet ederek, bize gitmemeyi söylediğin saatte yola çıkacağız. Daha sonra Hz. Ali, beraberindekilere yönelerek şunları söyler: "Ey insanlar, yıldızlarla ilgili olarak karanın ve denizin karanlıklarında yol alabilecek kadarından fazlasını öğrenmeyiniz. Şunu biliniz ki müneccim (yıldızlara bakarak geleceğe dair haber veren), sihirbaz gibidir. Sihirbaz da kâfir gibidir. Kâfir de cehennemdedir." (Daha sonra, kendisine bu saatte yola çıkmamasını söyleyene yönelerek:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer senin yıldızlara bakıp ona göre amel ettiğine dair bir haber ulaşırsa, ben ve sen, hayâtta kaldığımız sürece hapisten çıkartmam. Yönetici kaldığım sürece (mücahid mü'minlere verilen ve devlet hazinesindeki hakları olan) maaşını keserim." Daha sonra Hz. Ali, o adamın çıkmamasını istediği saatte yola koyulur ve Haricilere karşı muzaffer olur. Bu olay, Nehrevan Olayı diye bilinir.[35]



Zaman ve mekân engeli veya yaratılış özellikleri açısından sınırlı bir varlık olan insan, gayb denilen alanla her an karşı karşıyadır. Mutlak gayb, hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olunmayan ve vahy yoluyla sadece peygamberlere bildirilen gayb olmak üzere iki kısımdır. İzâfî gayb da fizikî âlemle ilgili ve fizik ötesi olmak üzere ikiye ayrılabilir. İnsanların kısmen de olsa bilgi sahibi olabildiği bu alan, hiçbir zaman sadece Allah'a mahsus mutlak gayb sınırlarını zorlamaz. Esasen bir kimse bir şey hakkında bilgi sahibi olabiliyorsa, söz konusu husus onun için şehadet konumundadır. Bu açıdan izâfî gayba "izâfî şehadet" demek de mümkündür. Gayb ile şehadetin kesişip iç içe girdiği kavşak noktası varlığı olarak nitelenebîlecek bir varlık yapısına sahip bulunan insanda akıl, ruh ve gönül gibi adlarla anılan bazı fizik ötesi boyutlar bulunmaktadır. Kur'an, âlemde insan tarafından müşahede edilen her şeyin görünen yönünün, bilinen fonksiyonunun ötesinde görünmeyen ve bilinmeyen bir metafizik cephesinin de bulunduğunu haber vermektedir.[36] Duyulur âlemde gerçekleştiği halde; zaman, mekân ve duyuların yetersizliği gibi sebeplerle insanın bilgi sahibi olamadığı varlık alanları da mevcuttur. [37]