Kıyamet Nedir

 



“Kıyâmeh” sözcüğü Kur'ân-ı Kerim'de 70 kez geçmekte ve istisna­sız “Yevm'el-Kıyâmeh” (yani kıyamet günü) şeklinde bileşik olarak bu­lun­maktadır. Bu sözcüğün sonundaki değişken (h) Türkçede eskiden beri de­ğişmez (t) olarak seslendirilmiştir. Kur'ân'da ayrıca “es-Sâah” kelimesi de kıyamet anlamında kullanılmıştır.



Bu olay, dille anlatılamayacak kadar çok büyük ve dehşetli olacaktır. Allah (cc)'ın vereceği emirle İsrâfil adlı meleğin yapacağı ilk korkunç uyarı üzerine bütün canlılar ölecek, ikinci uyarı üzerine de insanların tümü, ge­nel bir silkinişle yeniden dirilip neye uğradıklarını bilmeden şaşkın bir şe­kilde kalkacaklardır. İşte kıyâmet olayı kısaca budur. Elbetteki yaşanmadan tam anlamıyla bilinemeyecek olan bu mukad­der hadisenin ne derece kapsamlı ve ne kadar müthiş olduğunu bazı âyet­ler bize haber vermektedir.



Ancak şunu açıklamak gerekir ki: Kı­yamet, henüz insanlar tamamen yok olmadan başlayacak ve belki de çok uzun bir süreç boyu birbirini izleye­cek olaylardır. [449] Öyle ki ilk çalkantıların şokuyla anneler emzikteki bebeklerinden vazgeçip on­ları bir kenara atacak, gebe kadınlar çocuklarını dü­şüre­ceklerdir. [450] Kesin olarak bilinen bir şey varsa o da bu hadisenin ola­ğanüstü ve korkunç değişimler, patlamalar, gürültüler, sar­sıntılar ve yıkım­larla ka­rışık olarak meydana geleceğidir. [451]



Kainatın ilk yaratılışı nasıl ki milyonlarca yıllık uzun devrelerle ger­çek­leşmiş ise kıyamet olayı için de aynı şeyi düşünmek mümkün­dür. Çünkü kıyametin kâinât çapında bir yıkım ve çözülme olacağı dü­şü­nü­lürse bu olay uzaydaki bütün sistemlerin, disiplin ve düzenini kay­bet­mesi anlamına ge­lir. Kainattaki eşya ve olaylar arasında bulunan ince he­saba dayalı ilişkilerde Allah'ın dileyeceği bir sırada meydana ge­lebilecek bir kopukluktan sonra bunun birbirini izleyeceği ve niha­yet dünyamızın ve üzerindeki her şeyin de görülmedik bir yıkıma uğ­raya­cağı akla pek uy­gundur. Ancak bunu, “Big Bang” olayının bir kar­şıtı olarak açıklamak, yani ileri sürüldüğü üzere 20 milyar yıl kadar önce kâinâtın bir patlama sonucu meydana geldiğini, dola­yısıyla bu gerilim için bir de büzülme ve içe çekilme gibi tamamlayıcı bir zo­runlu dönüş olacağını kabul etmek herhalde erkenci bir gayret olur.



Bu dünyadaki hayatın tamamen sona ermesiyle birlikte üç büyük olay yaşanacaktır:



a) “Baas” (diriliş)



b) Kıyamet



c) Hesaba çekiliş



Kur'ân-ı Kerim bunların kesinliğini bildirmektedir. Diriliş olayının iç yüzünü yalnızca Allah Teâlâ bilir. Bizleri hiç yoktan var eden kaina­tın yara­tıcısı, canlıları öldürdükten sonra aynı parça ve organlarla on­ları ye­niden diriltecek güce elbetteki sahiptir. Reenkarnasyon iddiaları ise İslam âlimleri tarafından çürütülmüştür.



Dirilişle kıyamet, iç içe cereyan eden bir olaydır. Yani diriliş, kıya­me­tin bir parçası olarak gerçekleşecektir. Çünkü dünyada hayat henüz de­vam ederken kıyamet kopmaya başlayacak ve hayat tamamen sona erince de sürecektir. İşte bu süreç içinde hem dünyadaki hayat tama­men son bu­lacak hem de insanların yeniden dirilmesi olayı meydana gelecektir.



Hesaba gelince, bu hadise kıyamet ve âhiret gerçeğinin ağırlık mer­ke­zini oluşturur. Bu olay belki de sayılarını ifade etmek için rakamların yetmeye­ceği kadar insandan hesap sormak, bunların bir bölümünü ce­za­landırmak, bir kısmını ise ödüllendirmek demektir. Allah Teâlâ, el­bette ki ilâhî gücüyle bunu gerçekleştirecektir. Bu kadar insanı dün­yada yoktan var eden, onları rızıklandıran, kimisini aziz, kimisini de rezil eden, hik­met ve kudretiyle onlara türlü türlü olaylar yaşatan Yüce Allah, bu haya­tın hesabını âhirette onlardan sormaya ve herkesi adaleti veya lutfuyla yargılamaya kâdirdir.



