Kur'an'da Gayb:

 



Gayb kelimesi, Kur'an'da altmış yerde geçer. Kur'an'da gayb kelimesi, Allah'a nisbet edildiği yerlerde sadece Allah tarafından bilinebîlen mutlak gaybı, "âlimu'l-gayb, âlimu'l-gaybi ve'ş-şehâdeh, allâmu'l-ğuyûb, âlimu ğaybi's-semâvâti ve'l-arz" tarzındaki kullanımlarda insanların mevcut şartlar açısından bilemedikleri  her  şeyi  ifâde  eder. "Enbâu'l-ğayb"  terkibinde  ise,  geçmişte  yaşanan  ve  ibret alınmak üzere nakledilen tarihî olayları ifâde eder.



Kur'an'da zaman açısından; geçmiş, hal ve gelecek olmak üzere üç kategoriye ayrılabilen birçok gaybî habere yer verilmektedir. Bunlardan uzak maziye ait olan ve bizzat Kur'an tarafından "gayb haberi" olarak nitelendirilenlere Hz. Adem, Nuh, Yusuf ve Meryem'e dair bilgilerler, Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve Hızır kıssaları örnek gösterilebilir.[9] Mekke'nin fethi hazırlıklarının müşriklere bildirilmek istendiğini haber veren[10], Benî Mustalik kabilesinin zekatının toplanmasını konu edinen ve ayrıca ifk hadisesinin iç yüzünü açıklayan âyetler[11], Kur'an'ın o dönemde bildirdiği hâlihazırla ilgili gaybî haberler arasındadır. Bizanslılar'ın Mecusi İranlılar karşısında yakın bir gelecekte galibiyet elde edeceğini bildiren[12], Mekke'nin fethini[13] ve İslâm'ın parlak istikbalini müjdeleyen[14] âyetler de Kur'an'ın geleceğe dair gayb haberlerindendir. 



Bu kullanılışlar ışığında Kur'an'da gayb kelimesinin belirttiği hususları; geçmiş tarihî olaylar, gizli ve sır olan şeyler, bir şeyin veya olayın iç yüzü, fizik dünyada başkalarınca görülemeyen nesneler, görülmeyen ve bilinmeyen her şey, ayrıca Allah, melek, ahiret, cin şeklinde özetlemek mümkündür.



Genellikle insanın bilgiye ulaşmak için kullandığı duyuların ve zihnî fonksiyonların aracılığıyla bilinemeyen bir olgu olarak algılanan gayb kavramı, Kur'an'da fizik ötesi âlemin varlıklarını belirtmesi yanında, fizik âleminin insan bilgisi dışında kalan uzantısını ifâde etmek için de kullanılmıştır. Buna göre fizik ötesi âlem için  "gaybî varlık"; fizik dünyasında vuku bulmakla birlikte çeşitli sebepler yüzünden duyularla algılanamayan olaylar için de "gaybî haber"  tabirlerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. 



Muttakî insanlar Allah'ı, melekleri, cenneti, cehennemi görmeden inanırlar. Bugün müslümanlar, Peygamber Efendimiz'i de görmeden inanıyorlar. Onun içindir ki, Efendimiz: "Beni görüp bana iman edene müjdeler olsun. Beni görmediği halde bana iman edene yedi kere müjdeler olsun."  buyurmuştur.[15] Gayba inanan mü'min, kendisi Allah'ı görmese de, Allah'ın kendisini gördüğüne inandığından bütün hareketlerini kontrol eder.



Muttakî müslüman, ahirette cezalandırılmayayım diye Allah'ın haram sınırlarına yaklaşmaz. Günümüzde "ben görmediğime, laboratuarda incelemediğime inanmam" diyenler, yeni bir söz söylemiş sayılmazlar. Çünkü "bu güneşin altında söylenmedik söz kalmadı." Çağdaş imansızlar gibi, Musa (a.s.)'nın kavminden bir kısmı "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız." demişlerdi (Bakara: 2/55). Çölde söylenen bu sözü, bugünkü kâfir, laboratuardan söylüyor. Gözümüzün bir sınırı var. Bu göz Allah'ı görseydi, Allah'ın gücü ve büyüklüğü sınırlı olurdu.



Bu gözler, gördüğünü emri altına alıyor. Yüce dağları deliyor. Denizin derinliklerinden en değerli inci mercanları çıkarıyor. Gözlerimiz Allah'ı görecek şekilde yaratılmamıştır. O'nun yarattıklarından ilmini, kudretini, san'atını, rahmetini görüyor ve O'na iman ediyoruz.[16]



Mü'minler, gayb'ı bilmeseler de ona inanırlar; hakikatin ve Hakk'ın varlığını ve tekliğini kabul ederler. Çünkü, gaybı, hakikati bildiren Allah'tır. O, insanların nefislerinde ve dışlarında Kendini tanıtıcı âyetlerini sergilemektedir. Mü'minler, görmeseler de, bilmeseler de, gayba inanırlar.[17] Hakikatin, duyularıyla algıladıklarında değil; görünenlerin gerisinde yattığını kabul ederler. Âlem-i şehadeti tek âlem, dolayısıyla dünya hayâtını da tek hayât kabul etmezler; bu hayâtın ötesinde şimdilik gayb da olsa,  varlığından  kuşku  duyulmayan  bir  başka hayâtın, yani ahiretin varlığına içten inanırlar.[18] Görmeden, ama var olduğunu bilerek Rahman'dan korkarlar.



