Aklın İşleyişi:

        



Kur’an, “Bu örnekleri biz insanlar için vermekteyiz. Ancak alimlerden başkası akletmez” (Ankebût: 29/43) demektedir. Bu demektir ki âyetler üzerinde düşünüp, onların ötesindeki gerçeği ancak ilim sahibi olanlar anlayabilir. Bu konuda aklını kullananlar bilgiye ulaşmış kimselerdir. Akletmek, etkilenenden etkileyene (eserden müessire), görülebilen veya hissedilebilen bir etkilenenden, görünmeyen, duyu organlarıyla henüz hissedilmeyen etkileyici şeye ulaşmaktır. Söz gelimi, balın tadı arının varlığını, arının bir çiçeğin üzerinde uçuşu balı akla getirir. Birinden diğerine geçerek onu düşünmek, aklın işidir.



Akıl bu anlamda üç çeşit faaliyet yapabilir:



Parçadan parçaya varmak şeklinde (kıyas),



Parçadan bütüne varmak şeklinde (tüme varım),



Bütünden parçaya varmak şeklinde (tümden gelim).



Bir gerçeğe varabilmek için âyetler, işaretler, deneyler ve eserler (izler) aklın üzerinde yürüdüğü yoldur. Akıl bunlardan geçerek, bunların ifade ettiği gerçeğe ulaşır. Örneğin, çevresindeki olağanüstü biçimde yaratılan varlıklardan ve onlara ait özelliklerden hareketle bir Yaratıcının varlığına ulaşmak, aklın yukarıdaki tüme varım metodunu kullanmasıdır.



‘Akıl’, çevremizdeki her şeyin (eşyanın) özelliklerini tanıyan, idrak eden bir kabiliyettir. O insana verilmiş bir manevi kuvvettir. Bir başka deyişle o insana verilmiş bir nur'dur, yani ışıktır. Bu ışık sayesinde insan, çevresinde bulunan şeylerden haberli olur, faydalı şeyleri anlar, zararını idrak eder, bilgileri kalpte korur. İnsan bu manevi güçle gerekli teorik bilgileri elde eder. Akıl gücü insana doğuştan verilen bir yetenektir. Kişi ergenlik çağına ulaşınca bu güç olgunlaşır. Şüphesiz ki akıl gücü insanlarda eşit değildir, farklı farklıdır.



Kimileri bu akıl gücünü ve yeteneğini iyi yolda kullanmazlar. Özellikle, evrendeki yaratıklara bakıp, Yaratıcıyı idrak etmezler. Ya da O’nun huzurundaki konumlarını, insan olarak durumlarını düşünmezler, akıllarını kullanıp kendilerine faydalı olacak ve onları kurtaracak işleri yapmazlar.



Kur’an böylelerini şu örnekle anlatıyor:



“Küfre sapanların örneği çağırma ve bağırmadan başka bir şeyi duymayıp haykıran bir kimsenin örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdirmezler.” (Bakara: 2/171)



Aklını gereği gibi kullanmayanlar, sağır, dilsiz ve kör gibidirIer. Gerceği duymazlar, dilleriyle ikrar etmezler (dile getirmezler), gözleriyle görüp anlamazlar. Onların akılları bu noktada hiç bir işe yaramamaktadır.



“Gerçek şu ki, Allah katında, yerde hareket edenlerin en şerlisi (kötüsü) akıl erdirmez sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal: 8/22) 



İnkârcılar, akıl ni’metine rağmen Allah’ı ve O’nun gönderdiği gerekleri anlamıyorsalar, akletmiyorsalar; onlar sağır ve dilsizdirler. Aklını kullanmayıp ta inkâr, isyan ve sapıklık üzere devam edenlere azaptan başka bir şey yoktur.[625]  Cehennem azabından kurtuluş yolu da akletmek, aklı kullanmak ve Vahy ile gelen gerçeğe teslim olup Allah’a kulluk yapmaktır.[626]



‘Akıl’, eşyadaki düzeni anlama gücüne sahip olduğu gibi, ilâhí gerçekleri de anlama, sezme, onların üzerinde düşünüp yorum yapma, onların hikmetini idrak etme gücüne de sahiptir. Zaten aklın birinci görevi de budur.



