Allah Teâlâ ve Rasûlüne Karşı Savaşanlar: Fâizci Düzen ve Fâizciler!

 



Hanefî fakîhlerinden Serahsi; "fâiz'in kesin olarak haram kılındığını beyandan" sonra, fâizcilik yapanlara beş çeşit cezanın verileceğini zikretmektedir. 



Birincisi: Şeytan çarpmışa dönmek. Allah Teâla: "Faiz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka halde (kabirlerinden) kalkamazlar" (2/Bakara, 275) buyurmuştur. Fâiz yiyenin karnı kıyâmet günü öyle şişer ki, ayakları onu taşıyamaz. Kalkmak istedikçe, ayakta duramaz düşer. Şeytan çarpmış insanlar gibi olur, bir türlü ayağa kalkamaz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Yediği fâizler miktarınca karnına ateş doldurulur."



İkincisi: Bereketin kaldırılmasıdır. Kur'ân-ı Kerim'de: "Allah, fâizin bereketini tamamen giderir" (2/Bakara, 276) buyurulmuştur. Yani bu yolla kazanılan mal ve paranın bereketini Allah yok eder, demektir. Bu bereketin kaldırılması, elde edilen o fazlalıktan istifade edilememesi şeklinde de tevil edilmiştir. Öyle ki; ne fâizci kendisi, ne de evlâdı, bu faiz kazancından istifade eder.



Üçüncüsü: Allah'a karşı savaş açmış olmaktır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Eğer faizden vazgeçmezseniz, Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaş açmış olduğunuzu bilin." (2/Bakara, 279). Burada fâizcilik yapanlar, Allah Teâlâ'ya karşı savaşanlar zümresinden sayılmıştır.



Dördüncüsü: İnkâr etme hastalığıdır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler, gerçekten mü'min iseniz Allah Teâlâ'dan korkun, fâizden (henüz almamış olup da) kalanını bırakın" (2/Bakara, 278). Bu husustaki diğer âyet-i kerimede: "Allah (haramı helâl tanımakta) ısrar eden çok kâfir, çok günahkâr kimseleri sevmez" (2/Bakara, 276) buyurulmuştur. Yani, fâizi helâl görerek sürekli inkârcılık yapanları ve fâiz yiyerek günaha dalmış olanları Allah sevmez.



Beşincisi: Cehennem'de ebedi kalmaktır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Her) Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir ki, orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedî kalıcıdırlar" (2/Bakara, 275). Bu, ribânın (fâizin) haramlığını kabul etmemenin cezasıdır. Mü'minler; Serahsi'nin kat'î nasslara dayanarak izah ettiği bu "beş ceza" üzerinde iyi tefekkür etmelidirler.



Molla Hüsrev: "Fâiz yiyen kimsenin şâhidliği kabul edilmez. Zira, fâiz yiyen kimse fâsıktır” der. Mebsut'ta; "faiz yemekle şöhret bulmuş (tanınmış) olmak" şart kılınmıştır. Çünkü ticaretle uğraşanlar, akdi ifsad eden sebeplerden (akd-i fesid'den) çok az kurtulurlar. Bunların hepsi fâizdir. Öyle ise şâhidliğin kabul edilmemesi için; fâiz yemekle şöhrete ulaşmış (tanınmış) olmalıdır" hükmünü beyan etmektedir.



Kur’ân-ı Kerim’de fâiz günahı için kullanılan sert ifâdeler, şirk dışında başka hiçbir günah için kullanılmaz. Bunun sebebi, fâiz suçunun büyüklüğü ve şümûlü ile ilgilidir. Allah Teâlâ, zerre kadar zulmetmez. Küçük bir suça büyük cezâ vermez. Cezâ, suçun büyüklüğüyle orantılır. Fâiz konusundaki sert ifâdeler, fâizin tüm topluma zararları dokunacak, adâlet ve dengeyi bozacak büyüklükte ve doğurgan bir suç olmasından dolayıdır. Kur’an ve Sünnet’te en şiddetli dille yasaklanan fâizin mü’minler için kaçınılması gereken çok önemli bir problem olduğu gâyet açıktır. Dünyada sınıf farklılıkların ve düşmanlıkların ortaya çıkmasına zemin olması, fakir-zengin arasında uçurumlar oluşturması, sömürü ve zulmün yayılmasına sebep olan bir suçun, âhirette cezâsız kalması beklenemez. Fâizin ne büyük bir belâ olduğunu kısaca ifâde etmeye çalışalım:



a- İlk büyük tahribi, rûhî ve ahlâkî değerler üzerinde olan fâiz, korkunç bir haramdır. Çünkü fâiz, insanda bencillik, cimrilik, katı kalplilik, duygusuzluk, zaafları ve zor durumları sömürme, ihtiras, maddeye tapma gibi en iğrenç duygu ve düşünceleri geliştiren, sevgi, şefkat ve yardımlaşmaya ilgisiz kalan büyük bir sömürü aracıdır.



b- Fâiz, sosyal zararları da son derece büyük olan bir İlâhî yasaktır. Bireyleri bencil ve nefisperest kılarak bütün fertler arası ilişkileri menfaatlere dayandıran ve böylece ahlâkî çözülmelere neden olan fâiz, toplumun sâbit gelirlilerini ezen korkunç bir sömürü çarkıdır. Zira, fâize dayanan ekonomik düzenlerde mal varlığı daima fakirlerden fâizcilere ve fâizli kredi kullananlara akar. Bu sebeple rant peşindeki azınlığı giderek zenginleşen, sâbit gelirli çoğunluğu sürekli fakirleşen bir toplum yapısının oluşumu kaçınılmazdır.



Fâizli ekonomik düzenlerde zarara uğrayan, ihtirasla sömürülen grup, her zaman sâbit gelirli tüketici çoğunluk olan halktır. Fâizli krediler kullanan menfaatperest yatırımcı ve tüccarlar da ödedikleri fâizleri hep ürettikleri ve mübâdele ettikleri malların mâliyetine ilâve ederler. Malın üretiminden perakendeci esnafa kadar bütün evrelerde fâizli kredi, malın fiyatını büyük oranlarda artırır. Böylece tüketici büyük halk kesimi ezilir de ezilir. Fiyatları aşırı şekilde artıran fâiz, alım gücünü zayıflatarak tüketimin kısılmasına, kısılan tüketim de, üretimin azaltılmasına neden olur. Böylece işsizlik yaygınlaşır. İşsiz sayısı arttıkça, işçi ücretleri düşer. Bu da giderek sosyal sefâleti doğurur ki, neticede ortaya çıkacak huzursuzluk, anarşi ve fesat, tüm toplumu boğan bir fitneye dönüşür.



Rabbimiz Kur’an’da bu gerçeği şöyle açıklar: “... Allah fâizi mahveder. (Zekât ve infak gibi) sadakaları da arttırır...” (2/Bakara, 276). Yüce Peygamberimiz de, mahvın iktisadî şeklinede şöyle dikkatlerimizi çeker: “Pek çok da olsa, fâizle kazanan her kişinin sonuçta fakirliğe düşmesi kaçınılmazdır.” (Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, c. 17, s. 261)



c- Ekonomik hayat için zarûrî olduğu propaganda edilen fâizin asıl büyük zararı ise, ekonomidedir. Toplum kalkınmasını engellemesindedir. Zira ekonominin emeksiz, rizikosuz büyük kazançlar, aşırı çıkarlar ve ihtiraslar üzerine kurulmasına, yani rant ekonomisine dönüşmesine ve büyük kitlenin aleyhine rantın büyümesine sebep fâizdir. Gerçek toplum kalkınması için zarûrî olan ucuz sermaye sağlanmasına ve ancak 3-5 senede üretime geçebilecek büyük ve ciddî yatırımlara rağbet olunmasına engel olan fâizdir.



