İbadet Programı

İslam’ın en bariz özelliklerinden biri de, onun muazzam bir ibadet prensibine sahip oluşudur. Fakat bu ibadet prensibine sahip oluşudur. Fakat bu ibadet prensibi biraz açıklamya muhtaçtır. Zira, ibadet, yalnız namaz, oruç, zekat gibi bildiğimiz tapınma ve kulluk esaslarınan ibaret değildir. Bunun İslam’da ibadet yalnız Allah’a kulluk etmek; dünya ve ahiretle ilgili her işte direktifi yalnız ve yalnız Allah’la insan arasında devamlı bir bağ kurmaktır.



Aslında bu bağ, terbiye prensibinin tümüdür. Bütün dallar budaklar bu bağdan fışkırır, çıkar ve neticede yine bu bağa döner ve bağlanır.



Namaz, oruç, zekat, hac ve benzeri bütün ibadet çeşitleri, birer anahtardan ibarettir; Allah’a giden yolun kapısını açan anahtarlar... Veya yolcuları azık ve katık almak üzere indiklari birer istasyondurlar bunlar... Hak yolcularının bu istasyonlardan ayrılmaları demek; ibadetten, yani: Allah ile aralarında kurdukları kalbli bağdan ve Allah’a vermiş oldukları va’dden ayrılmaları demek değildir. Çünkü, bu yolun tümü ibadettir. Yön Allah’a doğru, kalp Allah’a bağlı olduğu sürece insan, lafla değilde hakkıyla: Allah’tan başka hiçbirma’but bulunmadığına ve Muhammed (s.a.v.) in Allah’ın rasulü olduğuna şahadet etmek suretiyle, (LA) ile bütün yolları, belli belirsiz bir keçi yolu bile bırakmaksızın kapadığı; (İLLA) ilede yalnız Allah’a giden yolu açıp; Hz. Peygamber’in rehberliğinde bu yola koyulduğu, bütün hayatını ve her türlü davranışlarını bu esasa göre düzenlediği müddetçe; yol boyunca yaptığı her iş, daldığı her fikir ve andığı her duygu aynen ibadettir. Bu manada ibadet, hayatın tümünü içerisine alır.



Bu manada ibadet, hayatın tümünü içerisine alır.



Yalnız mahdut anlar, beli günler ve kısa yönlere münhasır kalmaz. Eğer böyle olsaydı, şu Ayet-ı kerimeden ne kastedilmiş olabilirdi...



“Ben, cinleride, insanlarıda (başka bir hikmetle değil) ancak bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 51/56)



Yaratılışın sebep ve gayesi demek olan ibadet, bu kadar kısa sürelere sığdırılmış olsa idi. Uçsuz bucaksız kainat sayfsı içerisinde bir hiç olan nefis sayfasına hemen hemen hiç bir etki kalmadan uğrayıp geçerek boşlukta kaybolup giden anların4ne kıymeti olabilirdi?!...



(4) Namaz kılma, oruç tutma, zekat verma v.b. anlarının (Mütercim)



İbadetin değeri, bütün ömrü içerisine alan bir hayat prensibi; başlıbaşına bir yol, iş düşünce ve duygu planı olmasındadır. Bütün bunlar, olması veya olmaması gerekeni her an ayna gibi gösteren açık seçik bir plan ve programla yapılabilecek şeylerdir...



Bu konuda, her işin dönüp dolaşıp varacağı yer. Allah’tır. Her işte kendisine baş vurulacak olan tek merci O’dur. Her an danışılıp istişare edilen prensip O’nun prensibidir. Hem kalbin derinliklerinde, hem aklın yetenekleri ve hemde yolun gerçeklerinde herşeyin danışıldığı, istişare edildiği prensip...



Her an kalbi Allah’a sığınmaya sevkeden, insan kalbi ile Allah arasındaki devamlı ve sarsılmaz bağı kurmak ve her işte Allah’a baş vurup, O’nun prensibini istişare etmek; her şeyin sayesinde tam ve mükemmel bir şekil aldığı İslami terbiyenin ana kaidesidir. Bu kaideden yoksun olan her şey, boştur, hiçtir.



İslam, yukardada bahsettiğimiz gibi, nefsin herteline birer birer el vurup ayarlamak ve bu ayarın Allah’la da bağlantısının kurmak suretiyle, bu yüce hedefe götüren herşeyi kendisine vasıta edinir. Aşağıdaki bölümlerde -bilhassa ruh terbiyesi bahsinde- bunun daha geniş açıklaması gelecektir. Yanız biz burada, İslami terbiye pensibinin genel kaideleri üzerinde durduğumuz için, İslam terbiye prensibinin diğer terbiye metotlarından ayrıldığı noktaları kaybetmeden geçemiyeceğiz.