“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün peşpeşe gelişinde,  gemilerin denizde yüzmesinde, yağmurun yağmasında, canlıların üreyip çoğalmasında, bulutların hareketlerinde aklını kullananlar için âyetler vardır.” (Bakara: 2/164)



Bu âyetlere bakan akıllı insanlar onları etkileyen Yüce Kuvvet’i idrak ederler.



Görüldüğü gibi Kur’an bütün insanları akletmeye, aklı gereği gibi ve yerinde kullanmaya davet ediyor.  Türkçe’deki deyimle ‘aklını başına alanlar’ hayatın sırlarını çözerler, varlığın ve onun ardından gelen ölümün arkasındaki  gerceği görürler. Kendilerine faydalı olan şeyleri tercih ederler, zararlı olanlardan kaçınırlar.



Kur’an, mü’minler için bazı hükümleri sıraladıktan sonra; “İşte  Allah, size âyetlerini böyle açıklar; umulur ki akıl erdirirsiniz” (Bakara: 2/242) buyuruyor. Demek ki mü’minler de akıllarını kullanıp Allah’ın koyduğu hükümlerin hikmetini anlamak ve hükümleri yerine getirmekle görevlidirler.



Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki: 



“Hiç kimse kendisini hidayete götürecek ya da tehlikeden alıkoyacak akıldan daha faziletli bir şey kazanmamıştır.”[627]



“Akıllı kimse, nefsini kontrol altına alıp ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan, aciz insan da nefsini hevasına (istek ve tutkularına) uyup ta Allah’tan (olmayacak şeyleri) temenni eden kimsedir.”[628]



Bilindiği gibi İslâma göre, ancak akıllı insanlar Allah’ın tekliflerinden sorumludurlar. Bir çocuğun mükellef (yükümlü) olma yaşı da akıllı olma ve ergenlik çağına ulaşma zamanıdır. Çocuklar ve deliler İslâmın hükümlerinden sorumlu değillerdir.



Allah’ın teklifleri (dinin emir ve yasakları) ancak akılla idrak edilir. Akıl, bu tekliflerin sebebini, hikmetini, yerine getirildiği zaman faydasını, yerine getirilmediği zaman zararını anlayabilir. İslâm akıllı insanlara hitap ediyor ve insanlara akıllarını kullanmalarını emrediyor.



İslâm akla bu kadar önem verirken, onu hiç bir zaman son karar yeri, bilginin, fayda-zararın son hakemi yapmamıştır. İslâmí hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar ama, onların sebebini, niçin  emrediklerini tam bilemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak fayadayı ve eşyadaki nihai amacı akıl bilemez. Yani akıl her konuda son hakem değildir. Yukarıda geçtiği gibi, insana doğru yolu gösterecek akıl en büyük kazançtır. Ancak sahibini şirkten ve inkârdan; ölümden sonra da ateşten kurtaramayan akıl, iyi çalışan bir akıl değildir.



Akla nakil, yani Kur’an ve vahyin açıklaması olan Sünnet yön verirse isabetli karar alır. İslâm, aklı son hakem sayan bütün pozitivizt düşünceleri ve felsefeleri reddeder. Hevanın  (aşırı isteklerin) güdümündeki akıllar doğru hükme, hikmete ve hidayete ulaşamazlar. [629] 



Bütün mertebeleriyle Allah vergisi olan akıl, çalışma ile kazanılmış olmadığı için, bunda çalışma ve insan iradesi sebep değilse de, bunda Allah’ın lutfu ile sahip olduğumuz hissemiz ölçüsünde, düşünen akıl ve bu konudaki uzun tecrübeden elde edilen, alışkanlığa bağlı tahmin kabiliyeti çalışıp kazanmaya bağlı olduğundan, Kur’an’da Allah, bütün insanları bu yola iletip sevketmek için “Düşünüp aklını kullanan bir topluluk için elbette deliller vardır.” (Bakara: 2/164) buyurmuş ve akıl olmayınca doğrudan doğruya hislerde etkisini icrâ edecek olan mucizelerin, yani âyet ve delillerin büyük bir faydası olmayacağını anlatmıştır.[630]  


AKIL
A harfi