Fıskın Sembol Tipleri

    



Fısk davranışları belirten ayetler, bu illete yakalanan sembol tipleri de gösterir.



a- İblis / Şeytan: Yüce Allah'ın, "Adem'e secde edin" emrini, büyüklenerek ve ateşten yaratıldığını öne sürerek dinlemeyen İblis, fıskın (yoldan çıkmanın) da ilk sembol tipi olmuştur (18/Kehf, 50).



b- Nuh Kavmi: Bugünkü Irak topraklarında yaşamış olan Nuh kavmi, peygamberi dinlemeyerek fıskın/yoldan çıkmanın sembolü olmuş, bu yüzden de cezalandırılmıştır (51/Zâriyât, 46).



c- Lût Kavmi: Çirkin işler yapan Lût (Sodom) kavmi de, fâsık / yoldan çıkmış kötü bir kavimdi, bunun cezasını da gördüler (21/Enbiyâ, 74-75; 29/Ankebut, 54-55).



d- Firavun ve Yandaşları: Firavun, mele'si (yandaşları) ve kendilerini küçümsemesine rağmen Firavun'a itaat eden kavmi, Hz. Musa'ya inanmayan, fâsık (yoldan çıkmış) bir topluluktu. Bu yüzden Allah'ın öfkesini çektiler ve hepsi suda boğuldular (27/Neml, 12; 28/Kasas, 32; 43/Zuhruf, 54-55).



e- Yahudiler ve Hıristiyanlar: Yahudilerin fısk davranışları on kadar ayette ele alınmıştır. Kendilerine söylenmiş sözü başkasıyla değiştiren zâlim yahudiler, fıskları sebebiyle gökten azaba uğradı (2/Bakara, 59). Onların pek çoğu fâsık olduğu gibi, yine pek çoğunda ahde bağlılık da yoktur (7/A'râf, 102). Cumartesi yasağını çiğneyerek, bu günlerde balık avlıyorlardı (7/A'râf, 163) ve yine yahudilerin diğer fısklarıyla ilgili bkz. 5/Mâide, 24-26, 49, 59, 80-81.



Hıristiyanların da pek çoğu fısk illetine bulaşmıştır. "Kitap ehli inanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu. İçlerinde iman eden olmakla beraber, pek çoğu fâsıktır (yoldan çıkmıştır)." (3/Âl-i İmran, 110) Mü'minlerin kendilerine benzememeleri gereken kalpleri katılaşan ehl-i kitabın çoğu fâsıktır (57/Hadîd, 16; 27). (10)



İslam hukukçuları fıskı ahlakî ve dinî boyutundan çok, hukukî yönüyle ele almış ve kişilere fısk isnadının yapılabilmesi için mümkün olduğunca dışa akseden davranışları ölçü alan objektif kriterler belirlemeye çalışmışlardır. Fısk, adalet kavramının karşıtı olarak "kişinin büyük günahları işlemesi, küçük günahları işlemekte ısrar etmesi veya farzları terketmesi, haramları işlemesi, kötü davranışlarının iyi davranışlarından çok olması" şeklinde zahirî bir vasıf olarak tanımlanmaya çalışılmıştır.



Fıskın devlet başkanlığı görevini üstlenmeye veya devam ettirmeye engel olup olmadığı hususu, fâsığın namazda imameti, ordu kumandanlığı veya kadılık/hâkimlik görevleriyle bağlantılı olarak İslam âlimleri arasında geniş tartışmalara yol açmıştır. Kelamcıların ve fakihlerin genel görüşü, devlet başkanında adalet vasfının bulunmasının şart olduğu, fâsığın kamu velayet hakkı bulunmaması sebebiyle bu görevi üstlenemeyeceği şeklindedir. Devlet başkanının göreve geldikten sonra fısk sayılan söz ve davranışlarda bulunması halinde âlimlerin önemli bir kesimine göre görevinden düşmüş (mün'azil) sayılır ve değiştirilmesi gerekir. Mâverdi, devlet başkanının haramları işlemesi veya farzları terketmesi şeklindeki fiilî ve açık fıskını hem devlet başkanı olmaya, hem de göreve devama engel sayar. (11)



Büyük İslam âlimlerinden Said Nursi de, meclisi ziyaretinde birinci cumhur başkanının yüzüne karşı, "sen namaz kılmıyorsun; Namaz kılmayan da fâsıktır. Fâsığın yöneticiliği de bâtıldır, geçersizdir!" diye haykırmıştır. "Cihadın en faziletlisi zâlim yöneticilere Hakk'ı haykır(arak onları Hakk'a yönelt)mektir." (Keşfü'l-Hafâ, hadis no 457) Zamanımızda fâsıklar ve küfrünü açıkça izhar etmekten çekinmeyen tâğutlara karşı Hakk'ı haykırarak cihadın en faziletlisini icrâ eden yiğitler yeterli şekilde gözükmediğinden fâsıklar her türlü fıskı tüm topluma rahatlıkla yaymaktadır. Günümüzde üstâdın izini takip ettiğini iddia edenler ise, hor görmeleri gereken fâsık ve tâğutları hoşgörme ticaretindeler...  



İslam hukukçuları, evlilikte kadının lehine olmak üzere gözetilmesi gereken küfüv/denkliğin dindarlık açısından da aranacağı, bu yüzden fâsık erkeğin dindar kadına denk olamayacağı görüşündedir.



Şahitliğin kabulü için ileri sürülen şartlardan biri de şahidin adaletli olması, yani fâsık olmamasıdır. Fısk, şahitlerde adaleti düşüren unsur olarak görülmüştür. Herhangi bir haram fiili işleyen veya bir farzı terkeden kişinin  yalan  da  söyleyebileceği,  bundan dolayı  sözüne itimad edilemeyeceği düşüncesiyle, İslam hukukunda fâsığın şahitliği kabul edilmez. Şahitlerin âdil olmasından murad, büyük günahları işlememesi ve küçük günahları işlemekte ısrar etmemesi olarak görülmektedir. "Eğer fâsık bir kimse, size bir haber getirirse onu araştırın..." (49/Hucurât, 6)  "... ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun." (65/Talak, 2) mealindeki ayetlerde şahitlerin âdil olması, fâsıkların sözüne itibar edilmemesi istenmektedir. Mecelle'de de şahidin âdil olmasının şart olduğu ifade edildikten sonra, âdil, hasenâtı seyyiâtına galip olan kimsedir. Binaenaleyh rakkas/köçek, maskara/palyaço gibi namus ve mürüvveti ihlal eden hal ve hareketleri itiyad eden şahısların ve yalancılık ile maruf olan kimselerin şahitlikleri kabul edilmez (Madde 1705) denilerek hem bu konuda Hanefî mezhebinde yerleşik hüküm açıklanmış, hem de bazı örneklerden hareketle fıska objektif bir tanım getirilmeye çalışılmıştır. (12)