Bazı terbiye prensipleri, insan kalbini belirli bir toprak parçasına;bazıları herhangi birşahsa, bazılarıda bir takim hurafelere bağlar. Sonrada prensip, tümü ile bu kaideler üzerine oturtulur. Bu aidelerin ruhuna harfiyyen uydurulur. Her türlü duygu, düşünce, iş ve yönelişler bu renge boyanır. Herkes ve herşey bu yöne yönelir. Sonrada her fert, yalnız bu kaideden medet bekleyen, bu kaide çıkarına hareket eden ve sırf bu kaidenin kavramlarından kaynayan bir takımfazilet ve değerlere göre yetiştirilir.



Şüphesiz insanlığın bu, belirli değerlerarasınad karşılaşacağız bazı hakiki değerler bulunacaktır. Zira, insan oğlu ne kadar sapıtırsa sapıtsın ne de kadar hak yoldan uzaklalşırsa uzaklaşsın-allah’ın kendisine lutfetmiş olduğu basiret sayesinde-az çok bir miktar hakikat elde edecektir. Ama bunlar, çok defa belli bir bölge, şahıs veya zihniyete ait değerler olmaktan ileri gidemeyecektir. Aralarında yer alan gerçek insani değerlere, olsa olsa Allah inancından gelen ve Allah’ın razı olduğu değişmez prensipten faydalanmış olan hükümlere rastlanabilecektir.



Buna misal olarak Avrupa terbiye prensiplerinden, çoklarının hepsinden daha üstün saydığı İngiliz terbiyesini ele alalım. İngiliz terbiye sistemi ferdi pekçok hakiki değer ve üstün fazilet esasları ile mücehhez olarak yetiştirir. Hırsızlığı, soygunculuğu, yol kesmeyi, yalancılık ve dolandırıcılığı yasakklar. Gerek işlem ve gerekse karakter bakımından oldukça güzel yön bu... insanın ister istemez hoşuna giden, ferahlatıcı bir istikamet ... Karşılıklı yardımlaşmaya yöneliş... Bünyeden benliği çekip atma eğilimi... Ümumu çıkarına olanı duyma ve amme adına şahsi çıkardan bir nebze fedakarlık yapabilme temayülü...



Bütün bunlara evet...



Ama, İngiltere sınırları dahilinde!.. İngiliz ırkçılığı veya milliyetçiliği çerçevesi içerisinde!..



Bir ingiliz vatandaşı, İngiltere sınırları dışan bir kıl boyu çıktığı; kendisine uygulanan terbiye programının üzerine oturtulduğu ve kendisine tapmak üzere yetiştirildiği puttan ayrılverdiği zaman, karşımıza aniden daha önce hiç tanımadığımız bambaşka birşahıs çıkacaktır!.. Azgın benlik, korkunç hırs, sahtekarlık, dolandırıcılık, dalavere, yalan, kin, gazap, hırsızlık ve soygunculuk... Birtek şahsın çıkarı veya birtek vicdanın sesi kaşısında bütün insani değerleri hiçe saymak... Ayaklar altına almak...



Neden?!.. Niçin?!.. Değişimi bu adam?!..



Asla... bu adam taptığı puta hala tam manasıyla sadakkat göstermektedir. Yalnız, insani bir terbiye ile terbiye edilmiş olmadığından, insanlığa karşı zerre kadar samimi olmadığı gibi, Allah’a karşıda asla sadık ve samimi değildir. Zira onun yetiştirildiği terbiye sisteminde, insanla Allah arasındaki bağlantıya yer verilmemiştir. Allah’a açılan hakiki bir pencere yoktur...



Bu misal bize, İslami terbiye sistemi ile, İslami olmayan terbiye sistemleri arasındaki kesin farkı gösterdiği gibi; aynı zamanda -Allah’ın genel anlamda insana hitabı demek olan- İslam’ın terbiye prensibinin için en geniş ve en şümullü anlamıyla ibadet esası üzerine kurmaya haris olduğunu; neden insanla Allah arasında devamlı bir bağ bulundurma esası üzerinde bu derece titiz durduğunu da göstermektedir.



