3 - İnsanın Asli Menşeine Döndürülmesi.

İnsanın, menşeine, arzın toprak ve çamuruna döndürülmeside yine bu cümledendir.



“Allah sizi yerden ot (gibi) bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla (tekrar) çıkaracak.” (Nuh: 71/17-18)



“Sizi (aslınızı) ondan (topraktan)yarattık. Sizi (Ölümünüzden sonra) yine ona döndüreceğiz. (Ba’s zamanında da)sizi bir kere daha ondan (topraktan) çıkaracağız.” (Taha:20/55)



Kur’an-ıKerim, daha böyle nice ayetlerle kainat -nefis bağlantısını sağlamlaştırır ve bunlar arasındaki bağlılık duygusunu derinleştirir.



 Bir münasebetle daha önce de söylediğimiz gibi, çeşitli ilimlerde bu nokta üzerinde durur, ama işi tam manasıyla hedefine ulaştıramazlar. Muhakkak ki kainatın güzelliklerinden  faydalanmak, İslam akidesinin ana bölümlerinden biridir. Nefiste meydana gelen idrak derinliği, ufuk ve tasavvur genişliğini hedef tutan bölümlerden biri... Fakat tabiatın enteresan taraflarından faydalanmanın, hedef ve gayesine mutlaka ulaşması ve bu sayede insan kalbinin Allah’ı duyabilir hale gelmesi şarttır. Böylece ilim ve fen, akide ve imanla birleşecek, beş duyu mahsülleri ruh mahsulleri ile birleşip kaynaşacaktır. İnsan denen sır, hissettiği bu genişlik ve taşıdığı bu kapsamla bir temizlik ve bir berraklık kazanarak, kusursuz ve mükemmel insan olacaktır. Kusursuz olacaktır, çünkü, kalp genişleyip Allah’a bağlanınca aradan engeller kalkmıştır.



Bütün canlılar ölçüsünde hayatı sevmek, insan-kainat münasebetlerinin birleştirilmesinden elde edilen değerli meyvelerdendir.



İnsan, kendisi ile, dış görünüşü  “itibariyle donuk ve ruh hesabına canlı olan kainat arasındaki kaynaşmayı hissettiği zamanki -mühim olan ruhtur- nefsi ile, ruhu ve duyusal yaşayışlarını eşit olarak algıladığı canlılar arasındaki canlı kaynaşmayı da hissedecektir.



Kur’an-ı Kerim in, devamlı olarak canlılardan da söz etmesi, insanın dikkatini eşit olarak bitki ve hayvan alemine çevirmesi, nefiste bu te’siri icra eder. Nefis-kainta, ruh-beş duyu uyuşmasını te’min eder.



İnsan böylece bunların birbirine yakınlığını ve bu yakınlık ve kaynaşmanın derinliğini net olarak hiseder. Bu da, pek çok canlıların kendisiyle kıyasıya boğuşma ve cidalleşmelerine rağmen insan da canlılara karşı büyük bir sevgi meydana getirir.



İnsan canlılarla, onların eziyetve belalarını def etmek için boğuşur, ama, -bunun dışında- onlar için kalbinde bir sadakat ve sevgi hissi taşır ve onlara, uyuşma ve sulh ulaştırma çabası içerisinde bulunur.



Bu duygu, -uçsuz bucaksız kainatla nefsin karşılıkla sadakatini algıladığı gibi- nefsi terbiye etme ve onun sertlik ve kuruluğunu gidermek görevlerini de ifa eder.Zira sevgi ve sadakat şuuruna alışmak -ki bu çok değerli verimli bir duygudur- maddi ve hissi olaylarla mücadelenin ve yaşayabimek için insanın kaçınılmaz didinmelerinin nefse verdiği gerginlikleri giderir.



Tabiatıyle, hayatla mücadele ve yaşayabilmek için didinmeden ibaret olan bu gerginlik, büyük bir mana ve özellik taşır. Bu gerginlik, midenin yemeği eritmek için ifrat ettği zehirler gibidir. -Vazifesini yaptıktan sonra- mutlak surette vücuttan çıkarılıp atılması gerekir.



Nasıl ki, vücut, herhangi bir yolla taşıdığı zehirleri atıp kendini kurtarabiliyor, ve nasıl ki zehirler; içerisinde biriktiği zaman hayatı tehlikeye giriyor; nefis de aynı şekildedir. Onun da zehirlerini mutlaka dışarı atması lazımdır. Nefsin zehirlerini tasfiye edecek en mükmmel kuvvet de sevgidir. Nefsin zehirlerini sevgiden daha ala temizleycek hiç bir kuvvet yoktur. İnsanın azametini kendisinde temessül ettiren bu ülvi ve şeffaf ruh, Allah’ın bir avuç toprağa üfürdüğü ruh nefhasını da kendisinde temessül ettirir.



Geniş ölçüde sevgi... Her varlığı sevmek... Her şeyi sevmek... Kur’an’ın yapıtğı da İslam’ın yaptığı da işte budur.