FIRKA

Demokratik-laik toplumlarda insanların şahsî kanaatleri ve ideolojik davranışları esas olarak kabul edilmiştir. Eğer bir toplumda, aynı ideoloji çevresinde teşkilatlanan insanlar, diğerlerinden nüfus olarak daha fazla ise, yönetim hakkı onlara ait kabul edilir. Temelde "hâkimiyet kayıtsız şartsız insana aittir" sloganı çevresinde anlaşma vardır. Bu sebeple, propaganda ve beyin yıkama, korkunç boyutlara varmıştır. Demokratik toplumların vazgeçilmez müesseseleri siyasî partiler (fırkalar) veya ideolojik gruplardır. Ayrıca her parti (fırka); kendisinin diğerlerinden farklı olduğunu ispatlamak ve iktidarı ele geçirmek için gayret sarfeder. Çevre kültürü "siyasî fırkaların vazgeçilmezliği" esasını telkin eder. Bu girişten sonra fırka kelimesi üzerinde duralım. Arapça'da Fe-Ra-Ka kökünden gelen fırka kelimesi: İki şeyi birbirinden ayırmak, ayrı olan özelliklerini, meziyetlerini ve imtiyazlarını ortaya koymak[24] mânâsına gelir. Hak ile bâtılı birbirinden ayıran Kur'ân-ı Kerîm'e Furkan ismi verilmiştir. Bu da aynı kökten (Fe-Ra-Ka kökünden) gelir.



Hz. Musa (as)'m kıssası izah edilirken; "Hem hatırlayın o zamanı ki, sizin için denizi yarıp (feraknâ) hepinizi kurtarmış, Fir'avun hanedanını ise sizin gözlerinizin önünde suda boğmuştuk." (Bakara: 2/50) hükmü beyan buyurulmuştur. Fahrüddin-i Razi Mefatihû’l-Gayb isimli tefsirinde bu âyetle ilgili olarak şunları zikretmektedir: "Bu Allahû Teâla (cc)'nın onlara ikinci bir nimetidir. Ayetteki feraknâ (yardık) kelimesi şu mânâya gelir. Biz denizi birbirinden ayırdık da, deniz içinde sizin için yollar meydana geldi. Bir kıraate göre ise bu kelime fassalnâ (ayırdık) mânâsına feraknâ beyne'şey'en denilir.



Kur'ân-ı Kerîm'de ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde "fırka" kavramı, birbirinden tamamen ayrılanları ve farklı itikadlara sahip olanları ifade için kullanılır. Bu noktada şu sualler zihnimize takılabilir; "Müslümanlar birbirlerinden farklı itikadlara sahip olabilirler mi?" veya "inanılması zarurî olan hususlarda farklı anlayışlardan söz edilebilir mi?"



Kur'ân-ı Kerîm'de: "Ey iman edenler!.. Allah'tan nasıl korkmak lâzım ise öylece korkun. Sakın siz müslümanlar olmaktan başka (bir sıfatla) can vermeyin. Hepiniz Allah'ın ipine (hablûllah'a) sımsıkı sanlın. Parçalanıp fırkalara ayrılmayın!.." (Al-i İmran: 3/102-103) hükmü beyan buyurulmuştur. Burada üzerinde hassasiyetle durmamız gereken iki husus vardır. Birincisi: Allahû Teâla (cc)'nın ipine (Hablûllah'a) sımsıkı sarılmaktan maksad nedir? Müfessirlerin bir kısmı; Allahû Teâla (cc)'nın ipinden maksadın Kur'ân ve sünnet olduğu üzerinde durmuştur. İmam Muhammed İbn-i Cerir et-Taberi ise; "Allahû Teâla (cc)'nın ipinden maksad İslâm cemaatidir"[24] diyerek, değişik bir bakış açısı getirmiştir. Zira âyet-i kerime Ey iman edenler!.. (nida-münada) şeklinde gelmiştir. İman eden bir kimsenin Kur'ân ve sünnete sımsıkı sarılması tabiidir. Dolayısıyla hahlûllah'dan murad, İslâm cemaatine sımsıkı sarılmaktır. Çünkü cemaat olmak farz kılınmıştır. İkincisi: "Parçalanıp, fırkalara ayrılmayınız"dan maksad nedir? Bu âyette geçen velâ teferrakû emri, fırkalaşmanın haramlığını beyan içindir. Dolayısıyla İslâm cemaatine sımsıkı sarılmak farz, fırkalara ayrılmak ise haramdır. Nitekim bir başka âyet-i kerimede; "Kendilerine açık belgeler (beyyinat) geldikten sonra fırkalara ayrılıp, ihtilâfa düşenler gibi olmayınız. (Kitap ehline benzemeyiniz). İşte onlar için büyük bir azap vardır." (Al-i İmran: 3/105) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu âyet-i kerimenin tefsirinde İbn-i Abbas (r.a) şunları zikretmektedir: "Allahû Teâla (cc), mü'minlere cemaat olmayı farz kılmıştır. Onları dinde ihtilâf etmekten ve fırkalara ayrılmaktan nehyetmiştir. Ve onlara haber vermiştir ki; kendilerinden önce helâk edilenler, ancak Allahû Teâla (cc)'nın dininde münakaşa ve birbirine buğz etme (husûmet) sebebiyle helâk edildiler. Yine denildi ki; onlar birbirlerine adavet (düşmanlık) ve hevâlarına tâbi olmaları sebebiyle fırkalara ayrılmışlardır."[24]