Çünkü, yeryüzünde insan kalbi ile Allah arasında canlı ve sağlam bir bağ kurulmadıkça, gerçek iyilik ve hakiki güzel asla garanti altına alınamaz. İnsanlar, yaratıcıları ile birgün karşıkarşıya geleceklerine samimi olarak inanmadıkça; hiçbirzaman değerini kaybetmiyen ezeli hak ve adalet garanti edilemez ve ayakta kalması sağlanamaz. Kitleyi zapt-u rapt altına alan gerçek insani bağ-kul ile Allah arasındaki bu rabıta-dan doğmaktadır.



İslam, bu hakikati bütün incelikleri ile bildiği içindirki, ibadeti en üstün incelikleri ile bildiği içindirki, ibadeti en üstün kaide olarak kabul etmiş ve bütün hayat nizamında bundan yeteri kadar faydalanmıştır.



İslam, fert ve toplum olarak insanları; gerek ibadet, gerek ibadet, gerek ticaret, gerek sanat, gerek siyaset, gerek harp ve gerekse sulh samanlarında; gerek birbirleri ile olan karşılılklı muameleri ve gerekse sevgi se düşmanlıkları esnasında... Velhasıl hayatın her anında Allah’a bağlamıştır. İnsan her türlü işlerini, Allah’a bağlamıştır. İnsan her türlü işlerini Allah’a başvurmak suretiyle halleder. Yalnız Allah’tan korkar; sevdiğini yalnız Allah’tan korkar; sevdiğini yalnız Allah için sever. Sığınağının daima Allah olduğunu bilir.



İslami anlamda ibadet, işte budur.



Yoksa, insanın kendini tamamen zühd-ü takvaya vermesi, dünya hayatından büsbütün el-etek çekerek, bir çeşit ruhbanlığa saplanıp kalması demek olmadığı gibi; yalnız secde ve rükuda kalbini Allah korkusu bürüyüpde, namazdan çıkar çıkmaz iç aleminde korkunç bir hırs, kin ve düşmanlık fırtınasının kopması, Allah’ın insana emanat ettiği halifeliğin gerçekleşmesi yolundaki çabayı gevşetmek, hakkın muzaffer olması uğrunda gayret göstermemek, veyahutta duygu alemindeki enerji kaynağını kullanmayıp bir bahanecililik  ve vurdum- duymazlık girdabına düşmek demek değildir.



İslamde ibadetin manası asla bu değildir!..



İbadeti böyle anlayanların Allah’la aralarında kalbi birbağ yoktur. Böyleleri İslam yolunda ilerleme kaydetmemektedirler. Ancak ibadet duraklarında gösteriş yapmakta ve istasyonlarda boşuna öte, beri dabalamaktadırlar.



İbadet, kalp, insanı iş ve harekete zorlayan ve daima ileri iten, canlı ve bağlayıcı bir enerji ile dopdolu olduğu halde, yola bizzat koyulup, zaman zaman azık alarak ilerlemektedir.



İslam, kallbi hazırlayıp ona yön veren bu enerji kaynağı üzerinde büyük bir titizlikle durmaktadır. Bu kalp, insanı düşünürken, duyarken, vücudu ve elleri ile iş yaparken; insanlık kardeşleri ile karşılaşırken, çeşitli muamele ve münasebetlede bulunurken doğru yola sevkeder. Zifiri karanlık içerisinde karanlıkları yarıp insanın gideceği yolu aydınlatan bir far gibi, insana hak yolu gösterir. Bu sayede insan, tökezleyip kapaklanmaktan kurtulur. Yere yuvarlansa bile, bir daha kalmamak üzere toprağa yapışıp kalmaz ve topraklaşmaz. Kalpteki enerji canlı kaldığı ve yolunu aydınlatmağa devam ettiği sürece, üzerindeki toprağı silkerek ayağa tekrar kalkar ve yoluna devam eder.



“İslam, insanın kalbi Allah’a doğru yönelmiş olduğu müddetce, her türlü işi ibadet saymaktadır. Bu husustaki hüküm gayet açıktır. (Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz birr (ve taat) bu değildir. Fakat birr (ve taat), Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malı (nı Allah) sevgisi ile (yahut mala olan sevgisine rağmen) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmış misafırlere) dilenenlere ve köle ve esirler (i kurtarma) ya veren, namazı (nı) dosdoğru kılan, zekatı (nı) veren (kimselerin) ahitleştikleri zaman sözlerin yerine getirenler (in) sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabir ve metanet gösterenler (in) birr (ve taatıdır). Onlar (yokmu) imanlarında ve birr (ve taat iddiasında) sadık olanlar onlardır ve onlar takvaya erenlerinde ta kendileridir.”(Bakara: 2/177)