Fâize dayanan ekonomik düzenlerde bankacılar kendi paraları yanı sıra, toplum kalkınması için gerekli olan paranın çok önemli bir bölümü olan halk tasarruflarına da yaptıkları sürekli reklâmlar yoluyla sahip olurlar. Böylece yalnız kendi paralarının fâizini değil; kendi paralarının kat kat fazlası olan halk tasarruflarının fâizlerini de alırlar. Sermayeye hâkim olan gözü dönmüş bu modern fâizci para babaları, düşük bir yüzde ile aldıkları paraları ancak büyük yüzdelerle devrederler. Hep büyük kârlar gözetir ve paranın parayı çektiği büyük rantı devşirirler. Her yıl büyük fâizler ödeyen yatırımcı toplum kesimi de kazancı çok olan ama çoğu kez toplum için zarûrî olmayan üretime yönelir. Böylece ciddî yatırımlar ertelenir, toplum muhtaç olduğu atılımı yapamaz. Bütün bunların sebebi fâizdir.



Kısaca değinmeye çalıştığımız bu rûhî, ahlâkî ve iktisadî zararları sebebiyledir ki Allah bize fâizi haram kılmıştır. Peygamberimiz de fâizle ilgili her çeşit işi ve işlemi yasaklamıştır.  Rasûlullah (s.a.s.) fâiz yiyeni, fâiz yedireni, fâiz akdini yazanı, bu işleme kâtiplik yapanı, bunlara şâhitlik yapanı lânetledi, bunlara “Allah lânet etsin!” buyurdu (Buhârî, Büyû' 113, 25, Talâk Libas 86, 96; Müslim, Müsâkat 25, h. no: 1579; Ebû Dâvud, Büyû' 65, h. no: 3483, Büyû’ 4, h. no: 3333; Nesâî, Ziynet 25, hadis no: 8, 147; Tirmizî, Büyû’ 2, h. no: 1206; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2277)



Şurası çok iyi bilinmelidir ki, fâiz ilkelliğin, eski câhiliyye anlayışının delilidir. Aşağılığın, gericiliğin belirtisidir. O yüzden, Peygamberimiz Vedâ haccında, câhiliyye döneminde yürürlükte olan fâizin bütün çeşitlerini ayaklarının altına alıp kaldırmış ve yasaklamıştır. İslâm olmadan bir toplum mânen gelişemez. Maddî yoldan da adâletli bir servet dağılımına kavuşamaz. Gelişemeyen bir toplum da fâizi kaldıracak bir güç bulamaz. Onun mahkûmu olur. Ahlâken yükselememiş, yardımlaşma duygularıyla bezenememiş, bir bütün olarak kalkınma şuuruna varamamış ve sömürmeyi lânetleyememiş insanlar pek tabiî ki, fâize karşı çıkamazlar.



Çok büyük bir sömürü düzeni olan, toplumu kamplara bölen ve sermaye ile emeği birbirine düşman kıldığı için de sosyalizm ve komünizmin materyalizmle birlikte ana kaynağı olan fâize karşı çıkılmamasının sebebi, onun ekonomi için zarûrî olması değildir; Fâizcilerin aldatıcı propagandalarıdır. Daha da önemlisi, ona karşı çıkabilecek kadroların da bu zulüm düzeninden çıkar sağlamalarıdır. İslâm, mekanizmanın fâiz üzerinde kurulu olmasını reddeder. Milyonlardan toplanan paraların bir avuç fâizcinin yönetimine terkedilmesini onaylamaz. Mutlu ve putlu azınlığın refahı için toplumun büyük kesiminin kan ve terinin içilmesini yasaklar.