Şurası muhakkaktır ki; fırkalara ayrılmak, şucu veya bucu gibi sıfatları kabul etmek ve taassuba kapılmak cahilî bir gururdan ibarettir. Değişik kitapların veya şahısların çevresinde fırka haline gelenler, hesap günü şuurundan hızla uzaklaşırlar. Bu değişmeyen bir kaidedir. Allahû Teâla (cc) kitap ehlinin içinde bulunduğu durumu (sırf ibret alabilmemiz için) hatırlatmıştır; "İşlerini (dinlerini) aralannda parçalayıp, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her fırka kendi yanında bulunan (kitap, rey ve tavır) la sevinmektedir." (Mü’minun: 23/53) İmam-ı Kurtubî; bu âyet-i kerime'nin tefsirinde: "Denildi ki; onlardan her fırka veya hizip, kendilerine ait bir kitabın hükümlerine sımsıkı yapıştı ve ona iman etti. Sadece bununla kalmadılar. Ayrıca kendi kitaplarının dışındaki bütün kitapları inkâr ettiler."[24] diyerek, önemli bir hususa işaret etmektedir. Hesap gününe hazırlanan mü'minler; içinde bulundukları hâli ve toplumdaki gelişmeleri, bu açıdan tahlil etmelidirler. Günümüzde her fırkanın "insanüstü güçler vehmettiği bir liderleri veya okuya okuya bitiremediği bir kitabı" maalesef vardır. Bu noktada Resûl-i Ekrem (sav)'in: “Kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına sizden öncekilerin yoluna uyacaksınız. Hatta onlar keler deliğine girseler, siz de gireceksiniz.”[24] mealindeki mübarek tesbitini hatırlamamak mümkün müdür? Evet!.. Kitap ehlinin birçok hastalığı, maalesef müslümanlarda da görülmektedir. Hatta fırka taassubuna kapılan ve muhaliflerini kötüleyebilmek için "iftira, yalan ve diğer haramları irtikap edebilen" tiplere dahi rastlamak mümkündür. İmam-ı Eş'ari (rh.a): "Fırkalar hakkında eser kaleme alanlar; muğalataya sapmışlar ve muhaliflerini kötüleyebilmek için kasden ilavelerde bulunmuşlardır."[24] diyerek, fırka taassubunun neleri beraberinde getirdiğine işaret etmiştir.



Demokrasi rejiminin getirdiği "parti" kavramı, İslâmî kaynaklarda yer alan "fırka" veya "mezhep" ile açıklanabilir mi? Demokratik rejimin vazgeçilmez unsuru olan siyasî partiler, ulusun (halkın) egemenliği esasına, seküler/laik tercihlere ve dünyevî menfaatlerin elde edilmesine dayanan mücadelenin karargâhları durumundadırlar. İhtiras, hased ve ideoloji farklılığı sebebiyle, fırka özelliği taşırlar. Mezhep özelliği taşımazlar.



Günümüzde hiçbir fırkaya tâbi olmayan ve "Ben şüphesiz müslümanlardanım!.. Benim dinim cemaati farz, fırkalara ayrılmayı haram kılmıştır" diyen, güzel sözlü kimseler suçlu duruma düşürülmüşlerdir. Aristo mantığının temel ilkelerine göre zihinlerini şartlandıran ve "iki hâl prensibini" putlaştıranların sloganı şudur: "Bir kimse; ya bizim fırkamıza dahil olur, ya olmaz!.. Bize dahil olanlar müslüman olduğuna göre, diğerleri kâfirdir. Üçüncü bir hâl yoktur." Fırka taassubuna kapılan ve nefislerinin hevâsına tâbi olanların, bu sloganlarını, duymak mümkündür. Tekfir hastalığının temelinde Aristo mantığı vardır.



Kelime-i Şehadet getiren bir mükellef, Allahû Teâla (cc)'nın kitabında ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde yer alan her hükmün "Mutlak hakikat" olduğunu kabul etmek durumundadır. Aksini düşünmek, mükellefin ikrarından şüpheyi beraberinde getirir. Fırka taassubunu aşabilmek için "müslüman" vasfının dışındaki vasıflandırmaları kabul etmemek gerekir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "İnsanları Allah'a dâvet eden, salih ameller işleyen ve `Ben şüphesiz Müslümanlardanım diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir? Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel yol (usûl, metod) ne ise, onunla önle!.. O zaman görürsün ki, seninle arâsında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dostun olmuştur." (Fussilet: 41/33-34) hükmü beyan buyurulmuştur. İnsanları İslâm'a dâvet eden, sâlih ameller işleyen ve "Ben şüphesiz müslümanlardanım" diyen güzel sözlü kimseler, İslam cemaatini kurmak ve korumak borcundadırlar. Bu gerçekleştiği zaman "fırkalara ayrılma hastalığı" önemli ölçüde tedavi edilecektir. Hakikatin şâhidi olan ümmet, bunu yapmaya mecburdur. [24]