DÂLL

Yol gösteren, delil olan; delâlet eden.



İsm-i fâil olan bu kelime Hz. Peygamber (s.a.s.)'in bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade edilmiştir.



"Hayra delâlet eden, bizzat o hayrı yapan gibidir. " (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, Beyrut 1351, II. 399)



Usûl-i fıkıh ve usûl-i tefsir terimi olarak "dâll" bilgi edinmeye götüren şeydir. Diğer bir ifadeyle; çeşitli yollarla mana ve hükmün anlaşılmasını sağlayan şeydir. Lafzın manaya delâleti, işaretin, yazının, sembolün herhangi bir şeye delâleti gibi... (Râgıp el-Isfahânî, Müfredât, 179). Delâlet, masdar olmakla beraber ism-i fâil olan dâll ve delil manasınadır.



Mantıkçılara ve usulcülere göre delâlet, çeşitli kısımlara ayrılır. Hanefi usulcülerine göre, lafzın hüküm ve manaya delâleti dört şekildedir:



1) Dâll bi'l-ibâre (ibaresiyle delâlet eden): Sözün, kastedilen manaya doğrudan ve bizzat delâlet etmesidir.



"Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. " (el-Bakara, 2/43) Bu âyet, ibaresiyle namaz ve zekâtın farziyetine delâlet etmektedir. Âyetin indirilişindeki aslî maksat, doğrudan doğruya bu hükmü beyan etmektir. Dâll bi'libâre, kesinlik ifade eder. Kıyas ve zannî bir delille çürütülemez.



2) Dâll bi'l-işâre (işaret yoluyla delâlet eden): Sözün söylenişindeki asıl maksat yanında bu maksatla ilgili diğer bir mânâya delâlet etmesidir: "Şayet bilmiyorsanız bilenlere sorun." (en-Nahl, 16/43) Bu âyet; bilmeyenlerin bilenlere sormasının gereğini ifade eder. Bunun mümkün olabilmesi için de âlim yetiştirmenin gerekli olduğuna delâlet eder. Zira âlimler olmasa sorup öğrenmek de mümkün olmaz. İşte bu ikinci mana doğrudan doğruya âyetin zâhirinden anlaşılmıyorsa da, işâretinden anlaşılmaktadır. Dâll bi'l-işâre de kesinlik ifade eder. Fakat dâll bi'l-ibâre kadar kuvvetli değildir.



3) Dâll bi'd-delâle (delâlet yoluyla delâlet eden): Sözün lugat yönünden delâlet ettiği mana ile birlikte diğer bir mana da hemen akla geliyorsa, buna dâll bi'd-delâle denir. Bu delâlete "mefhum-ı muvâfakat", "kıyas-ı celî" de denir. Meselâ: "Ana ve babaya öf deme. Ve onları azarlama!" (İsrâ, 17/23) âyetinde ibare delâletiyle ana ve babaya "öf, usandım" demek haram kılınıyor. Zira bu söz onları üzer. Yasak da bu illetten dolayıdır. Bu yasağın onlara eziyet vermemek için konduğunu kavrayan bir kimse, âyette söylenmemiş olsa bile onları dövme ve onlara sövmenin haram olduğunu da hemen anlar. Bu türlü delâletin hükmü de Hanefilere göre kesinlik ifâde eder. Kıyastan üstündür. Kuvvet yönünden dâll bi'lişâreden sonra gelir. Şafiîler dâll bi'ddelâle'yi kıyas derecesinde görürler.



4) Dâll bi'l-iktizâ (iktiza yoluyla delâlet eden): Sözün doğru anlaşılabilmesi ve kabulü, söylenmemiş bir kısma bağlı bulunuyorsa, söylenmiş kısmın bu kısma delâletine dâll bi'l-iktizâ denir. Meselâ: "Size analarınız kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek ve kızkardeşlerinizin kızları, süt analarınız, süt kızkardeşleriniz, kaynanalarınız... haram kılınmıştır." (en-Nisâ, 4/23). Bu âyet kastedilen "haram"lık, belirtilen kimselerin bizzat kendileri değil, onlarla nikâhlanılması durumudur. Tarifimize göre âyette "nikâh" sözü geçmemiş, fakat şahısların zikredilmesiyle bu manâ anlaşılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.)'ın sözü de bu kabildendir:



"Ümmetimden hata, unutma ve Zorlandıkları şey kaldırılmıştır." (Aclûnî, a.g.e. l, 433). Hadis-i şerif, hata, unutma ve zorlanmanın değil, bunlardan doğan hüküm ve sorumluluğun kaldırıldığına delildir. Zira bunların bizzat kalkması bahis mevzuu değildir (Abdülkerim Zeydân, el-Veciz, İstanbul 1979, 301-310; Ö. N.Bilmen, Hukuku İslâmiye ve lstılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1976, I; 86-91)



Ali Rıza TEMEL