Kıyamet: Nice masum kanların boş yere akıtılmasında parmağı bu­lu­nan canilerin; nice hak ve özgürlükleri çiğneyen, dokunulmaz mal ve mülkleri yağmalayan zâlimlerin; nice tertemiz namusları zorla kir­le­ten sa­distlerin; Allah'ın yüce divanında şaşmaz adalet terazisiyle yar­gılana­cakları korkunç gündür. Yine kıyamet: Dünyada adaletle hük­me­denlerin, daima hakkın ve ezilmiş haklının yanında yerini alanla­rın, erdemleri yaygınlaş­tırmak ve in­sanlığa gerçek mutluluğu yaşat­mak için çaba sar­fetmiş hayırlı insanların ödüllendirileceği güzel gündür.



İleride “Neden âhirete inanmalıyız?” sorusuna cevap verirken üze­rinde durulacak olan hesap olayının dünyamızdaki zaman kavra­mıyla ne kadar süreceği ve nasıl yapılacağı noktasında ne söylenirse ha­yalî olacak­tır. Ancak insanların bu dünyadaki tutum ve davranışla­rına, ahlâk ve gi­dişat­larına, kavga ve savaşlarına bakılacak olursa he­sabın herkes için ko­lay ol­mayacağı açıktır.



Bazen “Öbür dünya” ya da “Ebedî âlem” dediğimiz âhiretin kapısı ölümle aralanır. Basit bir ifadeyle, "Rûhun bedenden ayrılması" ola­rak ta­nımlanan ölüm olayının ise ne olduğunu insanoğlu gerçek yö­nüyle an­la­yamamış ve anlayamayacaktır.



Biyoloji dilinde: "Yaşamsal fonksi­yonla­rın geri dönüşsüz olarak son bulması" biçiminde tarif edi­len ölü­mün metafizik içyüzünü, bilim açıkla­maktan acizdir. Çünkü deyim ye­rinde ise bu olay, hücreler içindeki canlılık akımının madde­ötesi mer­kezden kesilen kontakla durdurulmasıdır. Ancak bunun mahiyetini kavramaya, insanın ne aklı, ne de bilgileri yeterlidir. Yalnız bunu değil, insan, berzah âlemini, kıyameti, sı­ratı, cenneti ve cehen­nemi de bu dünyadaki tahminleriyle ya da hayal gü­cüyle anla­yamaz. Esasında da insan bu gerçekleri duyumsa­malı, algılamalı an­cak anlamama­lıdır.



Çünkü insan bu dünyada ciddi bir sınavdan geçi­ril­mektedir. Bütün ya­ratıklar arasında Allah Teâlâ'nın doğrudan muhatabı olan insan, çok ayrıca­lıklı, so­rumlu, belli di­siplinlere bağlı bir varlık­tır; Kainatın Rabb'i tarafın­dan özel bir amaçla yara­tıl­mıştır. Bu amacın önemli bir ayrıntısı da onun bu dünyadaki tüm ya­şa­mının evrensel bir sınavdan ibaret olmasıdır. Dinin "Gayb" olarak örtülü tutuğu ve inanılma­sını teslimiyetle iste­diği gerçek­ler işte bu sı­navın en önemli sorularını oluş­turmaktadır.  



Bu dünyada mezara konabilenlerle bundan yoksun kalanlar ara­sında belki sağlar açısından psikolojik bir teselli farkı vardır. Çünkü ölümle bir­likte yolcu edilen insanın, bir mezara konabilmiş olmakla âhirette onun bir ayrıcalık kazanacağını hiç kimse kanıtlayamaz. Bu, aynı za­manda tür­belerin kubbeleri altında yatanlar için de söz konusu­dur. Peygamberler ha­riç, ahi­rete intikal etmiş olanlara biçilen değerle­rin ve takdir edilen ma­kam ve rüt­bele­rin hepsi insanların hayal ürü­nüdür ve insanlar bundan sorumludur. Çünkü ölümle birlikte insan önce aslına döner; Yüce Yaratıcının kurmuş olduğu zincirleme sistem içindeki biosferin kuca­ğında (hangi tip mezara konmuş olursa olsun ve kendisi kim olursa ol­sun) onu ayrıştıracak ve kı­yamet kopuncaya kadar yeniden ve tekrar tek­rar yararlı hale getirecek olan Allah'ın minicik as­kerlerine fani vücu­dunu kayıtsız şartsız teslim eder.



Dolayısıyla kurda kuşa yem olanlarla mermer lahitlere konan cesetler arasında sonuç iti­bariyle hiç bir fark yoktur. Hatta ve hatta mumya­lanmış müşrik ceset­leri, basit mezarlara konan müminlerinkine oranla daha geç aslına dö­nebilir. Şu da belirtilmelidir ki sağlam ve süslü türbelerin, mermer la­hitlerin ve mumyada kullanılan çeşitli kimyasal ve antibakteriyel mal­zemelerin tümü de kucaklarına tes­lim edilen cesetler gibi aynen ve ke­sinlikle fanidirler. Bir gün gelecek on­lar da yıkılacak, bozulacak çözüle­cek ve darmadağın olacaktır. Ahirete ilk yolculuk böyle başlar.



Ölen insanların, kıyamet kopuncaya kadar ruhlarının nerede bu­lun­duğu ve ne gibi bir muamele gördüğü ise Allah'dan başka hiç kimse tara­fından bilinmez. Allah Teâlâ, ruh ile ilgili olarak Hz. Peygamber (sav)'e şu bilgiyi vermiştir:



“Sana ruh hakkında sorarlar. De ki: "Ruh, rabbimin sistemlerin­den­dir" Size bilgi olarak pek az şey verilmiştir.” (İsra: 17/85)[452]


ÂHİRETE İMAN
A harfi