İnsan fıtratı ile çatışan fâiz olmaksızın âdil bir düzen elbette kurulabilir. Fâizin yerini kazanç ümidine, şahıs ve devlet adâletine, zekâtlı, karz-ı hasenli, şirketli sağlıklı bir ekonomiye bıraktığı bir nizamda tasarruflar tabiî ki toplanabilir. Bereketli bir düzen kurulabilir. Ama bunu kapitalizmin olmayan merhametine, fâizcilerde hiç bulunmayan insafa bırakarak sağlamak, mümkün değildir. Fâizi savunanlar ve bu sümürü düzenini ayakta tutmak için gayret gösterenler kadar fâize ve ekonomik zulme karşı olanlar çaba göstermeden adâlet sağlanamayacaktır.     



Fâiz, bir kan nehridir. Buraya giren kanlanır ve kan kokar. Kan ise pistir. “Fâizli kredi alınmazsa müslüman güçlenemez” görüşü bâtıldır. Doğru olan; “müslümanlar birleşmez ve şirketleşemezse güçsüz kalırlar” görüşüdür. İslâm’ın yasakladığı ve fâillerine harp ilân ettiği tefecilik de, banka fâizciliği de büyük bir haramdır. Onda ısrar eden kişi Cehennemliktir.



İslâm, yalnız âhiret nizâmı olmadığı için fâize getirdiği dünyevî cezâlar da büyüktür. İslâm Hukukunda ribâyı/fâizi helâl gören kişi, İslâm dâiresinin dışına çıkmış bir mürteddir. Mürted, mü’minlere ne vâris olabilir, ne de miras bırakabilir. Nikâhı da düşer, mü’minlerle evlenemez. Mürtedin cezâsı çok büyüktür. Fıkıh âlimlerine göre; fâiz alıp verenler topluluksa üzerlerine ordu gönderilerek kendileriyle savaşılır. Malları da müsâdere olunur. (Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 3, s. 257-262)



Ülkenin niye kalkınamadığı, maddî yönden Batı ülkelerinin çok gerisinde kaldığını fâiz örneği çok iyi açıklamaktadır. 1993 ilâ 2002 yılı arasındaki son 9 yılda Türkiye Cumhuriyeti, tam 211.4 milyar dolar fâiz ödedi. 9 Yılda fâize ayrılan 211 milyar dolar yatırıma yöneltilebilseydi, kişi başına millî gelir 2003 yılında 2857 dolar yerine, 3922 doları bulacaktı. 2003 yılında ödenecek fâiz tutarı tam 40 milyar doları bulmaktadır. Bir başka deyişle bir saniyede 1078 dolar fâiz parasına gidiyor. Evet, ayda 2 milyar 833,3 milyon dolar, günde 93 milyon 151 bin dolar, sâniyede 1078 Amerikan doları, halkın, fakir-fukaranın cebinden çıkıp fâize ayrılıyor. T.C.'nin 2003 yılında ödeyeceği borç fâiz ödemeleriyle İstanbul boğazına 142 adet köprü yapılabileceği, 87 adet Atatürk Barajı inşâ edilebileceği, 2 milyon 200 bin sosyal konut, ya da 5585 kilometre otoyol yapılabileceğini söyleyelim. Yine, bu parayla tanesi 140 milyon dolardan 261 üniversite kurmak, İzmir limanı gibi 39 liman yaptırmak, değeri 40 milyon dolardan 977 adet çimento fabrikası yapmak mümkün olmaktadır.  



Halkın dertlerine derman olması gereken devlet, halkın cebine elini uzatıyor, bulduğunu alıyor, bulamadığını borçlandırıyor ve (ç)aldıklarını fâizcilere sunuyor. 1993 yılında toplam yatırımların dörtte biri (% 24.1) kadar olan iç ve dış borç fâiz ödemeleri, 2001 yılında toplam yatırımların % 96.2’sine ulaştı. Bu rakamın 2002 yılında % 81.1 oranında gerçekleşeceği, 2003 yılında ise % 91.2 oranında olacağı tahmin ediliyor. Toplam kamu fâiz ödemeleri 1993 yılında 67 katrilyon 873 trilyon lira olarak belirlendi.



