D - Benimseme Ve Bananecilik, Kabul Ve Red.

Birde her şeyi üzerine mal edip, gereği gibi benimseme (icabiyye) prensibi vardır ki buda yine, İslami terbiye yolunun özelliklerinden ve aynı zamanda ideal insanın karakteristik vasıflarındandır. İnsandaki her türlü güçler ve bu güçlerin birbirleri ile olan bağlantıları arasındaki kaynaşmanın tabii bir sonucu olarak insan, hayat gerçekleri içerisinde herşeyi gereği gibi benimser ve aktif bir hale gelir. Yalnız bu benimseme, sapık ve bozuk bir benimseme değil; hedef ve yolunu asla şaşırmayan hakkıyla benimseme ve gereği gibi benimseme diyebileceğimiz (icabiyye-i seviyye):doğruyu doğru-dürüst benimsemedir.



İnsanda çeşitli ve birbirine zıt pek çok kabiliyetler vardır. Bunlardan her yönde kabul edilen ve benimsenenler var, kabul edilmeyenler var... Biz bu kabiliyetleri kendi halinde bırakacak olursak; ya her birisi bir yönde gelişir, yada gellşimiz, olduğu gibi kalır. Her iki haldede bu, bir yandan dengenin bozulması, bir yandanda bir bütün olarak insanda bulunan özelliklerin bozuk ve karmakarışık bir halalması sonucunu doğurur. Bu ise, ne doğru dürüst bir program ve nede belli başlı bir hedef ta’kib etmeden, la-alettayin, bazen red, bazende kabul oyu kullanan bir keşmekişlik ortaya koyar.



İnsan, aktif, yön veren, iradesi olan ve dileyen bir kuvvettir. İnsan için Allah’ın muradı da budur. Bundan dolayı insan, hayat gerçeklerini benimseyen kuvvettir... Geri değil daima ileri iten kuvvet... Maddi güçleri boyunduruğu altına alarak, dünyayı mamur ve müreffeh bir hale getirmek için gereği gibi kullanıp değerlendirecek olan kuvvet...



“O, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini kendini (tarafı)ndan size rametti.” (Casiye: 45/13



 Allah’ın insanların tutturduğu gidişat ve hayat tarzını değiştirmesine sebep olan kuvvet...



“Bir kavim, üzerindeki (hal ve ahlak) ı değiştirip bozuncaya kadar Allah şüphesizki onun (halini değiştirip) bozmaz.”(Rad: 13/11)



Hayatını ve yolunu inandığı programa göre düzenleyi; iyiliği hararetle emreden; kötülüğü şiddetle yasaklayan ve kendini düzenini bizzat kedisi kuran kuvvet...



“Siz, insanlar için (insanlığın faydası için, kayıptan, yahut levh-i mahvuzdan saçilip) çıkarılmşı en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreden, kötülükten vaz geçirmiyi çalışırsınız (Çünkü) Allah’a inannıyorsunuz.”(Al-imran:3/110)



Her şeyi gereği gibi -amma hiç bir taşkınlık göstermeden- benimseyen kuvet... Taşkınlık, her çeşidi ile, yapıcı benimseme için son derece kaygan ve tehlikeli bir dönemeçtir.



İnsan nefsine karşı baskı ve taşkınlık yaparak, bazı güçlerini sahneye çıkarmak için, diğer bazı güçlerini altalar ve yener. Mesela: bedeni veya akli gücünü sahneye koymak için, ruhi gücünü altalayabilir. Maddi taraflarını sahnelemeyek için, maneviyatını  yıkarak, diğerlerini maddi gelir yoluyla gerçkleştirebilir.



İnsan, kendisinden başkasına anormal davranarak, başkalarına tanımadığı hakları kendisine tanıyabilir. -Fakat veya millet olarak -başkalarının kendisine kul köle olması hakkına sahip; herkesin kendi boyunduruğu altına girmeye ve ona kayıtsız şartsız itaat etmeye mecbur; ne toplumun birbiriyle olan sıkı bağlarına ve nede herkesin her istediğini istedigi zaman yapmaya kalkması halinde toplumda doğacak karışıklık ve bozukluklara kulak asmadan yanlız kendisinin şişip kabarması veya keyfine göre davranma  hakkına sahip olmak suretiyle, kendi haklarını istediği gibi tesbit etmesi; vazifelereni -şayet, kendisine herhangi bir vazifenin düşdüğünü kabul  edecek olursa, -bizzat kendisinin keyfince tayin etmesi için; başkalarının her türlü kıymet, şeref, hürriyet ve hayat değerlerini ellerinden çekip almaya layık bir ırk veya soydan geldiğini kabul edebilir.



İşte bunlar, bozuk, düzensiz veya çürümüş benimseme diyebileceğimiz: (icabiyye-i Muhtelle) nin örnekleridir.



Bunun karşılığındada kabul etmeme veya reddetme diyebileceğimiz hasta (selbiyye) var...



İnsan kendisine karşı redci (selbi) olur, içinden gelen duyguları benimsemez ve neticede arzuları nefsine dizgini takar, onu istediği tarafa çeker. Çünkü bu durumda insan, tutucu kuvvete, arzuların meyillerini firenliyen olumlu kuvvete sahip değildir.



İnsan, başkalarına karşı redci (selbi) olur ve çevresini hiç mühimsemez. Maddi, iktisadi veya içtimai kuvvetlere karşı olumsuz davranır, Örf, adet ve geleneklere karşı bahanecidir. Toplum ruhunun şiddetine veya donukluğuna veyahut bizzat kendisine hakim olan kuvvetlere karşı ilgisiz olur. Bundan dolayı ferdi varlığını kaybeder ve kendisine yapılan baskılar altında ezilir. Şahsiyet ve karakter diye birşey kalmaz kendisinde...



Bunların her ikisi de, yani insanın ne kendi duygularına ve dene çevrenin etkilerine kulak asmaması, Allah’ın yer yüzündeki halifesi ve vekili olan insana yakışmıyan düzensizlik ve bozukluklardır!..



Her ikiside, kötü terbiye ve yanlış yön vermeden ileri gelen sakatlıklardır, bunların... Ya insanın bazı tellerini, bırakıp bazılarını akord etmekten, ya da bazı telleri kulak tırmalayıcı nameler çıkaracak şekilde ayarlamaktan ileri gelir bur karışıklıklar...



Ayar, yalnız ferdi veya yalnız toplumsal arzuya göre yapılacak olursa; veya, yalnız maddi veya yalnız ruhi yön nazarı itibara alınarak yapılırsa; veyahut, insana hareket ve canlılık veren veya davranışları zapt,ı rabt altına alan güç üzerinde yapılacak olursa, sonuç, şurada bozuk düzenbir benimseme, burada karmakarışık bir redcilik olacaktır.



İnsandaki güçlerden herhangi birine gereğinden fazla önem verip, karşıtları olan güçleri taşkınlığa sevkedecek şekilde ele almak, yine aynı sakat soncu verecektir.



İslam ise, insanın yapıcı bir (icabi kabul eden ve benimseyen güç olmasını ister. Ama karmakarışık değil; doğru ve düzenli bir benimseme ve kabul gücü... Bu konuda tutturmuş olduğu yolda, yukarda anlattığımız: bir anda bütün teller toplu ve birbirine bağlı olarak el vurmak; hepsinin hakkını yerli yerince vermektir.