A - Beş Duyunun Göremediği Şeyleri İnkar Mi Edelim? Ruh, Düşünme, Kavrama, Hatırlama Ve Telepati

Ruh nedir?..



Kapalı, müphem, sınır tanımayan bir şey...



Ruh’un yapısındaki bu kapalılık, ruhu kuşatan bu perde, insan aklının derinliklerine inemediği bu sır yokmu; işte son asırlarda maddecileri şaşırtan ve ruhu hesaba katmayıp, tamamen inkar etmelerine sebep olanmokta budur.



Onlara göre, beş duyunun göremediği her şey mevcut değildir?.. Ruhda beş duyu ile görülmez, o halde ruhda mevcut değildir!..



Fakat, aldous Hüksley, hiçbir dine inanmadığı halde, maddecilere, hakkında kesip biçtikleri ruh konusunda unuttukları bir gerçeği hatırlatırken şöyle demektedir: “İtiraf etmek zorundayız ki, bazı insanlar beş duyu dışında kalan bir yolla meçhulü sezme kudretini bilmiyoruz diye inkar etmemiz doğru olmaz. Zira, kavrama ve düşünme olaylarınında cereyan tarzını bilmiyoruz. Bilmediğimiz için bunları inkara kalmamız, bu konudaki bilgisizliğimize hiçbir katkı yapmaz. İçimizde kavrama veya hatırlama mucizesinin nasıl cereyan ettiğini bilen bir kimse varmıdır?.. Bunları nasıl bilmiyorsak, sezginin cereyan tarzınıda öylece bilmiyoruz. Ama, buna rağmen sezgi ilmi bir gerçektir.”



Bu, yolun yarısıdır. Zira, Hüksley, yolun tamamını değil, yarısını bizimle birlikte yürümektedir. İnsanda bazı şeyleri sezebilen meçhul bir gücün sırrına eremememiz ve mahiyetini bilemememiz, onun gerçekten yokolması anlamına gelmez; biz bilmesekte bu güç yine vardır demekte ve bunlardan daha mühim olanı, kavrama ve hatırlama olaylarında olduğu gibi, mahiyetini bilmememize rağmen, insanlığnı beş duyu dışında bazı güçlere sahip olduğunu itiraf etmektedir.



Bu yolun yarısıdır. Zira, Hüksley, bu bilinmiyen gücü yalnlız sezgi konusuna hasretmekte; sonra insanların tümüne değildi, yalnız bazı kimselere mahsus bir güç saymaktadır. Beş duyu dışında kalan sezgiyi, bütün insanlığın asli gücü olarak kabul etmemektedir. Ama insan materyalizmin her çeşit duygu ve düşüncelerine hakim olduğu ve maddeciliğin derinliklerinde boğulup kalmış olan garbın materyalist anlayışı açısından konuya eğildiği zaman, bir kere bu mühim itirafın İMANA İNANMAYAN  bir kimseden geldiğini görecektir. Bu da en azından, insanın doğru düşünme yönünde büyük bir ilerleme kaydetmiş olduğunu gösterir. İmanın insanlık tarihinin ilk sayfalarında kararlaştırıp yürürlüğe koyduğu doğru düşünce...



Ruh, meçhul bir güçtür, kapalıdır, müphemdir, kavranamaz, anlaşılamaz, sırrına erilemez.



Kavrama ve hatırlama olaylarının, beş duyu içerisine girdiğini kabul etsek ve bu yüzden bunların gerçekten var olduğuna inansak, yanlış bir kanaate düşmüş oluruz. Çünkü, bunlar, aslında beş duyu ile hissedilen şeyler değildir. Biz, bunların yalnız sonuçlarını kavrayabiliyoruz; kendilerini değil... Bizi bu yalnış kanaate sürükleyen, bunların sonuçların gayet net bir şekilde hissetmemizdir. Kavrama ve hatırlamada da durum bu olduğu gibi; kavrama ve hatırlama olayların oluş şeklini bildiğimizi, zannetmemiz de yine bu sonuçların netliğinden ileri gelmektedir. Aslında biz ne kavrama, ne hatırlama olayları ve nede bunların oluş şekillerini biliyoruz. Biz, bunların yalnız beş duyunun kavrayabildiği sonuçları ile yetiniyoruz, o kadar!...



Eğer azıcak düşünecek olursak, ruh gücünün de aynı durumda olduğunu göreceğiz.



Bu da mana ve mahiyet bakımından tamamen kapalı, müphem ve insanın kavrıyamıyacağı bir şeydir. Ama sonuçları hiçde kapalı ve kavranamaz değildir.



Hatırlama olayının tanımını yapmaya kalksak, onu açıklayacak bir tek kelime bulabiliriz; oda: “hatırlama”dır. “Hatırlama olayı: hatırlama olayıdır” demekten başka çaremiz yoktur!..



Kavrama olayını tarif edecek olsak, ya aynı kelimeyi, yada eş anlamlı başka bir kelimeyi kullanmak ve “Kavrama olayı: kavrama olayıdır” demek zorundayız!..



Fakat, ruh öylemi ya!.. Ruh’un tanımını yaparken, hiç değilse; “Ruh: insanı meçhule, bilinmeyene ulaştıran; beş duyuya kapalı olan gayb alemine kavuşturan güçtür.” diyebiliriz bari!..



Sezgi, ruhi bir olaydır. Kayıptan haber verme anlamına gelen rüya, ruhi bir olaydır. Telepati denilen, arada hiçbir cihaz veya vasıta olmadan uzaktan uzağa anlaşma, ruhi bir olaydır.



Hz. Ömer’le Hz. Sariye arasında geçen meşhur olay, bunun en güzel örneğidir. Hz.Ömer, minberde halka hutbe okurken, bir ara  duraklıyacak, konu ile hiçbir ilgisi olmayan şu sözleri sarfetmiş: “Ey Sariye dağa!.. dağa!..” Bunu karşısındaki müslüman halk gibi, binlerce kilomatre uzaktaki İslam ordusu kumandanı Sariye de duymuş ve bu sayede farkına bile varmadığı pusudan sıyrılıp düşmana galebe çalmştır.



Bütün bunlar, insanın karşısında dehşete düştüğü, şaşkınlıktan dilinin boğazına tıkıldığı ve önünde eğilip aczini itiraftan başka hiçbir çare bulamadığı mucize kabilinden, çok parlak ve muazzam olaylardır. Ama bununla beraber birer yan olay, ruh’un yanında gelen olaydırlar. Burada da en büyük görev ruha düşmektedir. O da, Allah’la insan arasındaki bağı kurmak...



Pek iyi bu bağ nasıl kuruluyor, nasıl iş görüyor; telepati, sezgi ve gaybı bildiren rüya nasıl cereyan ediyor?.. işte, kavrama ve hatırlama olaylarının oluş şeklini nasıl bilmiyorsak, bunlları da öylece bilmiyoruz... Bilmiyoruz ama, her nasılsa oluyor işte...