k) Dua İbâdettir

Duanın özü, kişinin kendisini Allah'ın karşısında acziyet içerisinde hissedip O'na yönelmesi ve taleplerini O'na arzetmesidir. Zaten ibâdet, bir varlığa boyun eğmek, O'nun karşısında küçülmek, O'na itaat etmek manalarını içerir. Kısacası dua ile ibâdet mana olarak aynı şeyleri ifade etmektedir.



Biz her ne kadar dua ile ibâdeti birbirinden ayrı iki olaymış gibi görüyorsak da aslında bu ikisi özde aynı şeydir. İbâdet olarak bildiğimiz namaz, oruç, zekât, hac gibi Allah'ın emirleri aslında duanın harekete dönüşmüş şeklidir. Bilindiği gibi Kur'an'da da geçen şekliyle Arapçada, namazın adı salât'tır. Fakat bu salât kelimesinin aynı zamanda dua manasına gelmesi çok manidardır ve bir tesadüf değildir. Salât kelimesinin hem namaz, hem dua manasına gelmesini şöyle izah etmek mümkündür:



Namaz, tüm ibâdetleri bünyesinde toplayan ve insanla Allah arasındaki ilişkiyi en net ve sık bir şekilde (günde en az beş defa) sağlayan ibâdettir. Zaten dua da Allah ile kul arasındaki bir diyalog idi. Yani her ikisi de kulu Allah'a bağlaması yönüyle aynı kapıya çıkıyor. Rasûlüllah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyuruyor: "Dua ibadetin ta kendisidir."[342] Çünkü dua ile kişi ihtiyacını teminde aczini idrak etmiş, bunu ancak her şeye kadir olan Rabbinin temin edeceğinin şuuruna ermiş ve bu sebeple O'na sığınmış olmaktadır. Esasen ibâdet de bundan başka bir şey değildir. Yine Rasûlüllah (s.a.s.) "dua ibadetin özü (iliği) dür."[343] buyurmak suretiyle dua ile ibâdetin özde aynı şey olduklarına dikkat çekmiştir. Biz bu özü kulluk olarak ifade edebiliriz. Bu aynı zamanda insanın yaratılış amacı olmaktadır: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyât: 51/56).



Kur'an'a ve Önderimizin hayatına baktığımızda dua olgusunun merkezî bir konum arzettiğini görürüz. Yüzlerce âyet, insanın Rabbıyla bağlantı kurması ve iletişime geçmesi diyebileceğimiz dua örneklerinden oluşmaktadır. Aynı şekilde hadis külliyatında duanın önemine dikkat çekilmekte ve pek çok güzel dualar bu eserleri süslemektedir.  



Müslümanlar olarak Allah ile her an can u gönülden bir ilişki ve sürekli irtibat halinde olmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde acaba Allah ne kadar gündemimizde yer alıyor? Hesaplarımızda O'nun yeri neresi, O'nu hesaba katıyor muyuz? Yoksa mevcut durumu kanıksayıp "zaten biz buna müstahakız, kâfirler çok güçlü, Allah da bize yardım etmiyor, o halde iş olacağına varır" deyip her şeye boş mu veriyoruz? Hatta daha da ileri gidip "Allah herhalde böyle olmasını istiyor" diyenler gibi tembelliğimizin, miskinliğimizin, atâletimizin faturasını da  -hâşâ-  Allah'a mı çıkarıyoruz?



Bu sorulara vereceğimiz cevaplar ve yapacağımız nefis muhâsebesi, belki de sorunlarımıza yeni ve çözümleyici bakış açıları getirecek, ne olduğumuzu, neyi nereye kadar yapabileceğimizi, kimden neleri isteyebileceğimizi yeniden bizlere hatırlatacak ve bizleri yeniden harekete geçirecektir. Bizler kul olarak üzerimize düşeni yapmalı, gereken gayreti göstermeli, sebepler âleminde yapılacakları yaptıktan sonra ellerimizi açıp O'na yalvarmalı, halimizi O'na arz etmeliyiz. Çünkü O şöyle buyuruyor: " Bizim uğrumuzda gayret gösterenleri Biz yollarımıza iletiriz." (Ankebût: 29/69)



Belki dayatılan eğitim anlayışı ve hayat tarzının etkisiyle, belki de içinde yaşadığımız şartların baskıcı karakteri sebebiyle müslümanlar olarak bazılarımız da çoğu kez rasyonalist bir anlayışla meselelere yaklaşabiliyor. Sorunları tanımlarken ve çözmeye çalışırken gözetilmesi gereken hususları göz ardı edebiliyoruz. Çoğunlukla, yaptığımız amellerin/eylemlerin neticesini hemen almak ve somut bir şekilde görmek istiyoruz. Çoğu kez, sadece maddî boyutu yerine getirerek  -ki bunu da yeterli yaptığımız şüphe götürür-  sonuca gitmeye çalışıyoruz. Oysa bütün yapılanlardan sonra Allah'a yalvarmak ve yapılan ameli kabul edip tesirini halk etmesi için O'na niyazda bulunmak da gerekmektedir. Allah'tan “sabır ve salâtla yardım talep etmemizi” bizzat Allah öğütlüyor.[344] Yani, hem sabır ve direnme olacak, hem de dua ile yardım talep edilecek.



"Dualarımız kabul edilmiyor herhalde" diyerek karamsarlığa saplanmak da yanlıştır. İçinde bulunduğumuz şartların zorluğu ve zalimlerin zulmü, bizi kesinlikle yıldırmamalı ve hiçbir zaman bizi duadan alıkoymamalıdır. Allah, kendi ifadesiyle dua edenin dileğine karşılık vereceğini söylüyor. Allah'ın güzel isimleri arasında "Mücîb" i de zikreden Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir günah, yahut sıla-i rahmi kesme gibi bir ma’siyet olmadıkça kulun Allah'a yapmış olduğu duanın karşılığında Allah ona ya istediğini verir, ya eşdeğerde bir belâyı ondan uzaklaştırır, ya da onun için âhirette daha iyisini hazırlar."[345]