Dünya Hayatının Değeri:

        



‘Dünya’ kavramından herkesin ne anladığına da bakmak gerekir. İnsanlar onu, kendi meslek, arzu, istek, hedef ve gayelerine göre değerlendirirler. Herkesin kendine ait bir dünyası vardır. Dünya, bir çiftçiye göre ekmek-biçmek, bir ilim adamına göre ilim (bilgi) alanı, bir abide (çok ibadet edene) göre bir ibadet yeri, bir sarhoşa göre içmek zamanı, nefsinin esiri olan bir kimseye göre de gönlünce eğlenme mekânıdır.



Kimileri onu geçici bir zaman olarak görür ve ona göre değerlendirir. Kimileri de hiç ölmeyecekmiş gibi ona sarılır, ölüm ve ötesini hesaba katmaz.



Bir çok Kur’an âyetinde ve bir çok hadiste  ‘dünya hayatı’ ve ona olan tutkunluk yerilmekte, bazen de ‘dünya hayatı’ övülmektedir. Aslında bu iki yargı arasında bir çelişki yoktur. Her iki kaynak ta ‘dünya’yı, onu hangi ölçüde sevenlere göre değerlendiriyor. Ahireti hesaba katıp güzel bir hayat yaşayanlar için ‘dünya’ övülmüş, sefihçe ve Ahireti hiç düşünmeden, nefsinin arzularına uyarak yaşayanlar, dünyayı Allah’a kulluk yapmaya tercih edenler için de yerilmiştir.



Kur’an ‘dünya’ ile Ahiret arasında  bir tercih olursa, elbette Ahiretin tercih edilmesini emrediyor. Çünkü Ahiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.[411]



‘Dünya hayatını Ahirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler.[412] Allah’ın hükümlerine kulak  vermeyip, Ahireti unutanlar; dünyaya karşılık Ahireti satanlardır. Böyle bir alış-veriş hiç te kârlı değildir.[413]



Müslümanlardan bazıları da Ahiretlerini kazanmak için dünyalarını satarlar. Kur’an, Allah yolunda cihad etmenin bu anlama geldiğini ve böylelerinin büyük bir sevaba kavuşacaklarını haber veriyor. Allah yolunun şehitleri bu çok kârlı alış-verişin canlı örneğidir.[414]



Kur’an-ı Kerim’e göre ‘dünya hayatı’, bir oyun (oyalanma) ve bir eğlencedir,[415] aldatıcı bir meta’ (fayda, alınıp-satılan şey)[416], geçici ve önemsizdir.[417]



‘Dünya hayatı’ yağmurla biten ve yeşeren, sonra da bir afetle yok olup giden ekin gibidir.[418] Oyun, oyalanma, eğlence ve bir süs olmasının yanısıra; mal ve çocuk bakımından bir övünme ve bir çoğalma yarışıdır. O, aldatıcı bir geçinme aracıdır.[419] Mal sahibi olmak çocuk edinme ve diğer sahip olunan şeyler aslında ‘dünya hayatı’nın süsüdür. Ancak varılacak yerin en güzeli, mutluluğun en şahanesi Allah’ın katındadır.[420]



‘Dünya hayatı’, bu gibi özellikleriyle aldatıcı, oyalayıcı, gaflete düşürücü, asıl maksattan uzaklaştırıcı, gelip-geçici ve vefasızdır.



Peygamberimiz de bir çok sözünde ‘dünya hayatı’nın bu özelliklerini anlatıp, onu aşırı sevip, ona bağlanmaktan mü’minleri sakındırmıştır. Buyuruyor ki:



“Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışın başıdır. Bir şeye karşı olan sevgin seni kör ve sağır yapar.”[421]



“Eğer dünya Allah’ın yanında sivri sineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.”[422]



Zeyd b. Sabit (ra) Allah’ın Rasûlü’nden şöyle işittiğini anlatıyor:



