1 - Aklın Hududu İçin İslam'ın Çizdiği Program.

İslam, geçmişte yerleşmiş olan sırf taklit ve zanna dayalı, aslı astarı olmadık her türlü karuntular, peşin hüküm ve kararlardan aklı temizlemekle işte peşin hüküm ve kararlardan aklı temizlemekle işe kerimelerle beyan buyurulan taklitçilerin iç yüzlerini ortaya serer.



“Gerçek biz atalarımızın bir ümmet (bir din) üzerinde bulduk. Bizde hakikaten onların izlerine uymuşlarız.” (Zühruf: 43/23)



“O (müşrik)ler biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyuda bulamamış idiyseler?!..” (Bakara: 2/170)



Zanna uyup, şahsi kuruntuları ile hareket edenlerin gülünçlüklerinide şu ayet-i kerimelerle teşhir eder: 



“O(kafir) ler zandan (kuruntudan) ve nefislerinin arzu ettiği heva (ve heves)  ten başkasına tabi olmuyorlar!.” (Necm: 53/23)



“Onlar kuruntu ve zandan başkasına tabi olmazlar Zan ise, şüphesiz haktan hiç bir şey ifade etmez.” (Necm: 53/28)



Sonra, ayrıca her hususta tedbirli davranmayı, bir şeye inanıp uyarınca harekete geçmezden önce iyice araştırmayı emreder.



“Senin için hakkında bir bilgi hasıl olmayan şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz, kalp: bunların herbiri bundan mes’uldür.” (İsra: 17/36)



Bu büyük bir mes’uliyettir. Ayet-i kerimedeki kulak, göz, ve gönül kelimelerinden her birinin ayrı ayrı mes’uliyeti olduğunun anlaşılması için, önce tekil olarak getirilip, sonrada hepsinin bir arada ve te’kitli (Küllün ülaike-bunların her biri) şeklinde tekrarlayarak, sorumlulukta bunların birde ortak olmaları bu mes’uliyetin ne kadar büyük olduğunu açıkca ortaya koymaktadır. Bütün bunlar, insanın işleri küçümsemesini ve olayları düşüncesiz ve tedbirsizce ele almasını önlemek için aklına tabi olmanın ne kadar mühim olduğunu kavramasını te’min etmektedir. Çünkü akıl,sahası içerisindeki her şeyden mes’uldür.



Bu konuda pek çok ayet-i kerimeler vardır. Mesela, Ashab-ı Kehf, kendi kavimlerine şöyle demişlerdi:



“Şunlar, şu bizim kavmimiz, O’ndan (Allah’dan) başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine bari açık bir delil getirselerdi ya!.. (Ne gezer.) !..” ( Kehf: 18/15)



Öyle ya, Allah’ın bir tarafa bırakıp da kendilerine tanrı edindikleri  şeylerin hakikat (!) olduğuna açık bir delil getirseler olmazmıydı?. İfk hadisesi hakkında da Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurulmaktadır:



“Bu (iftira)  ya karşı dört şahit getirmeli değilmiydiler? Mademki onlar (bu) şahitleri getiremediler, o halde onlar Allah indinde yalancıların ta kendileridir.” (Nur : 24/13)



Cezaların tatbikinde şahitlik, olay hakkında sağlam birbilgi edinmek için kaçınılmaz bir zarurettir. Zira, olaylar nedensiz olarak ele alınmaz. Bunları hükme bağlamadan önce, mutlaka haklarında kesin bir bilgiye sahip olmak gerikir. “Cezalardan şüpheleri uzaklaştırmak”da -ki bu, hadisten alınmış islami ve fıkhi bir ana kaidedir- bu noktaya işaret etmektedir. bu nokta da, insanın hangi konuda  olursa olsun,  hükmünü söylemeden önce, o konuda sağlam bir araştırma yapıp, kesin bir bilgi elde etmesi zorunluğudur. Ayrıca, edinilen bilgilerde kat’i delillere dayandırılmadıkça, meselenin askıda kalacağı muhakkaktır. Bütün bunlar, aklın salim bir düşünme programı ve sağlam bir çalışma tarzı ile eğitilmesine yöneltilmiş delillerdir.