4- Fâiz Almak ve Vermek Sevap mıdır?

İmam Âzam, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'in câiz görmeyip ribâ saydıkları îne ve muâmele şeklindeki borçlanma İmam Şâfiî tarafından câiz ve meşrû görülmüştür (İmam Şâfiî, el-Ümm, III/68; İbn Hazm, el-Muhallâ, IX/40). Fakat başlangıçta bu muâmeleye şiddetle karşı çıkanlar bile zamanla yumuşamışlar, ticarî ve iktisadî faâliyetlerin selâmeti ve darda kalanların sıkışıklıktan kurtulmaları için îne'yi iyi bir çare olarak görmüşlerdir.



Ödünç para alabilmek için bir malın diğerinden fazla bir meblağ ile alınmasının ve şer'î hile ile % 50'ye varan bir ribh (fâiz) ödenmesinin câiz olduğunu söyleyen Ömer Nasûhi Bilmen diyor ki: "Müstakriz üzerine şer'î bir muâmele zımnında bir ribh ilzâmı sahihtir. Ama cumhur bunu mekruh görmüştür. Lâkin bu türlü muâmeleler, İmam Ebû Yusuf'a göre kerâhetsiz olarak câizdir. Hatta hayırlı bir işe hizmet ettiği için, ayrıca meşrû ve sahih bir muâmele mâhiyetinde de yapıldığından "mendup" (yani sevap)tır. Bu, ribâdan kurtulmak için şer'î bir mahles (çare)dir, fayda temin eden bir ikraz muâmelesi olmayıp, bilakis mâhiyetleri hâiz olduklarından, bir akdin (yani menfaat şart koşularak yapılan ikraz akdinin) meşrû olmamasından, diğerinin de (yani muâmele bey'inin de) meşrû olmaması icap etmez. Vâkıa karz-ı hasen, yani mukrize hiçbir menfaat temin etmeyen, sırf rızâ-yı Hakk'a müstenid bir karz muâmelesi pek müstahsendir. Fakat her zaman bu yüksek insanî vazifeyi îfâ edecek zâtlar bulunmaz. Artık halkın ihtiyacını hafifletmek için böyle bir şer'î mahlese başvurmak azîmet tarîkine münâfî olsa da ruhsat tarîkine muhâlif olmaz. Fethu'l-Kadir'de: "Muâmele bey'inde kerâhet yoktur" deniliyor. Şu kadar var ki, hilâfı evlâdır. Çünkü bunda karz-ı hasen sûretiyle yapılacak bir iyilik ve lutuftan yüz çevirme mânâsı vardır (Ö. Nasûhi Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu, VI/100-101).



Ömer Nasûhi Bilmen'in söyledikleri, dolaylı fâiz mânâsına gelen şer'î ribhi müdâfaa etmek için öteden beri bu konuda söylenen sözlerin bir tekrarı ve özetidir. Şimdi, biraz daha eskilere gidelim. Fetvâ kitapları meseleye şöyle yaklaşmışlardır: "İmam Muhammed tarafından haramlığı bahis konusu edilen ve îne bey'i denilen hile hakkında Hanefî ulemâsı demiştir ki: Günümüzde çarşı pazarda yapılan alım-satım muâmelelerinin en hayırlısı budur. İmam Ebû Yusuf'a göre îne hem câiz, hem de sevap (câize ve me'cûre)dir. Sevap oluşu, haram olan ribâdan sakınmayı sağladığı içindir. Kadıhan: 'Ribâdan kaçmak maksadıyla îne usûlü ile alım-satım yapılırsa, bunda bir beis yoktur' demiştir. Gerçi İmam Muhammed'e göre muâmele bey'i mekruhtur ama, İmam Ebû Yusuf'a göre bunda herhangi bir mahzur yoktur ve Ebû Hanife'nin görüşü de böyledir. İmam Muhammed'in muhâlefeti karzdan sonra yapılan akidle ilgilidir. Önce alım-satım işlemi icrâ edilir, sonra paralar verilirse, bu ittifakla câizdir" (Ankaravî, Fetâvâ, 1338; Fetâvâ-i Ali Efendi, I/431-432).       



Ribâ yoluyla kazanılan paralarla hatm-i şerif ve Yâsin-i şerif okutarak cennetin anahtarını cebe koyma anlayışına rastlamak şaşırtıcıdır: "Vâkıf Zülkadir Halife 4500 akçeyi on'u on bir hesabıyla fâize vererek hâsıl olan nemâdan dörtte birini mütevellîye, 3/4'ünü de günde bir cüz Kur'an ve Yâsin-i şerif okuma karşılığında Rüstem Nâlân mescidinde imam olanlara verilmesi şartıyla vakfetmiştir (Halit Ongan, Şer'iye Sicili, Ankara, 1974, s. 33 -421-, 103 -1353-).  



Hz. Peygamber, hile yapmayı tavsiye etmiş midir? Ribâ konusunda söylenenlerin daha ilerisine gidilerek: "Hz. Peygamber de ribâdan kurtulmak için hileye mürâcaat edilmesini tavsiye, hatta emretmiştir" (Ankaravî, Fetâvâ, I/338; Fetâvâ-i Ali Efendi, I/430) denilmiş olmasıdır. Görülüyor ki, hile yoluyla fâiz alıp vermeyi mubah görenler, İmam Âzam'ı da aynı görüşün sahibi olarak takdim etmekten başka, bu işin Hz. Peygamber tarafından emredildiğini söyleyerek bunun sevap olduğunu bile rahat rahat iddiâ eedebilmişlerdir. Çok eskiden beri yaygın bir şekilde var olan bu görüşlerin ribâya karşı duyulan dinî hassâsiyeti azalttığı ve bu türlü muâmelelerin rahatça yapılmasını sağladığı muhakkaktır. Herhalde ribâhorlar (fâiz yiyenler) ve tefeciler fetvâ-yı şeriften âzamî derecede istifade etmişlerdi. Bazı hocaların vakıf müesseselerinde veya şahsen ve kendi nam ve hasabına bu türlü murâbahalarla uğraşmaları tefeciler için iyi bir numûne olmuş ve cesâretlerini daha da arttırmıştı.



Aslında hileli yollardan ribâ alıp vermek, ne Hz. Peygamber zamanında, ne de sahâbileri çağında bilinen bir şeydi. Bu türlü şeyler, ashâb döneminden sonra çeşitli iktisadî, ticarî, malî ve dinî âmillerin tesiriyle ortaya çıkmış, gerek ortaya çıkma, gerekse son şeklini alma safhasında geniş ölçüde yahûdi ve hıristiyanların bu yoldaki düşünceleri, görüşleri, uygulamaları ve işlemleri etkili olmuştu. Daha sonra Hz. Peygamber'e mal edilen hileler böyle bir ortamda doğmuştur.