"O takvâ sahipleri ki, onlar, görmedikleri halde Rablerine huşu içinde candan saygı  gösterir ve korkarlar." (Enbiyâ: 21/49)



Bakara sûresinin üçüncü âyetinde, müttakîlerin ilk özelliğinin gayba iman olduğu belirtilir. "O müttakîler ki, gayba iman ederler" yahut, gıyaben (görmeden) iman ederler. Diğer bir tabirle onlar, gözle değil; kalple iman ederler. İman etmek için, önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar. Gözlerinin önünde bulunan bugünkü ve şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar. Duyu ötesini, kalbi ve kalple ilgili şeyleri tanırlar. İşlerin başı, görülende değil; ruh, akıl, kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekâna bağlı olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır. Müttakîler, gayba inanırlar; çünkü onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, anlayış kabiliyetleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır. Görünen ve hissedilen şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne, önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle görüleni ayırt ederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler. Varlık ve yokluk içinde gaybdan görünürlüğe, görünürlükten gayba gelip, geçip giden ve hissedilen olayların satırları altındaki gayba ait manaları sezerler.



Hakikat, akılla, basiretle, kalp gözüyle görülebilir; dış görünüşü ile değil. Kuvvet görünmez deriz. Halbuki kuvvetin eseri görülmektedir. Aslında görünen de kuvvetten ibârettir. Gelecek zaman bugün görünmez, yarın görünür. Yani, bizce gayb, görülemeyen demek değil; görülmeyen demektir. Bugünün akla uygun olanı, yarının hissedileni olabilir. Biz, delilsiz olan gayba değil; delili olan akla uygun gayba iman ediyoruz. Delilimiz; aklımız, nefsimiz, kalbimiz, kâinat kitabı ve Allah'ın kitabı. Şu halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin gerçeğini inkâr etmeyiz. Şimdiki halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve gelecek, başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var. Şu halde, kendini korumak (takvâ sahibi olmak) isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha önce onların arkasındaki gayba ve gayb ile görülenlerin hepsinin kaynağına, mutlak kefiline, yani âlemlerin Rabbına iman ederler.[19]



İman esaslarının tümü gaybdır. Gayba iman, bir üstünlüktür. Gayba inanan mü'min, maddenin dar kalıpları içinde haps olmaktan kurtulabilmiş, mânevî hayâtın güzelliklerini şehadet âlemi denen bu dünyada tatmaya başlamıştır. Hem insan, hem evren Allah'ın âyetleridir. Küçük evren olan insanla âlem arasında büyük benzerlikler vardır. İnsanın beden ve ruhtan meydana geldiği gibi; evren de fizik ve metafizik boyutludur. İnsanda manevî, ruhî özellikler olduğu gibi; içinde yaşadığımız evrende de manevi varlıklar, melekler ve cinler gibi madde ötesi yaratıklar vardır. Aklıyla ve ruhî özellikleriyle değil; sadece gözleriyle düşünüp karar verebilen materyalistler, gözle göremedikleri canlılara ve gayb âlemine inanmazlar. Halbuki kendilerinde maddî olmayan ruh, akıl, sevgi, nefret gibi nice özelliklerin varlığını kabul etmektedirler. Gözüyle görmediğinin varlığına inanmadığını söyleyen bu insanların, bu sözlerinde samimi olmadıkları görülmektedir.               



Varlıklar, görülen ve görülmeyen olmak üzere ikiye ayrılır. İçinde yaşadığımız şu dünyaya, elle tutup gözle gördüğümüz âleme şehadet âlemi diyoruz. Melekûta, beş duyumuzla şahit olamadığımız duyular ötesi âleme de gayb âlemi ismi veriyoruz. İnsan, kendi açısından şehadet âleminde yaşarken, aynı zamanda bir yönüyle de gayb âleminde dolaşmaktadır. Bedenimiz şehadet âlemindeki olayların önemli bir kesimine şahit olurken, ruhumuz gayb âleminin gizli dünyasında gezintiler yapmaktadır. İnsan, bedeni ve duyularıyla fizik dünyada yaşıyor. Ruhu, aklı, hayâli, rüyası, önsezisi gibi manevi özellikleriyle gayb dünyasının kapısının aralığından gelen sızıntılara da yabancı kalmıyor. [20]