Yapılan araştırmaya göre açlık sınırı, 2003 Ocak ayında 401 milyon liraya yükseldi. Asgarî net ücret ise 2003 Ocak ayında 226 milyon lira olarak belirlendi. Yoksulluk sınırı ise 2003 Ocak ayı itibarıyla 1 milyar 200 milyon liraya ulaştı. Bütün bu vahim rakamlara rağmen yoksulluk, Türkiye’de hâlâ öncelikli bir sorun olarak ele alınmamakta ve fâizin bu yoksullaşmadaki rolü değerlendirilmemektedir.   



Halktan alarak devletin ödediği ve ödemek zorunda olduğu fâize ayrılan bu paralarla neler yapılmaz ki! Bunun yanında devletin; elektrik, su, doğalgaz, telefon, SSK primi ve vergi borçlarına uyguladığı gecikme fâizleri oranlarının enflasyonun çok üzerinde olduğunu hatırlamak da gerekiyor. 1997-2002 yılları arasındaki son 6 yılda enflasyonun % 346 artmasına karşılık, devletin vatandaşa uyguladığı gecikme fâizleri, % 929 arttırılmıştır. Kamu kurumlarından aldığı mal ve hizmet karşılığı devlete 100 milyon lira borcu bulunan bir vatandaşın, bu borcu ödeyememesi sebebiyle 2002 yılında 929 milyon lira ödemek zorunda kalmaktadır. Oysa, enflasyon oranlarına göre, aynı vatandaşın 346 milyon lira ödemesi gerekirdi. Bu şekilde devlet, vatandaştan 583 milyon lira fazladan fâiz almaktadır.



Bankalardan kredi alarak fâizle borçlanan çiftçilerin, esnafın durumu tümüyle içler acısıdır. Tüm hayvanlarını ya da evini barkını satarak fâiz borcundan kurtulmaya çalışan nice insan vardır. Sadece kumar değildir evi barkı söndüren, aynı zamanda fâiz de depremden büyük hasarlar ortaya çıkarmaktadır. 2003 yılı ocak ayı hesabıyla Türkiye’de kredi kartı kullanan insan sayısının 16 milyon olduğunu belirtirsek, müslüman geçinen halkın banka ile, fâizle nasıl içli-dışlı olduğu anlaşılır. Kredi kartları temerrüt fâizinin % 500 civarında olduğunu, kartla borçlanan kişinin kısa zaman sonra borcunun 5 katına yükseldiğini, ödemeyi uzattıkça, borcun daha katlanarak yükseldiğini bilmeyenimiz yoktur. Ne acıdır ki, insan emeğini sömürüp kan emici vampir olan bankalar, müslümanların ve müslüman geçinenlerin desteğiyle bu zülmü sürdürüyorlar. Namaz kılan müslümanlar bankalardan paralarını çekse, sadece bankalar değil, bankacı kapitalist sömürü düzeni de kendiliğinden yıkılacaktır. Müslümanlar Amerikan dolarını boykot etseler dolar tepetaklak düşecek, ABD çok kolay tarihin çöplüğünde yerini alacaktır.             



Öyle bir karanlık ve fırtınalı câhiliyye dönemi yaşıyoruz ki, fâizden en kaçınanımız bile, Peygamberimiz’in lisânıyla fâizin tozundan kurtulamıyor. "İnsanlar öyle bir devre ulaşacak ki, o zamanda ribâ yemeyen kalmayacak. Öyle ki, (doğrudan) yemeyene buharı (veya tozu) ulaşacak." (Ebu Dâvud, Büyû’ 3, h. no: 3331; Nesâî, Büyû’ 2, h. no: 7, 243; İbn Mâce, Ticârât 58, h. no: 2278). Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da, bir kapitalist için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır. "Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul; / Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. / Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; / Yaşasın, kefenimin kefili kara borsa!" 



Ne mutlu başta fâiz olmak üzere tüm haramlardan kaçanlara, parayla imtihanı kazanıp Allah'la alışveriş yapanlara!