“Kim dünyaya çok önem verirse, Allah (cc) onun işini dağıtır (zorlaştırır). İki gözünün arasına fakirliği (aç gözlülüğü) koyar. (Halbuki) dünyadan ona ulaşacak olan kendisi için yazılandan başkası olamaz. Kimin de niyeti Ahiret (i kazanma) ise Allah (cc) onun işini toparlar (kolaylaştırır). Onun kalbine zenginliği koyar. Ona dünyadan da ihtiyaç duyduğu şey ulaşır.”[423]



İnsanların hangisinin daha iyi amel işleyeceğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan Allah (cc)[424], insanların içerisine dünya malına ve geçimliklerine karşı bir meyil, bir tutku koymuştur. Yaratılan bütün mal ve geçimlikler ‘dünya hayatının’ süsüdür. Onları kazanmaya çalışmak, onlara sahip olmak ve kullanmak suç değildir. Kişide yeme içme, barınma ve giyinme ihtiyacı olduğu müddetçe; mala ve eşyaya olan arzu ve meyil bitmeyecektir. Bir de buna insanın aşırı ihtirasını ve başkalarına hükmetme  arzusunu da eklersek, dünyalıklara karşı olan sevgi daha da anlaşılır olacaktır.



İslâm, her konuda olduğu gibi bu konuda da insan hayatına ve arzularına bir denge getiriyor. Allah’ın insanlar için yarattığı zinetleri (süsleri ve geçimlikleri) kimsenin yasaklamaya ve  haram kılmaya hakkı yoktur. Ancak insan bu zinetleri helâl yoldan aramalı, harama harcamamalı, mal ile şımarmamalı, malı haksızlık aracı olarak kullanmamalı, mal ile meşgul olarak Allah’tan ve Ahirete hazırlanmaktan uzaklaşmamalı, üzerinde (zekât, sadaka ve nafaka gibi) hakkı olanların hakkını vermeli.



Peygamber (sav) dünyadan yüz çevirerek, devamlı ibadetle meşgul olup, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını bile karşılamayan sahabelerin tutumunu tenkit ettiği gibi, dünyalık ve mal sevgisini kalbe yerleştirip kulluk görevlerini ihmal edenleri de uyarmıştır.



‘Dünya hayatı’ ve ahirete hazır olma arasında bir denge olmalıdır. İslâmın hoş görmediği ‘dünya hayatı’, insanı Allah’tan uzaklaştıran yaşama anlayışıdır. Mal, servet, makam ve mevki tutkusu, şöhret hastalığı, şehvetlere esir olma, lüks ve israf anlayışı, malla şımarma ve dünyalıklara köle olma akılsızlığıdır.



Şüphesiz yerilen, tenkit edilen ‘dünya hayatı’; ona ait şeyleri ilâh haline getirme, mal peşine koşmaktan başka bir hedef tanımama, geçimlikleri kutsal hale getirme aldanmaktır, cahilliktir.



Ve insanın yaratılış amacı da bu değildir.         



İslâm, her türlü meşrû çalışmayı övmüş, onu ibadet saymış ve insanın ancak çalışmasının karşılığını alabileceğini belirtmiştir.[425] “Hiç kimse elinin emeğinden daha hayılısını yememiştir” diyerek el emeği ile geçinmeyi; yani çalışmayı teşvik etmiştir. Buna karşın İslâm, insandaki fıtrí bir takım meyilleri inkâr etmemiş, insanın dünyalıklara karşı arzusunu baskı altına almamış, ancak bu arzunun dengelenmesini, nefsin isteklerinin kontrol altına alınmasını istemiştir. Bunun da yollarını ve prensiplerini açıklamıştır.



Peygamberimiz (sav), “Uhud dağı kadar altınım olsa onu üç günden fazla saklamazdım (insanlara sadaka olarak verirdim)”,[426] buyurarak dünya geçimliklerinin ne kadar değerli olabileceğini haber veriyor. İnsanın dünya hayatını ise şu nefis benzetme ile değerlendiriyor:



“…Dünya (hayatı) ile benim ilgim, bir ağacın altında gölgelenip sonra da bırakıp giden yolcunun durumu gibidir.”[427]